Hak Yerini Bulmalı Her Zaman

0
61

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? MHP’nin seçim sonuçlarına itiraz etmesi ve sonunda haklı bulunması çok sevindirici bir şey… Çünkü Sayın İbrahim Gül’ün de dediği gibi. Seçim öncesi baya bir dedikodu çıktı ortaya ve ne yazık ki inanmaz dediğimiz birçok kişi inandı dedikodulara ve seçim günü parti ve isim logolarının olmaması çok ama çok düşündürücüydü. Ne olursa olsun hak yerini bulmalı diye düşündüğümden ilk günden tepkiliydim bu duruma partili olsam da olmasam da. Çünkü Hak herkes içindir ve haklı isen onu almalısın. Bu yüzden oyların yeniden sayılması sevindirici, sonuçlar değişmeyebilir ancak yanlıştan dönmek ve hakkı teslim etmek esastır.

Ve içinde bulunduğumuz hafta Hz. Muhammed’in doğum haftası. Sevgili peygamberimizin doğum gününü kutlamak yetmez kuşkusuz felsefesini ve öğütlerini yaşam şeklini de iyi bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Ve şimdi birkaç yaşanmışlık öyküsü ile bu haftanın önemine vurgu yapmak istiyorum. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase 

Yahudi’yi Müslüman Yapan Adalet

Hazreti Ali Efendimiz, Sıffîne giderken yolda devesi üzerindeki heybede bulunan zırhını düşürür. Arkasından gelen bir Yahudi ise zırhı bulup alır; ama kimseciklere söylemez. Aradan zaman geçer Hz. Ali, zırhı Yahudi’nin elinde Kûfede görünce hemen tanır ve sahip çıkarak ister: “Bu zırh benimdir. Nerede buldun ise bulup almışsın, zırhımı geri ver” der.

Yahudi inkâr eder: “Zırh benim elimdedir, öyle ise benimdir.” Halife Hazreti Ali başkanlık nüfuzunu kullanarak zırhı alabilirdi ama o zorla almaz da teklifini şöyle yapar: “Ben “zırh benimdir diyorum, sen ise değil diye diretiyorsun, bunun çaresi adalete gitmektir. Buyurun birlikte gidelim mahkemeye.”

Ve Müslümanların halifesi Hazreti Ali, sıradan bir Yahudi ile yan yana mahkemeye çıkar; adalet önünde eşit şekilde ifade verir. Davayı meşhur hukukçu Kadı Şüreyh görmektedir. Sorar: “Ya Ali, bu zırhın senin olduğuna şahidin var mıdır?” “Var efendim, oğlum Hasanla hizmetkârım Kanber şahidimdir.” Kadı Şüreyh hiç beklemeden cevap verir: “Oğlunla hizmetçin senin yakınlarındırlar, senin hakkında şahitlikleri geçerli değildir. Başka şahidin var mı?” “Yok efendim.”

“Öyle ise zırhın sana ait olduğunu ispat edemediğinden, davayı kaybetmiş oluyorsun. Zırh kimin elinde ise sahibi odur.”

Hayret ki hayret! Müslümanların halifesi Müslümanların mahkemesinde Yahudi aleyhine açtığı davayı kaybediyor; Yahudi kazanırken halife adalete boyun eğerek, itiraza yönelmiyor, rıza gösteriyor. Manzarayı ibret ve hayretle seyreden Yahudi nihayet insafa geliyor ve gerçeği itiraf ederek şunları anlatıyor: “Ey müminlerin emiri, bu zırh gerçekten de sizindir. Ben sizin arkanızdan giderken yolda rastladım. Sizin düşürdüğünüz kesin. Gördüğüm bu adalet karşısında daha fazla direnmiyor, ben de Müslüman oluyorum. Adaletin böylesi ile sadece Arabistan’ı değil bütün dünyayı idare etmek mümkündür.

