“An Avcısı” Olmak

0
62

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Geçenlerde bir arkadaşımla dertleşiyorduk. (Dertleşmek! Nasılda abartıyoruz ama! Dert kim biz kim?) Havadan sudan sayılabilecek anlık sıkıntılardan. ”Anlar her ne kadar minnacık bir zaman dilimi olsalar da toplamları ömrün kendisidir. En güzel, en korkunç en mutlu en mutsuz olduğumuz zamanlar hep anlarda gizli çünkü. Ve onlar çok aceleci, akarsu gibi ve sürekli yenilenerek, bazen lav taşırlar bazen inci bırakırlar. En büyük “en”ler hep anlarda gizli, bakan gözler için atan yürekler, lal diller şakıyan bülbüller için.

İşte bir an diyor arkadaşım yaşamla ölüm arasındaki kristal köprü. Ya koşarak geçilir ya da ölüme atlayabilir insan.

Evet diyorum. Güçlü duramasak Mevlana gibi o Allah aşkıyla döndü bizse anlık sorunların ağırlığından sersemce delice dönmeye başlardık. Ki bu sabah bir an oldu. Dönmek isteği şiddetle sarstı bedenimi. Eğer ona yenilsem bir daha asla yeniden kendim olamam dedim. Ter içinde. Ve çok şükür ki anlar su gibi dedik ya hemen aktı geçti o istekte eridi gitti içinde.

Ölüme atlamakta o anlarda gelişir eğer o an sağlam durmasak ve Allah bilir kaç kez ölmüş olurduk ya da yatalak ya da eksik kalırdık, düşündüğümüz şeyi yapsaydık Çoğumuz o anların kıyısından şu ya da bu şekilde geçmişizdir. Ve geçiyoruzdur. Ancak önemli olan onların farkında olabilmemiz. Yani “an” avcısı olabilmemiz. Şu an limon portakal çiçeği kokusu örneğin burnuma doldu “dağılın ey kara büyücü kötü düşünceler” an benim “an”ım der gibi.

Ve hayat bir andır yüzyıl sürse de.

Ve şimdi şiir zamanı, ‘an’lar birlik olup anıları konuk eder şiir zamanında. Bizde konuk olalım bu şölene ne dersiniz? Önce Ahmet Ada geliyor Gülyenisi küçük kızı ile. “gün eskiten” sözüne takılıyorum sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum. Sözü ile de mest oluyorum.

Sevgili okuyucularım şimdi şiir zamanı diyorum temiz bir soluk almak gibi hayattan. Ve sağlık sevgi ile hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım her zaman.

& & & & &

Günyenisi Küçük Kız

Bir park kanepesinde oturuyorum deniz
kıyısındaki, burnumda tütüyor
günyenisi küçük kız, bir çocuk kadar
suçsuzum onu sevmekle, bunun için
ilgileniyorum kırgın çiçeklerle

Baktıkça resmine gül açılıyor parmak
uçlarımda, ne çok istiyorum onu
gün eskiten gözleri değdikçe günebakanlara
nasıl da yakıştırıyorum günebakanları
gözlerine

Serçelerle, evet serçelerle geçiyorum
ara sokaklardan, oyun oynuyor toz
duman içinde çocuklar, geçiyorum
içimde hüzne benzer bir duyguyla

Şimdi şurdan koşuyorum
kuşlar kalkıyor koştuğum taşlıklardan
bir aldanış mı yaşadığım yoksa
bilmiyorum ne kadar koşabilirim
eskimez yeşil pabuçlarla gelen aşka

Ey serçe gölgeleriyle lekeli ara sokaklar
nasıl da sendeliyor kalbim küçük
bir kız için, yürüyüp gidiyorum yüzümü
bir Akdeniz çiçeğine gömerek

Sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum

Ahmet Ada

Unutmak Yok

Nerelerdeydin diye sorarsan

“Hep eskisi gibi”, diyeceğim.

Toprağı örten taşlardan söz edeceğim,

sürdükçe kendini harcayan ırmaktan;

ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,

gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan

     ablamı.

Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler, neden

     günler

yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece

birikiyor ağızda? Neden ölüler?

Nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük

    kelimelerle konuşmak zorundayım,

ağzı zehir gibi yakan araçlarla,

çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla

ve avutamadığım yüreğimle.

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz

unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,

yaşlarla kaplı yüzler,

boğazımıza yapışan eller

ve yapraklardan sıyrılan şey:

aşınmış bir günün karanlığı

acıyı kanımızda tatmış bir günün.

