Zamanı Doğru Algılamalı

0
56

Sanat Yazısı

Değerli Okurlarım, zaman hep fi tarihi değildir ve her şey zamanın içindedir. Zamansız hiçbir şey olmaz. Aynı zamanda, zaman en iyi ilaçtır. Tıpkı ölüm gibi. Bir yazarın not defterinde alıntılar yapıyorum. Bakalım zamandan neler kazanmış, neler öğrenmiş…

“Sonsuz bir karanlığın içindeyim, ışığı görünce korktum ve ağlayarak ışıkla beraber oldum. Zaman içinde ışıkla yaşamayı öğrendim. Bu defa karanlığı görünce korktum ve sevdiklerimi hep karanlıklara uğurladım.

Doğduğumda ölüme randevu verdiğimi ve yaşadığım zamanların hayattan çalıntı olduğunu anladım. Zaman faktörünü öğrendim. Bu defa karanlığı görünce korktum ve sevdiklerimi hep karanlıklara uğurladım.

Doğduğumda ölüme randevu verdiğimi ve yaşadığım zamanların jayattan çalıntı olduğunu anladım. Zaman faktörünü öğrendim ve bir zamanlar, zamanla yarışma yanlışına düştüm. Meğer zamanla iyi geçinmek gerekiyormuş, bunu da zaman gösterdi.

Bilmeden iyi ve kötü insanlarla beraber oldum. Sonradan öğrendim ki; insanların içinde iyi de var kötü de… Zamanla öğrendim…

Daha sonra sevmeyi ve biraz sonra da güvenmeyi öğrendim. Ama güvenin sevgiden daha geçerli olduğunu ve sevginin sağlam temeller üzerinde kurulabileceğini fark ettim.

Daha sonra insan tenini, bununla beraber o tenin altında birinin bulunduğunu, sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evrenle tanıştığım ve bunu aydınlatanlarla beraber olmak istedim. Bunu başarabilmek için de önce çevreni aydınlatabilmen gerektiğini öğrendim.

Sonra adaletle yoğrulmuş ve pişirilmiş ekmekle tanıştım. Sofralarımızın baş tacı olan o nimet, iyi pişirilirse ustalarının unutulmayacağını öğrendim. Hemen sonra ekmeği hakça bölüşmenin bolca üretmek kadar önemli olduğunu, güzel ekmeğin çok olması için yaradana niyaz ettim.

Güzel yazmayı, ama yazdıklarımı önce kendim beğenmeliyim diyerek direttim. Başarılı olduğum söyleniyor ve okumayı sevmem de bunların bir parçası…

Kalıplar içinde düşünmeyi ama kalıpların sıkıcı olduğunu düşünerek kendi tabularımı yıktım. Çünkü sağlıklı düşünmek en iyisiydi.

Daha sonra namus mefhumunu değerlendirdim. Yoksullarla ilişkilerde onlardan bir beklenti içinde olmanın namussuzluk olduğu düşüncesi tüm benliğimi kapladı. Cebindeki paraya güvenerek, elin eksik eteğini yoldan çıkarmanın en büyük namussuzluk olduğunu anladım. Bunu uygulayanların olduğunu düşündükçe ürperdim.

Çocuk denilecek yaşta bir gerçeği ama en büyük gerçeği gördüm. Seni doğuran insanı ellerinle toprağa verirken, o dayanılmaz acıyı yaşadım.

Sonra, gençliğimin ilk yıllarında “Seni seven bir muhteremin” donmuş vücudunu ve sana bakan mavi gözlerini ellerimle kapatma bahtsızlığını yaşadım. Bu acı gerçekleri yaşadım ben. Ama zaman içinde dozunda olan acının hayata lezzet kattığını, bazı gelişmelere alışılması gerektiğini istemesem de zaman içinde öğrendim.

Doğarken ölüme randevu veriyoruz, zamanı yok, sanki olmayacakmış gibi. Düşünün ki 0 ile 100 arası bir noktada bitecek. Kime inandırırsın ki. Yaşam tatlı olmalı diye düşünüyorum. unutmayalım ki, her canlı ölümü tadacak mutlaka. Kaçış yok. biraz düşündüğümde, ölümün insanları olgunlaştırdığını öğrendim. Yaşamın tadını çıkarmadan, sevmeden ölenlerin de mükafatını Cenab-ı Allah versin.”