Evet, İslam Dini adalet önünde daha ilk günlerden itibaren insanları eşit tutmuş; hatta sıradan Yahudi ile halifeyi yan yana eşit haklarla muhakeme ederek halifenin kaybetmesine bile hüküm çıkartmıştır. Demek bugünkü dünyanın hedefinde İslâm’ın ta o günlerde tesis ettiği evrensel adalet anlayışı vardır. Varabilirse ona varacak, o örnekleri yeniden tatbik ve icra edecektir. Evrensel hukuk da bu anlayışı aramaktadır bugün.

Allah’ın Adaleti

Bir gün; Hz. Musa ibadetini bitirdikten sonra bir ağacın altına oturur. Hemen yakınındaki çeşmeyi seyrederken, atlı bir savaşçının çeşmeye geldiğini görür. Savaşçı su içmek için eğildiğinde boynundaki altın kesesini ıslanmasın diye çıkarır çeşme başına bırakır. Suyunu içtikten sonra altın kesesini unutur ve yoluna devam eder. Hemen arkasından hoplaya zıplaya bir çocuk gelir. Tam su içecekken altın kesesini fark eder ve hiç düşünmeden alır ve uzaklaşır.

Çocuğun arkasından çok yaşlı bir ihtiyar inleyerek su içmeye gelir. Bu arada altın kesesini su başında unutan savaşçı keseyi almak için çeşmeye doğru yaklaşır. Fakat çeşme başında hiç bir şey bulamaz… Hemen yanındaki yaşlı adamın boğazına sarılır ve altın kesesini vermesini ister. İhtiyar ne kadar “ben almadım” dese de savaşçıyı ikna edemez.

İyice sinirlenen savaşçı kılıcını çeker ve yaşlı adamı oracıkta öldürür. Olan biteni gören Musa ‘”Ey rabbim bu nasıl bir adalettir. Ben hiç bir şey bilmiyorum.. Senin işine sual olmaz ama ben anlamadım” der. Bu isyana benzer açıklıktaki sözlere karşılık rab şöyle seslenir: “Ey Musa; ben sana benim işlerimi anlayacak kadar akıl vermedim ki, sen benim hakkımda yorum yapıyorsun? Ama kalbinin yatışması için gerçek şudur: savaşçı o küçük çocuğun babasının malını yağmalamıştı.

Ölen ihtiyar ise gençliğinde çok güçlü bir adamdı ama bir hiç uğruna bir köylüyü öldürmüştü. O ihtiyarı öldüren savaşçı işte o köylünün oğludur… Ey benim gafil kulum şimdi tövbe et çünkü benim adaletim işte bu kadar açıktır.”

Hz. Süleyman’ın Adaleti

Hz. Davud’un huzuruna iki kişi gelir. Birisi bir koyun sürüsünün sahibidir, diğeri de bu koyun sürüsünün ekinine zarar verdiğini ileri süren bir kişidir. Adam koyun sürüsünün sahibini yakalamış, beraberinde getirmiş ve ekinine verilen zararın tazmin edilmesini istemektedir hem peygamber hem de kral olan Hz. Davud’dan. Hz. Davud, kararını verir; koyun sürüsü satılacak, elde edilen gelirle de ekinleri zarar gören kişinin zararı tazmin edilecektir. Bu adalettir elbette.

Fakat adaletin daha incelikli, daha nazik olduğunu bilenler de vardır. Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman, itiraz eder bu karara. Ona göre, gerçek adalet, tarla ile koyun sürüsünün taraflar arasında değiş tokuş edilmesidir bir yıllığına. Bu bir yıl içinde koyun sürüsünün yeni doğan kuzuları, sütü, yünü vesairinden elde edilen gelir ekini zarar gören adama verilecek; koyun sürüsünün asıl sahibi de tarlayı yeniden ekip gelirini oradan karşılayacaktır. Hz. Davud, Allah’a şükreder oğlunun bu bilgelikle dolu kararı karşısında.

