Zihnin Efendisi…

0
106

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kış gelmeden bahar geldi. Günler uzadı, sabahları kuşların sesine uyanıyorum. Kumruların homurtusuna.  Ağaçlarım çiçek açtı. Ama kış gelmeden baharın gelmesi ne kadar sağlıklı? Valla  sinirli ve hafiften sabırsız algılamaya başladık kendimizi. Yani bizde bitkiler gibi su istiyoruz ne de olsa bizde topraktan yaratıldık ve toprak gibi sabırsızlanıyoruz. Sinirlerimiz, kimyamız bozuluyor. Ve toprak gibi haykırıyoruz bu sabah lütfen yağmur…

& & & & & 

Zihnin Efendisi

Bilge ve öğrencisi okyanus kıyısında geziyorlardı. Soğuk bir gündü ve rüzgar okyanusta kocaman dalgalar oluşturuyordu. Bir süre yürüdükten sonra bilge durdu ve öğrencisine sordu: “Bu büyük dalgalar sana neyi hatırlatıyor?” “Zihni mi hatırlatıyor” dedi öğrenci “ve durup dinlenmeden yol alan düşüncelerimi!” “Evet, fırtınalı okyanus zihnin, dalgalar da düşüncelerindir. Zihnin su gibi durudur, ne iyidir ne de kötü. Rüzgar ise dalgalara sebep olur; tıpkı arzu ve korkularının düşünceleri üretmesi gibi…” diye devam etti bilge. Öğrenci söz aldı: “Böyle bir okyanusun ortasında sallanan bir sandal içinde olmak istemezdim doğrusu.” Bilge: “Oysa sen daima oradasın. Diğer tüm insanlar da…

Ancak birçok kişi bunu fark etmez. İnsanların zihni dalgalı deniz gibidir. Düşünceler durmaksızın sallanarak sarsarlar bizi, tıpkı dalgalar gibi… Okyanusu dinginliğe kavuşturmanın yolu ise hareket etmesini önlemek değildir. Rüzgarı görmezden gelemezsin. Yapman gereken, rüzgarı durdurmaktır. Rüzgar da arzu ve korkularındır. Onların hayatını yönetmesine izin verme. Dikkatini kontrol etmeyi öğrenirsen, arzu ve korkularını da kontrol edersin, yani okyanusu darmaduman eden dalgaları durdurursun. Böylece zihninin okyanusu sakinlik ve dinginliğe kavuşur. Zihninin efendisi olduğundaysa, her şeyin efendisi olabilirsin!”

Şubat Güneşi

Ölüyorum

İçi üşüyordu kızın, sırtında ürpermeler dolaşıyordu. İçini ısıtacak sıcak bir şeyler içmek istedi. Belki ürpermelerine iyi gelirdi. Hemen kalkıp mutfağa doğru yürüdü. Ahmet şömineyi karıştırıyordu. Kızın kalktığını gördü.

“Neden kalktın bir şey mi oldu?”

“Hayır, yalnızca sıcak bir şeyler içmek istiyorum ıhlamur falan var mıdır?”

“Var Zeynep bekle bende geleyim” ellerini kâğıt havluyla silip kızın yanına geldi. İkisi mutfağa girdiler. Ahmet hemen çaydanlığı ocağa koydu. Ihlamur aramaya başladı çekmecelerde.

“Banyoya gitmek istiyorum orada mum var mı?”

“Evet, seninle gelmemi ister misin?”

“Teşekkür ederim iyiyim yalnız gidebilirim.”

Zeynep mum ışığında ağır, ağır banyoya giderken Ahmet arkasından bakıyordu. Annesinin eşofmanlarını giymişti kız, eşofmanların içinde kaybolmuştu adeta. Uzun saçları belinden aşağı ipek yığını gibi dökülmüştü. Ve ağır, ağır yürümesine rağmen sendeliyordu. Ahmet düşmesinden korktu. Hemen yetişip kolundan tutu.

“Kendimi kötü hissetmemi mi istiyorsun?” diyerek onu yavaşça itti Zeynep.

“Hayır, tabii ki kötü değilsin hatta çok iyisin ama ne de olsa hem karanlık hem de yabancı olduğun bir yerdesin yani şaşırabilirsin değil mi ya?”

“Tabi, tabi ne demezsin?” dedi ama midesinden göğsüne doğru bir basınç yükseliyordu, derinden, derinden. Bu yüzden devam edemeden sustu.   Banyoya gelince Ahmet kapıyı açtı içerdeki mumun yanına elindekini de yerleştirdi. Sonra “buyurun küçük hanım banyo emrinizde” diyerek çıktı kapıyı da ardından kapattı.

Zeynep kendini çok kötü algılıyordu. Aniden gelen mide bulantısı ile iki büklüm oldu. Kendini zor attı klozete, kapağını kaldırıp kusmaya başladı. Kusma sesini duyan Ahmet telaşla dönüp geldi. “Zeynep iyi misin?” Kızdan yanıt gelmeyince kapıyı açıp içeri girdi. Kız yere diz çökmüş kusuyordu. Bir yandan da ölüyorum diye inliyordu.