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Bu Hınçla Kendimizi Yitiririz

Değerli Okurlarım, ne hikmetse elimizde olmadan sanal alemde geziniyoruz bazen. Güneşin dikine gelen sıcaklığı bedenimizi ve hatta ruhumuzu terletse de vazgeçmemiz mümkün olmuyor beynimizin yarattığı olgudan.

Kağıdı, kalemi ve daktiloyu bir kenara bırakalım biraz toparlanmak için. Bir yaşına yeni girmiş bir çocuğa özenelim dilerseniz. Bunun sakıncası yok ama mümkünatı da yok. Fakat beynimiz öylesine bir şey üretmiş ki en aklı selim olanlar bile önüne geçemiyor, doğrusunu bulamıyor.

Bir örnekle attığım başlığa dönelim dilerseniz…

Enternasyonel turnuvalarda (UEFA, Dünya Şampiyonaları falan)

Bu turnuvalarda birkaç takımın başarılı olmasını istemiyoruz. Neden? Çünkü, başarılı olmasını istemediğimiz o takımlar milli futbol takımımızı yenmişlerdi de ondan. Yani o ulusal takımlara elimizde olmadan bir hınç duyuyoruz. başarılı olmalarını istemiyoruz ve en zayıf ulusal takımlara yenilmelerini istiyoruz. Beynimiz neden böyle bir illeti üretsin anlamıyorum.

Ya ülkemizde?

Son dönemlerde en yoğun duygu HINÇ… Hınç denen şey, nedenini bile anlatamadığımız, nerden kaynaklandığını bile bilmediğimiz bir zaafımız. Hınç bir kötülük, tedavisinin varlığından bile emin olmadığımız bir kemirgen, bizi kurutan bir illet.

Daha ilginç yanı nedir biliyor musunuz? İnsana son günlerini yaşatan hastalık hastalıktan da beter. Yani sağlıklıyken de, ölümcül hastayken de HINÇ her tarafımıza yayılmış. Neden? İnsanları ve özellikle bizleri öylesine bloke etmiş ki bu hınç. Küçük bir paragrafla anlatmaya çalışacağım.

Hınç insanları mutlu eder mi bilemem ama aklı, fikri iç güdürleri bozulan kurtulma refleksiyle eski haline dönüşemeyen, her şeyin olumsuzunu düşünen, kişilerin mutsuzluğu için her şeyi yapan, baldıran zehirini hediye olarak veren insanlar topluluğu olduk.

Hıncın timlerine esir olmuş beyinlerimiz öyle bir hal alıyor ki, güçlüyken de, güçsüzken de HINÇ içindeyiz.

Şiddetin şiddetle önlenemeyeceği örneğiyle yola çıkarak, düşmanlık, düşmanlıkla sona ermiyor ama arada bir mola veriyor. Bu mola çok önemli çünkü birilerinin araya girmesiyle bu düşmanlık en aza çekilebilir.

Hınç için böyle bir yaklaşım söz konusu değildir. O bizim beynimizdedir. Hınçtan kurtulmak en önemli erdem olsa bile, sona erdirilmesinde hep yetersiz kalınan, zayıflıktan meydana geldiğinden ve tamamen zayıfa zararlıyken, güçlüyken bile güce katkısı, faydası olmayan bir his.

İnsanların hak, hukuk demesi gayet doğal. Fakat bunu aşan, insanların özünü almakla eşdeğer de olan bu hıncın peşine bilinçsizce düşmek hiç de akıl ve izanla bağdaşmaz. Hınç zalim bir duygudur ve insanların beynini işgal ettiğinden maalesef onu kimse göremez. Bunun tek çıkar yolu vardır… SEVMEK…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Şunlara Dikkat Etmeliyiz…

Yaşamımızda öyle gelişmeler olur ki, bazen engellememiz mümkün olmayabilir. O nedenle, elimize ve dilimize mümkün olduğundan daha fazla sahip olmalı, dikkat etmeliyiz.

Geri gelmesi mümkün olmayanlar…

-Taş atıldıktan sonra, -Söz söylendikten sonra, -Fırsat kaçtıktan sonra, -Zaman geçtikten sonra, -Dost gittikten sonra…

Bu saydıklarımın tekrar yaşanması ya da geri dönmesi de diyebiliriz. Mümkün değildir. Zor durumda kalmamak için, yaşarken elimize dilimize sahip olmalıyız.  Dikkat olursak başarabiliriz…

Günün Sözü
Adalet Yoksa Ahlak da Yoktur.

Öcal’dan İnciler
Kibirli İnsan Kendini Sever

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here