Şubat Güneşi

Ayakları birbirine dolanıyordu ama kendini bırakmadı. Pencereye tutunup perdeyi yavaşça çekip dışarı baktı yağmur camlara çarparak yağıyordu. Yüzünü cama dayayıp damlaların yüzünüze düştüğünü hayal ederek gözlerini kapattı. Camın soğukluğunu alanında algılayınca içini bir huzur kapladı. Çocukluğunda da yağmurlu günlerde alnını soğuk cama dayayıp dışarıyı seyretmeye bayılırdı. Kendini yenilenmiş gibi algılardı. Annesi kızardı “üşütürsün kızım” derdi. Daha nelerden korumaya çalışmıştı annesi onu ama acı çekmekten koruyamamıştı işte. Demek yaşanması gerekenler zamanı gelince yaşanıyor ve kimse bunu engelleyemiyordu. Ancak zamanın külleri çok şefkatli olabiliyordu bazen ve küller biriktikçe zaman ilaç olur katlanılmaz sandığımız birçok acılara. Ancak şimdi zaman kurşun yarası gibi ilerliyordu Zeynep’in ruhunda! Ağır ve gittikçe artan acı ile.

Zeynep gözlerini açıp karanlıkta camlardan süzülen damlalara baktı. Hızlı, hızlı gözyaşı gibi akıp gidiyorlardı onları yakalamak ister gibi elini cama uzattı. “Yağmurun gözyaşları” diye fısıldadı. Yağmurun gözyaşı olursa, gökyüzünün de gözyaşı yağmur olur herhalde? Zeynep başı cama dayalı bunları düşünürken Ahmet’i, karanlığı ve bulunduğu ortamı unutmuştu. Ahmet “Zeynep” diye seslendiğinde korkuyla sıçradı nerdeyse düşecekti.

Ahmet gelip Zeynep’in yanında durdu. Kız hayretle ilk kez görüyormuş gibi baktı Ahmet’e. Karanlıkta bir an birbirlerine baktılar. Sonra Zeynep pencereye bakıp “Yağmur yağıyor” dedi. Ahmet  “evet” dedi. “Ben dışarıdayken başlamıştı zaten.”

“Sen dışarı mı çıktın” diye hayretle döndü Zeynep. Dönmesi ile Ahmet’e çarpması bir oldu. “Pardon görmedim” dedi. Sonra kahkahayla gülmeye başladı Ahmet’e onunla birlikte gülüyordu. “Hadi, hadi yeter güldüğün gel pencerenin önünden hava serin” diyerek kızı elinden tutup mutfağa götürdü. Bir şeylere çarpmamaya çalışarak mutfak masasının önündeki koltuklardan birine Ahmet Zeynep’i oturtarak “ben mumları yakayım” dedi. Zeynep “Sen dışarı mı çıktın?” diye yeniden sordu. “Evet, sen uyurken yürüyüşe çıktım biraz ben gelmeden uyanırsın diye sana not bırakmıştım ama sen onu görmemişsindir.”

“Yok, görmedim biraz önce uyandım.” Ahmet mumları teker, teker yakıp masanın üzerine yerleştirdi. Sonra Zeynep’e döndü “Şimdi iyi misin Zeynep” diye sordu. “İyiyim” “Gerçekten iyi misin?” “Şimdi iyiyim gerçekten.” Ahmet “banyoya gitmek zorundayım” diyerek ayağa kalktı. Arkası Yarın

Güzel Sözler

Adalet güzeldir, fakat emir’lerde olursa daha güzel olur.

Hz. Muhammed

Adalet, evrenin ruhudur.

Ömer Hayyam

Adalet kadar büyük, tanrısal bir şey yoktur.

Addison

Adalet mülkün temelidir.

Hz. Ömer

Adalet nerede hesap sorarsa, merhamet orada haklarını kaybeder.

Refik Halid Karay

Adaleti seven bir insan için her yer emindir.

Epiktetos

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here