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar

bize sevinç veren ne varsa,

geçici ve küçük duyarlıkların

yan yana göründüğü süslü kartpostallarda.

Ama bu sınırın ötesine geçmeliyim,

dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu,

ne karşılık vereceğimi bilemem:

öyle çok ki ölüler,

ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,

ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler,

ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller,

ve öyle çok ki unutmak istediklerim.

Pablo NERUDA

Acıyla Akran

Burda mayalanan aşkın yedeğinde
Gün vurdu mu yüzünü sulara
Bir haber beklerim sevinçli
Ulaşan mermere, taşa, içerdeki dosta
Usulcacık bir türküye girer gibi
Bir haber; kuşların kanadında

Burda taşrada bir esimlik rüzgâr
Üşüttü mü gül yaprağını gizlice
Duyarım yüreğimde sessizce
Geri gelmeyecek örselenmiş gençliğimi

Bir haber döndürebilir beni
Buğulu mavi bozkır günlerime
Sarınıp yıldızlı gecelere, öyle ki
Çekip gidebilirim ipsiz serseri
Çalımsız bir ıslık tutturarak
Kırık dökük dizelerime benzeyen

Burda ırmağın sesinden başka
Yüreğimi uslandıracak kimse kalmadı
Haber gönder, çık gel, acıyla akranım artık
Ağarabilir usulca göğsümdeki karaltı

Ahmet ADA

Günün Şiiri

Yaz Başlangıcı Bir Aşk Ezgisi 

Her şey bir başlangıçtı başaklar bile
Kırlar dağlar deniz kenarları
Denize inen sokakların kuşları.
Durup baktım yapraklar başlangıçtı
Sonra evler pencerelerinden fesleğen sarkıtan
Akşamüstünün buğusu, bugünün sonu
Kırgın bir kuşun denize doğru uçuşu
Başlangıçtı sevgimize biliyor musun

Vakit yoktu aşka nasıl bulmuştuk
Ertelenmiş bir başlangıçtı efsane kıldık
Leylak kokusu sızdıran evleri, sokakları
Geçip gitmiştik bir gülümseme bırakarak

Vakit yoktu açık denizleri özlemeye
Fesleğen sulamaya pencere önünde
Bir tenhalığı yaşamaktan bakışmaya bile
Şaşırdım doğrusu nasıl bulmuştuk aşkı
Her şey her zaman bir çığlıktı
Tenha bir istasyonda okuduğun
Bir suç işler gibi okuduğun öğle sonu

Her şey bir başlangıçtı sevgimize
Çılgın yaz çiçeklerine, yediveren güllere,
Kalbinin hızla akışı bile sevgilim.
Ah bir sevdaydı şurada çınlayan sesin
Gece yarıları beni umarsız bekleyişin,

Sanki bir çiçek sergisiydi karanlıkta gözlerin

Ahmet ADA

Resim

Denize çıkan sokak soğuktur üşürsün
Ey ince gömlekli Akdenizli çocuk
Yaz geride kaldı yetişirsin sonbahara
Bütün ömrün yok olan mavi bir bakış
Gibi geçiyor bir solukta bilmiyor musun
Yağmura yakalanmış bir kuş gibi üşürsün
Ey parke taşların ağarttığı çocuk
Kalbin deniz üstü yağmur, saçların uykulu
Gülerken güz resmini çekmiş sanki
Yaprağı sapsarı yaprakla bitiştiren
Yaprağı hüzünle değiştiren güz
Bir çarkıfelek otunu değiştiren güz

Önünde çakıl taşları deniz kıpırtısız
Bir park kanepesinin akışında unutulmuş
Güller de birdenbire sızar kalbine
Avlulara girersin: karşında güz

Mor bir gölge şurada ve sonyaz kokusu
Tam öyle işte yıkılmış bir atın duruşu

Ahmet ADA

Günün Fıkrası

Kaçış Planı

Günün birinde deliler hastanesinden üç deli bir kaçış planı yaparlar. Plana göre içlerinden birisi yolun sonundaki demir parmaklıklara bakacak, eğer parmaklıklar aşağıdaysa üstünden atlayacaklar eğer yukarıdaysa altından geçeceklermiş. Ertesi gün demir parmaklıklara bakmaya gideni koşa-koşa geri gelmiş. Delilerden biri; “-Ne oldu?” demiş. Nefes nefese cevap vermiş; “-Arkadaşlar üzgünüm ama kaçamayacağız” “-Neden?” “-Çünkü demir parmaklık yok.”

Günün Sözü

Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugünden başlamıyorsun?

EPIKTETOS

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here