“Korkma canım şimdi geçer, sırtını ovmamı ister misin?” Ahmet kızın sırtını ovalamaya başladı bir yandan da yüzüne dökülen saçlarını topladı. Nihayet kusma kesilince kızı yerden kaldırıp lavaboya götürdü, elini yüzünü yıkamak istedi ama Zeynep izin veremedi “iyim ben yaparım” Elini yüzünü ağzını yıkayıp Ahmet’in uzattığı havlu ile kurulandı. Yüzene çarptığı soğuk su ona iyi gelmişti kendini daha iyi algılıyordu şimdi.

Koluma girebilirsin diye kolunu uzattı. Kız hiç nazlanmadı hemen koluna sarıldı. Ahmet bayılıyordu bu uysallığına, salona gelince “hadi sen biraz uzan ben ıhlamuru getireyim”.

Zeynep koltuğa oturur vaziyette uzandı. Üzerine battaniyeleri çekti. Ama hala çok üşüyordu. Biraz sonra Ahmet elinde iki bardak ıhlamurla geldi. Bardakları sehpaya bırakıp Zeynep’e baktı. “Çok üşüyorum” “Dur içerde ne bulursam onları getireyim” diyerek karanlıkta odasına gitti. Yatağın üzerindeki battaniyeyi çekip aldı sonra annesinin odasındakini aldı geldi kız tir, tir titriyordu şimdi. Battaniyeleri boğazına kadar çekip ıhlamuru ağzına dayadı. Kız titreyen elleri ile bardağı kavradı. Bu halde bile teşekkür etmeyi unutmadı. Ama o kadar üşüyordu ki bardağı geri vermek  zorunda kaldı.

Oya da böyle titriyordu kan ter içinde. Ahmet onunda saçlarını böyle arkada düğüm yapmıştı kustuğu zaman. O hayali gözünün önünden silmek istercesine yüzünü kızın göğsüne gömdü. Lütfen iyi ol diye inledi. Zeynep göğsünün üzerindeki ani ağırlıktan nefes alamıyordu. Buna rağmen titreyen elleri ile Ahmet’in başını kavradı. Kıvırcık saçlarını okşayarak nefes gibi hafif bir sesle kulağına. “korkma iyiyim ben. Ama biraz daha burada kalırsan kalbim durabilir onu da söyleyim yani.”

Ahmet gülmeye başladı. “Özür dilerim ya ama çok korkuttun beni.” “Oysa sen bu konularda tecrübeli sayılırsın Ahmetçiğim.” “Asıl işte tecrübeli olduğum için korkuyorum ya.” “Şimdi beni iyice ısıtmazsan işte o zaman kork” diye biraz daha büzüldü kız. Battaniyelerin arasına. Ahmet onu iyice örttü kenarlarını sıkıştırdı battaniyelerin sonrada gelip önünde diz çöktü “hadi şunu iç  soğutmadan.”

Kız ıhlamur dan  birkaç yudum içebildi  ancak.  Midesi yeniden kabarmıştı. “Ahmet lütfen sırtımı ovar mısın?” dedi “çok iyi geliyor.” Ahmet kızın sırtını hafifçe ama etkili bir şekilde ovdu. “Uyursam belki iyi gelir. Ben olmasaydım sen şimdi Allah bilir kaçıncı uykunda olurdun.”

“Saçmalama Zeynep ve bir şey sormama izin ver sonra uyu” Kız yan dönmüş bacaklarını karnına doğru çekmişti bile. “Haydi, sor, sor acaba nedir, nedir” dedi makamlı bir sesle. “Neden ölüyorum diyordun çok mu kötü oldun?” “Evet, kusarken hep ölüyor gibi oluyorum, ateşim kırk olsun ölüyorum gibi hissetmem ama kusmak çok kötü bir şey ölüyorum gibi oluyor.” “Peki, şimdi iyi misin?” “Gibiyim ve daha iyi olacağım derken gözleri çoktan kapanmıştı”

Ahmet eğilip kızın saçlarını alnından geriye alarak sevgiyle şefkatle alnından öptü. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Yaşanmamış Çocukluğun Türküsü

Bir de onlar inancı örer gibi

Kendilerini gererler boşluğa ölüm gibi

 

Bir günlük çocukluğa bin yılını verirdin

Artık çocuk değilsin büyüdün artık

Yolda yürürken kendine dikkat et

Yemek yerken sakın üstüne dökme

Kömür mü taşıdın kapkara tırnakların

İyi bir işin olsun gösterişli bir çantan

Güzel bir ceket pantolon yaptır

Annenin elini öp dostlarına telefon et

Bir sözün bir sözünle çelişmesin

Sokakta türkü söyleme ayıptır

İçinden gelmese de

Her zaman bir şeyler yapacakmış gibi dur

Şiir ve aşk üstüne konuşmayı bil

Donla denize girme çok içme rakıyı

Ne olursun o berbat kasketi değiştir

Bir günlük çocukluğa bin yılını verirdin

Ama çocuk olmadın bir gün bile

(Büyük insan gibidir benim yavrum)

Sen şimdi sessiz bir deniz kıyısında

Dönüşsüz büyümüşlüğünle durmadan

Panayırlar balonlar kayıklar özlüyorsun

Afşar TİMUÇİN

Mevlana’dan

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.

Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,

Dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Günün Sözü

Ne üstün zekâ, ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dâhi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi,sevgi.. İşte bu dehanın ta kendisidir.

Wolfgang Amadeus Mozart

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here