Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Nar ağacım bu sabah yine dışarı çıktı. Bizimkiler ne yapmaya çalışıyor bilemiyorum artık. Hava kötü gece boyu yağmur ve şu anda rüzgar esiyor, ağaçları resmen pataklıyor, oturduğum yerden bakıyorum nar çiçeğim başı huşu ile yere doğru eğik bir o tarafa bir bu tarafa şiddetle kaykılamıyor. Hemen kalkıp daha az rüzgar alabileceği yere sürükledim kocaman saksını. Ardından yağmur yine boşandı.
Zavallı sokaklar çamur deryası ve bazıları tümden göl olmuş vaziyette. Bu günlerde belli ki herkes gibi havalarda sevgili başkanımıza karşı… Çünkü duyuyorum, birçok kişi, baş eğik bir su birikintisinden atlamaya çalışırken “Ah Civelek ah” diye söyleniyor.
Düşünüyorum ve diyorum ki bizler aslında rahatına çok düşkün insanlarız, “Rahatımız bozulmasın geriye ne olursa olsun” diyenleriz. Elektrikler yer altına alınsın isteriz, doğal gaz gelsin, musluklarımızdan şırıl, şırıl sular aksın, kana kana içelim, şu ne olduğunu kesin bilemediğimiz damacanalardan kurtulalım çok isteriz tabi? Ama bütün bunları yollar kazılmadan, kaldırımlar kırılmadan, evlere su boruları döşenmeden yani normal hayatımız hiç bozulmadan olsun isteriz. Sanki birisi “ol” diyecek her şey olacakmış gibi… Hatta oy kullanmak için bile yazlıktan kalkıp gelmeyiz, birisi kullansın yerimize isteriz ve o birileri kullanır hem de doya, doya. Sonra da hakkımız varmış gibi söyleniliriz, birde yetmez birbirimizin kuyusunu kazmak için harcarız enerjimizi. Oysa bizler Kurtuluş Savaşı vermiş bir milletin evlatlarıyız, yok olmaktan kendi gayreti ve iman gücü ile kurtulmuş bir ulusuz. Yani zorlukların en yamanını, açlığın, yokluğun, sefaletin en kötüsünü yaşamış ecdadımız.
Ve biz onların evlatlarıyız, onların bize armağanı olan topraklar üzerinde yaşıyoruz, özgür ve bağımsız olarak. Bunun anlamı ne kadar büyüktür ne kadar muhteşemdir, komşularımızı gördükçe daha çok anlıyoruz. İç savaş ve dünya devletlerinin pis emelleri sonunda ülkelerinden, yerlerinden yurtlarından olan binlerce insan, kültürlü kültürsüz, öğrenci, işçi herkes ülkesinden uzakta. Bu insanlar acaba refah içinde yaşasalar bir elleri balda diğeri yağda olsa yinede ülkelerinde kalmayı istemezler miydi? Kim istemez ki? Kim onların yerinde olmak ister ki? Tabi ki kimse istemez.
Hatta bu insanlara bazen kızıyoruz. Gidin ülkenizde kalın diyoruz. Çocuklar başka ülkede dileneceğine kendi ülkesinde kalsınlar diye içimizin acısını kızgınlıkla örmeye çalışıyoruz; aslında yüreğimiz eriyor bu görüntülerden çarşı esnafından her dört tanesinden en az ikisi Suriyeli gençleri çalıştırıyor. İnşaat alanında ve her alanda onları kullanıyor. Yardımlaşmak kuşkusuz çok güzel bir şey ancak onları ucuz çalıştırıyorlar (tabi böyleleri de var) Geçenlerde peynir alıyordun şarküteriden. Orda çalışan çocuk Suriyeli… Türkçe öğrendiği birkaç sözcükle müşterileri karşılıyor.
Şarküteri sahibi kaş göz işareti yaparak, dışarıda kaldırımın dibindeki ağaca yaslanmış genç bir çocuğu gösterdi, çocuk dünyadan kesilmiş vaziyette telefonu ile uğraşıyordu. “Bütün gün böyle telefon başındalar gelin çalışın diyorum çalışmak istemiyorlar, parayı az buluyorlar” dedi. Ne yapabilirim? Valla ne yapılır ne yapılmaz ben bilmiyorum bildiğim tek şey. İçinde bulunduğumuz durumun ayrımında olalım. Bunu biliyorum bunu söylüyorum ve her zamankinden daha çok birbirimize kenetlenelim diyorum. Zaman bu zaman çünkü… Ve aslında her zaman bu zamandı bilenler için.
Ve yolların durumuna söylenenleri çok kınamıyorum ciddi, ciddi suçlama getirmedikleri müddetçe. Yollar tek kelime ile berbat. Birde duyarsız sürücüler yüzünden daha da kötüleşiyor. En büyük korkum bu yüzden düşmek, ne güzel olurdu değil mi çamur banyosu? Sandaletlerimiz, ayakkabılarımız battı giyilmez oldu nerdeyse ve biz karşıdan karşıya atlama uzmanı olduk. Valla minnacık adımlar atarken, şimdi kocaman adımlarla su birikintilerinden ya da kazılmış alanlardan atlamaya çalışıyoruz, araçlardan korunmak için taktikler geliştiriyoruz, hayatımıza aksiyon girdi şaka maka derken.
