Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gündem kıyamet senaryoları ve kadın cinayetleri ile tıklım, tıklım. Buna evden kaçan kızları, annelerini öldürüp dolaplara saklayan çocukları da katarsanız ve kötü havanın iyice ciddileştiğini, otoriteleştiğini yaşayarak anlarsanız, azıcık kendinize çekilmeniz kaçınılmaz olur sanki??? Yani ben deniz böyle algılıyorum kendimi bu karanlık ve yağışlı sabahta. Ve canım sıkılıyor. Ve sorguluyorum neredeyiz diye??? Bulunduğumuz yerdeyiz kuşkusuz.
Bulunduğumuz yerdeyiz, tamam ama bulunduğumuz yer bir tane midir? İçinde olduğumuz haller değil midir aslında bulunduğumuz yer? Aynı anda bin halde olabilir mi insan? Örneğin şu an, Emre kapıda “hoşça kalın” diyor okula gidecek. Ona “güle, güle” derken oturduğum yerden aniden bir koku algıladım adını bilemediğim ama tanıdık bir koku, nasıl derseniz bilmiyorum. Bir yaşanmış zamana ait biliyorum ama o zaman ne zamandı hiç bilmiyorum. Koku neye benziyordu yine bilmiyorum! Başım eğik hiç kalkmadı bilgisayarın klavyesinde koşturuyor parmaklarım ve konuşuyorum ve çok ama çok derinlerinde yüzüyorum zihnimin kaypak zemininde. Bir bölümüm dışarıda görünüyor, yazan, konuşan ama diğer bölümüm en büyük parça, başka bir alemde dolaşıyor bir türlü gelemiyor bu tarafa. O Kızılderili sözünde olduğu gibi; Ruhumun dönmesini beklemem gerek zahar?
Of zihnimizin oyunlarına akıl sır ermiyor doğrusu. Ama yalnız zihnimizin oyunlarına mı akıl sır ermiyor. Ya aksakalı dedenin yaptıklarına akıl sır eriyor mu? Biliyorsunuz haberlere taş gibi düştü. Ünlü tiyatrocu, seslendirme ustası biz onun sesine daha çocukluğumuzdan aşinaydık. Ve bir yeri vardı içimizde. Adı Köksal Engür. İşte o. İnanılır gibi değil, uyuşturucu bulunmuş evinde! Nasıl bir şey bu? Hala şoktayım desem yalan olmaz işte insanın bir anda kaç halde olduğunun en belirgin örneklerinden biri daha. Çocukların sevgilisi, dizinin dedesi, sesine hayran kitlenin idolü ve bir uyuşturucu…
Doğrusu uyuşturucu ile olan hali bütün diğer hallerinin önüne geçti. Ve empati yapmaya çalışıyorum olmuyor. Onun yerine koyamıyorum kendimi ama ondan daha çok utanıyorum.
Eğer yalnız içici ise ona kimse karışamaz, istediğini iç ama eğer satıcı ya da aracı ise, işte o zaman vicdanlarda artık asla aklanmaz aksakallı dede. Yazık oldu yakışmadı. Yakışmadı, yakışmadı içimizde bir tel koptu.
Ve sevgili okuyucularım yine “an”ların hallerindeyiz. Kapalı hava azıcık firarda ruh halleri sizi alıp gezdiriyor eski evin kitaplığında. Halı ve kitap aromalı nefis kokan yeşil panjurlu kitaplığımızda. Okumayı yutmuş küçük bir kız atkuyruklu kaküllü, sanki bin yaşında o kadar ciddi oturmuş en kuytudaki koltuğa adeta koltuk onu yutmuş. Elinde gri ciltli o yaş için kalınca sayılabilecek bir kitabı okuyor. Kitabın adı “bülbülü öldürmek”. Dalmış gitmiş sayfaların arasında. İşte o küçük kız bu güne dek o kitabı taşır yanında. Kırk yılık okuma hayatında okuduğu kitapların hepsinden başka bir yeri var bu kitabın onda. Okuduğu bunca çocuk kitabında içinde gerçekten sarsılmaz yeri olan tek kitap bu diyebilir. Defalarca okudu arkadaşları ile paylaştı hediye etti ve şimdi yeni baskısı için sahaflara çıkacak. Nette indirimli ancak o eliyle dokunarak bütün kitapları ve kokusunu çekerek içine aldığı için her zaman pahalıda olsa yine kitapçıdan alacak her zaman yaptığı gibi.
Ve sevgili okuyucularım dünkü Vatan Gazetesinde Mutlu Tömbekçi’nin “küçük prens” kitabı için hissettiklerini okumuşsunuzdur. Okumaya aşık olan insanların ortak hisleridir bunlar. Kitabın adı ne olursa olsun. Onun küçük prensi ben denizin “Bülbülü Öldürmek” kitabı sizin İki şehrin hikayesi olsa da adı. Bütün anne babalara tavsiye ediyorum, çocuğunuza bu yılbaşında ve diğer günlerde lütfen bu kitabı hediye edin ve okumadıysanız sizde okuyun. Ve sevgili okuyucularım kitap hakkında azıcık bilgi vermek istiyorum.
