Zaman Akmaya Devam Ediyor, Her Şeye Rağmen…

0
75

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gözyaşı gam ve keder dolu günler yaşıyoruz yine. Geceler uzun uykusuz, gündüzler öfke isyan ahu zar içinde. Ve her şeye rağmen akan zaman her anı gebe bilinmeyene… Ne çıkar bahtımıza belli değil. Bir yanda Sting konseri, bir yanda okullarda serbest kıyafet tartışmaları, bir yanda bazı BDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırma çalışmaları, bir yanda teslim olan teröristleri ikna çalışmalarının görüntüleri ve onları teslim alanların insanı ağlatan yaklaşımları, komşularımızdaki huzursuzluk, iç savaş.

Ancak biliyorum ki hiçbir şey sonsuza dek sürmez, ne bir iyilik sonsuza dek sürer ne de kötülük… Acılar yaşanır ve yüreğimizdeki yerini alır. Diğerlerinin yanına sıkışır. Gerçi bu günlerde iyice birikti, yürek daha ne kadar taşıyabilir ki bilemiyorum? Bilmekte istemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var. O yürek, o kadar güzel bir şey ki acıyı da sevinci de birlikte taşır içinde. Dayanamaz yalnızca acıya, illa sevinç kardeşini de yanında görmek ister, onlar zaten ikizdir, gölgeyle sahibi gibi. Ve bu yüzden zaten en dayanılmaz sandığımız acılara katlanabilmemiz.

Ve aslında yüreği katlanır kılan şey her derde her sevince sağduyu ile yaklaşmak ve sükûnetimizi korumak… Ancak tabi kolay değil. Kolay olsa zaten neden isteyelim, neden öyle olmaya çalışalım ki? Hiçbir şey kolay gelmiyor ancak bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil. Her kapısından her deliğinden umut fışkırmak zorundadır. Güzele erebilmek için ve güzellik bu yüzden çok değerlidir zaten.

Ve sevgili okuyucularım bir iki öyküyle yönünü değiştirelim mi düşüncelerimizin bugün? Beğeneceğinizi umuyorum ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum yeniden buluşana dek, dilerim hiçbir acı haber düşmez evlerimize, yüreğimize, satırlarımıza ve biz zaten ağır olan acımızı yaşayabiliriz gönlümüzce. Yase

& & & & &

Kıssa’dan Hisse

Sultan Murad Han o gün bir hoş”tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.

Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: “Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?”

“Akşam garip bir rüya gördüm.”

“Hayırdır inşallah?..”

“Hayır mı şer mi öğreneceğiz.”

“Nasıl yani?”

“Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.”

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar; “Kimdir bu?”

Ahali: “Aman hocam hiç bulaşma” derler. “Ayyaşın meyhusun biri işte!..”

“Nerden biliyorsunuz?”

“Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz…”

Bir başkası tafsilata girer; “Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar… Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine”

Hele yaşlının biri çok öfkelidir; “İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?”

Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu; “Nereye?”

“Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.”

“Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem… Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.”

“İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.”

“Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.”

“Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?”

“Mollalığa devam… Naaşı kaldırmalıyız en azından.”

“Aman efendim, nasıl kaldırırız?”

“Basbayağı kaldırırız işte”

“Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini…”

“Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.”

“Şurada bir mahalle mescidi var ama…”

“Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?”

“Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den, en azından Fatih Camii’nden…”

“Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Hadi yüklenelim…”

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza… Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha… Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır; “Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba…”

“Nasıl yani?”

“Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?”

“Doğru, öyle ya, neyse… Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.” Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. “Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.” Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar… Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından… “Biliyor musun oğlum?” diye dertli dertli söylenir… “Bizim efendi bir âlemdi, vesselam… Akşamlara kadar nalın yapar… Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!”

“Niye?”

“Ümmeti Muhammed içmesin diye…”

“Hayret…”

“Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek… O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara… Mızraklı ilmihal. Hucceti İslam okurdum…”

“Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki…”

“Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe’yi görmeli…”

“Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?”

“İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya… Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek, inan cenazen kalacak ortada…”

“Doğru, öyle ya?”

“Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?”

“Peki o ne dedi?”

“Önce uzun-uzun güldü, sonra; Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?”

Günün Şiiri

BAŞSAĞLIĞI

Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.

Ölümlerin karşısında şaşırıyorum
Ne desem ki
Düşünüyorum.

Kalanları ağlıyor gidenin
Benim gözlerim kuru
Herkes bana bakıyor, biliyorum
İçlerinden geçenleri.

Başsağlığı dilemek
Garibime gidiyor
Ölen öldü, sen yaşa
Küçültmeye benziyor.

Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kağıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.

Ben canavar ruhlu muyum
Bir ölü evinde tek söz söylenmeden
Put gibi duruyorum

kimse anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Bir yakınım öldü mü

Behçet NECATİGİL

 

Günün Fıkrası

Bir bayanın yatak odasındaki gardırop bozuktur. Evin yanında bulunan istasyondan tren geçince kapağı açılmaktadır. Bunun için bir gün bir marangoz çağırır. Marangozu yatak odasına götürür ve dolabı gösterir. O anda bir tren geçer ve gardırobun kapağı kendiliğinden açılır. Marangoz menteşelere, kilide bakar. Hanımefendi buradan gardırobunuzun nesi olduğunu anlayamadım. Şimdi ben içine gireyim ve siz kapağı kapatın, böylece ben içeriden bakarım belki böyle anlarım der. Marangoz içeri girer, kadın kapağı kapatır. O anda kapı çalar. Kadın kapıyı açar. Kadının kocası gelmiştir. Kocası doğru odasına gider ve üstünü çıkarıp asmak için gardırobunu açar. Bir bakar ki gardıropta bir adam. Kızarak adama bağırır. “Ne işin var senin burada” der. Marangoz korkmuş bir vaziyette cevap verir. “Şey beyefendi nede sem ki, şimdi size burada tren bekliyorum desem inanır mısınız?”

 

Günün Sözü

Gözlerde yaş yoksa ruh gökkuşağına sahip olmaz.

Kızılderili Sözü

İnsanlar, kötülüğü arzuları güçlü olduğu için değil, vicdanları zayıf olduğu için yaparlar.

J.S. Mill

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here