Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Kudüs Filistin’in mi, İsrail’in mi başkenti? Buna devletler karar veriyor, masum halk sokaklarda katlediliyor. Dünya izliyor, içimiz kıyım kıyım, yetmiyor havalar tehlikeli derecede güzel bu günlerde, yollar, kaldırımlar, yaralı bereli, hava kurak mı kurak, toz duman her an her yerde, evde, işte, sokakta, her solukta… O yetmez millet kötü kömürü yakmaya başladı her yer duman altı belli bir saatten sonra sokağa çıkmak gerçekten tehlikeli olmaya başladı. O da yetmedi, bizim sokaktaki çöpler darmadağın zaten bir inşaat var her yer molozla sıva döküntüleri ile dolu, kokudan, dumandan geçilmiyor. Gel de hasta olma… Bir çok evin kapısından içeri girdi bile grip, bronşit, mide barsak sorunları da… Aman dikkat! Diyeceğim ama bazı şeyler dikkatle olmuyor işte. Yani tablo apaçık önümüzde bunun üzerine güneşin azizliği de eklenince, güneş yakıyor, ister istemez çağrısına uyuyoruz, ceketleri fırlatıyoruz üzerimizden, gölgeye gelince de üşüdüğümüzü algılayana dek şifayı kapmış oluyoruz; birde bağışıklık sistemimizi zayıflatmışsak oh ne mutlu mikroplara, bakterilere, virüslere. Hemen sahneye fırlıyorlar. Alkış beklemeden! Neye dikkat edelim Allah aşkınıza? Bu kötü kömürü yakmayın diyebilir miyiz? Güneşe yakma terliyorum mu diyelim… Amerika’ya ortalığı karıştırma yılbaşı üzeri bırak üç din de ortak kullansın, onlarca kutsal mekânları, kadim zamanlardan beri o topraklarda kan kurumadı diyebilir miyiz? Dünya savaş belasına bulanmış, dolar almış başını gitmiş, ekonomi yerle bir olmuş, açılan iş mekânları üç ayda kapanmak zorunda kalmış, herkeste bir huzursuzluk, bir umutsuzluk, bir yoksulluk hüküm sürerken. Bazılarının yaşadığı zenginlik ve ihtişamı, sahneye fırlayan bakterilerin, mikrop, virüs, tekmil hastalık yapıcıların ekmeğine yağ bal sürüyorsa neye dikkat edelim kardeşim?
Hasta olmak, bunalıma girmek garip kaçmıyor valla. Sanki yakışıyor bile bu dekora! Aman bendenize inanmayın şaka yapıyorum, hasta olmak, bunalım takılmak valla modası geçmiş şeyler. Bizler akıllıyız, moderniz, yerli malı kullanırız ve kendimizi korumayı da biliriz değil mi ama?
& & & & &
Ve sevgili okuyucularım herkesin ama herkesin, her canlının, taşın toprağın, çiçeğin böceğin bile sevgi dolu güzel sözlere ve katıksız sevgiye gereksinimi var. Yaşam enerjisini bulabilmek için. Hepimiz de bunu isteriz, bazen çok isteriz ama isteriz de vermeyi bilir miyiz? Bendenizce bilmiyoruz çünkü aslında kendimizi yeterince sevmiyoruz ya da sevmeyi bilmiyoruz, güzel sözler söylemeyi de ve haldur huldur yaşamayı alışkanlık haline getirmişiz ön yargılarda cabası. Kendimizi unutmuşuz. Bize gerekli olan güzelliğin başkasına da gerekeceğini hiç aklımıza getirmemişiz. Ve böyle bir toplum olduk şimdilerde… Ve biz bilmesek çocuklarımız nasıl bilecek? Bir evde “canım” sözcüğünü duymayan bir çocuk onu arkadaşına söyleyebilir mi? Geçenlerde tam 30 yıllık bir evlilik dağıldı. Çünkü yuva olamamıştı o ev; sevgi, saygı “mış” gibi yaşanmıştı o evde. Ve her iki taraf hep “mış”ları yaşayarak birbirlerini ölümüne hasta ettiler, biri kanser biri şizofren oldu. Ve dün nihayet boşandılar. Fakat olan oldu! Keşke “mış”ları gerçek olsaydı, kendilerini bunca zaman kandırmasaydılar. Belki kimse hasta olmazdı keşke bilseydiler dünya sevgi üzerine kurulmuş, dinde imanda, ilimde bilimde, soluk alıp vermede sevgi olmadan olmaz? Ah ya işte biz buyuz?
Ve sevgili okuyucularım sevgiyle sağlıkla kalalım. Ayrımsız gayrımsız hep birlikte her zaman… Yase
& & & & &
Üç Suâl ve Bir Cevap
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî’ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî; “Sorun!” buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı: “Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.”
Şems-i Tebrîzî hazretleri; “Öbür sorunu da sor!” buyurdu.
O; “Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?” dedi.
Şems-i Tebrîzî; “Peki öbürünü de sor!” buyurdu.
O; “Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu.
Ve; “Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” dedi.
Şems-i Tebrîzî; “Ben de sâdece cevap verdim.” buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: “Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.”
O kimse şaşırarak; “Ağrıyor ama gösteremem.” dedi.
Şems-i Tebrîzî; “İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana; “Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz.” dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?” buyurdu.
Günün Şiiri
DOSTLUK
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi…
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı….
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus…
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu…
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere…
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı…
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan…
Can YÜCEL
Al Bir Uzun Hava
Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin
Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın!
Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını
Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin!
Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya
Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye
Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun
Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Anadan doğma kör iki kafadar aynı tabaktan sarma yiyorlar. Birisi sarmaları çift çift yeme diyor. Diğeri soruyor çift çift yediğimi nereden gördün deyince diğeri cevap verdi: “Ben öyle yapıyorum”
Günün Sözü
Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler.
Shakespeare