Kitabın Adı: Bülbülü Öldürmek
Kitabın Yazarı: Harper Lee
Kitabın Özeti
1800’lü yıllarda İngiltere’den Güney Amerika’ya göç eden ve Alabama Eyaletine bağlı Maycomb adında bir kasabaya yerleşen Atticon kendinden 15 yaş küçük bir bayanla evlenir. Jem ve Jem’den 4 yaş küçük Scoud adında 2 çocukları olur .Scoud doğduktan 2 yıl sonra annesi ölür. Bu yüzden annesinin varlığı ya da yokluğu kendisini pek etkilemez. Buna karşılık Jem’i çok etkiler.
Jem 13 yaşlarında Scoud ise 9 yaşlarındadır. Roman otobiyografik bir tarzda ve kahramanı olan Scoud’un ağzından yazıldığı için romanın genelinde çocukça bir bakış açısı hakimdir. Kitap içeriğinin derinliği daha o yaşlarda içimize işlenmişti. Sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalmak dileği ile şimdilik hoşça kalın sevgili okuyucularım. Yase
Bin Aynalı Dağ
Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ‘Bin aynalı dağ’ denilen bir dağ vardı. Bu Dağın zirvesine gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç öykülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.
Bir gün, bu ülkede yasayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sora da neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.
Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane kocaman sıcak ve dostane gülümseme aldı. Mutluluğu kat kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin kat fazlasıyla karşılığını görüyordu.
Nihayet gün karadı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı. dağdan inerken kendi kendisine; “Burası harika bir yer! Buraya sık sık geleceğim” diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı Dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat daha arttı…
Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine kadar gelip de yukarıya baktığında, şikayete başlamıştı bile. Sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya, bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karsılaşacakmış gibi başını öne eğmişti.
Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerinde inanamadı. Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını onlara göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaç inerken kendi kendine; “Burası korkunç bir yer! Buraya bir daha asla gelmeyeceğim.” diyordu.
Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile. Levhada şöyle yazıyordu: “Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece sizin aynadaki yansımanızdır. Aynı şekilde; hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz…”
Günün Şiiri
KIMILTILAR DÜŞESİ
…onun tozlu alnından, memelerinden doğduk
çatlayan kasıklarından, baldırlarından doğduk.
Kımıltılar düşesi büyük bir dağa benzer
Çelik çomak oynayan ufaklıklara benzer.
Gök gürler: kımıltılar düşesi ıslanır
Yağmur yağar, kımıltılar düşesi ıslanır
Yel eser onun saçlarını savurur
Buz tutar bütün gölleri donar
Kımıltılar düşesi buzun altında yaşar
Yaz gelince balık olur
Kış gelir yorganına sarılır
Yücedir
Görkemlidir
Her sorunun yanıtını bilir
Bir pericik ondan hesap sorar
Onu bacadan uçurur
Yağan kurum kımıltılar düşesini boyar
Yaşlılar onu arar
Gençler onun peşindedir
Şu bitirim onu kovalar
Bacaklarını ürperten kımıltılar düşesidir
Kasıklara sıcak bir yel üfürür
Sertleşen organlar onun buyruğundadır
Seyiren gözleri o anmıştır
Tavşan deliğinde gizler bulur
Bıyıklarını oynatır
Tren kazalarından sorumludur
Petrol şirketlerini millîleştirir
Tramvayda kız sıkıştırır
Kusurludur
Zayıf yanları vardır
Çay ister
Aç kalmaya gelemez
Çabuk susar
Çöllerden nefret eder
Devecibaşıdır
Üşür
Düzensiz bir cinsel yaşamı vardır
Motosikletin ön demirine oturur
İster ki sırtında çelik kaslar olsun
Sıcacık et ister
Kükürt kokusuna dayanamaz
Bir genç kız köyünden kaçar
Gece bir ağıla sığınır
Kımıltılar düşesi saldırır ona
Pantolonunu yarım sıyırır
Yaralanan kızın gözlerinde dolaşır
Saçlarını dudaklarına sokar
Gidip bir yalıya yerleşir
Acı çekmeyi özlemiştir.
Savaşlar çıkartır
Ölenlere ağlar
Kilisede tanrıya yakarır
Kımıltılar düşesi tanrıya inanmaz
Dikkafalıdır
Et çisini derken yüzü kızarır
Gülerken dişlerini gösterir
Adama terini koklatır
Koltuk altında günler kısalır.
Kımıltılar düşesini her yerde görüyorum
Hizmetçinin yüzünde görüyorum
“Budala”da kımıltılar düşesi var
Nâzım Hikmet kımıltılar düşesine tutkundur
Emile ona benzer
Saçları sarıdır
Bıçak gibidir
Bir damarı vardır
Su yolları, kadınları, körükleri vardır
Ona dayanamıyorum.
Kımıltılar düşesi seni seviyorum
Kımıltılar düşesi beni kaçır
Kımıltılar düşesi küçük bir kız değilim artık
Kımıltılar düşesi her şeyim sana armağan
Bu şiir sana armağan….
Barış PİRHASAN
Günün Sözü
Biz güzeliz sende güzelleş, bizim huyumuzla huylan, başkalarının huyunu bırak. Cevher madeni olmak istiyorsan, gönlünü aç, göğsünü deniz haline getir.
Hz. Mevlana