Ve şikayet edilecek şeyler var kuşkusuz ağır çalışmıyorlar bu kesin. Ama keşke okul yollarına öncelik verseydiler diyeceğim ama bununda herhalde bir yöntemi falan vardır diyerek demiyorum. Onlar yinede ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Çukur alanlara toprak doldurdular geçenler de ama yetersiz ilk yağmurda onlar yine çukurlaştı. Herkes “ben işimin en güzelini yaparım” diyebilse belki bu sıkıntılar daha aza indirgenmiş olabilirdi. Yani toprak kamyoneti geldi sokağımıza izledim. O kadar savruk, o kadar baştan savma döküldü ki o topraklar inanamazsınız.
Her işçinin başına bir nöbetçi dikemeyeceğimize göre. Bunlar olacak, eğer iş yalnızca iş olarak yapılmaya devam ederse. Ve bizler bunları bilerek yaşayacağız belki ders alarak. Ve bu zor, çamurlu, ıslak ve tozlu zamanları sabırla ve hoşgörü ile geçirmek zorundayız kimseyi suçlamadan. Çünkü “Ah Civelek ah” diyenler, bilmeliler ki bütün bu işleri Civelek kendi keyfi için yapmıyor. Şimdi “Sen Civelek’in avukatı mısın?” diyecekler. Hayır diyeceğim tabi. Bendeniz vicdanımın avukatıyım sadece. Duyduğumun değil, gördüğümün yarısının, bildiğimin de yarısının…
Ve şimdi yağmur yağıyor keyfince bir hızlı bir durağan. Keyfim aslında yok, akşamdan kalmayım, yorgun arkadaşlarımın çocuklarına renkli kurabiyeler yaptım geç saatlere dek doğum günleri için. İşim uzun sürdü uykumu almadım, keyifsizim bu yüzden çocuklar gibi ama yağmurdan içim hafif mi hafif “işte benim havam” dediğim bu. Yağmura çamura rağmen yüzünü esirgemeyen güneşli bir gün…
Ve şimdilik sağlık, sevgi, birilik ve beraberlik içinde kalalım her zamanki gibi ayrımcılığa inat sevgili okuyucularım. Yase
Günün Şiiri
Bölüşün Dünyayı
Alın bu dünyayı! diye seslendi bir gün Zeus göklerinden
İnsanlara; alın, sizin olsun artık.
Armağanım olsun sizlere bu mülk, bu toprak;
Ama kardeşçe bölüşün aranızda.
Koştu eli ayağı tutan, kendine bir pay için,
İşe sarıldı herkes, genciyle yaşlısıyla.
Çiftçi ürünlerini kaptı tarlaların,
Ava koyuldu asilzade ormanların içinde.
Ambarlarının aldığı kadar aldı tüccar,
En iyi yıllanmış şarabı seçti rahip kendisine.
Kralsa, tuttu köprü başlarını, yol kavşaklarını,
Benimdir, dedi, her şeyin onda biri.
Bu bölüşme çoktan bitmiş, geçmişti ki nice zaman,
Şair çıkageldi, çok çok uzaklardan;
Ama hiçbir şey kalmamıştı hiçbir tarafta,
Ve bir sahibi vardı her şeyin de.
Eyvah! Unutacak mıydın beni böyle hepsi içinde?
Beni, en sadık oğlunu senin?
Diye dövündü, yakındı, haykırdı uzun uzun,
Attı sonra kendini tahtın önüne.
Gezip durursan böyle hayaller ülkesinde,
Dedi Tanrı, söz söyleme artık sonra bana.
Neredeydin peki dünya paylaşılırken?
Yanındaydım oldu cevabı şairin.
Gözüm yüzündeydi,
Kulağım göklerinin ahenginde;
Sarhoştu ruhum ışığından, affet!
Unuttu her şeyini yeryüzünün.
Ne yapmalı şimdi? dedi Zeus, – dünyamız gitti elden,
Ne tarlalar, ne ormanlar, ne de kırlar benim artık.
Ama yaşamak istersen gökte benimle,
Açık olacak o sana her gelişinde
Friedrich SCHİLLER-Çeviri: Vural ÜLKÜ
Günün Fıkrası
Mutlu Evlilik
Adam gözlerini açarken zorlanıyordu. İlk gördüğü komidinin üzerindeki bir kutu aspirin ve bir bardak suydu. Ayaklandı ve yatağının üzerine oturdu. Etrafına bakarken, dürülü ütülenmiş kıyafetleri gözüne ilişti. Yatak odası toplanmış ve tertemiz olmuş. Aspirini eline alırken karısının bırakmış olduğu bir notu fark etti: “Aşkım, kahvaltın mutfakta hazır, ben evden erken çıktım, alışverişteyim. Seni seviyorum”
Mutfağa doğru yöneldi. Gerçekten de kahvaltısı hazırdı ve gazetesi de masanın üzerindeydi. Oğlu da oturmuş kahvaltısını ediyordu. Babası oğluna sordu: “Oğlum, dün gece neler oldu?” Oğlu: “Ya baba, sorma, sen dün gece saat 3´e doğru eve geldin, zil zurna sarhoştun, neredeyse baygın bir şekildeydin. Bütün mobilyalara vurdun, ortalığı kırıp döktün, salona kustun ve nerdeyse kapıya doğru giderken gözünü çarpıp kör ediyordun” Babası şaşkın: “Peki oğlum, neden ortalık toplu ve kahvaltım hazır masada?” Oğlu: “Ha bunlar mı? Annem seni yatak odasına sürükleyip yatağa attı, ama tam pantolonunu çıkarırken, “Çek ellerini pis kadın, benim mutlu bir evliliğim var” dedin.
Günün Sözü
Zekanın sakıncası, insanı devamlı surette bir şeyler öğrenmeye zorlamasıdır.
Bernard SHAW
Bazı insanlar, ev köpekleri gibi, yamandıkları kapıdan ayrılmazlar.
DOSTOYEVSKİ