Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Havada depresyon kokusu var. Güneş keskin, gölge serin. İnsan, heyecanlı ve beklentili olunca acaba depresyon kokusunu alabilir mi? Belki? Belki de hem algılar, hem depresyonda olabilir, belki de hem bunun ayırımında olmayabilir!!
İnsan bu! Kompleks bir yapı! Ve bir dünya!! Dağları, taşları nehirleri, denizleri, yıldızları, ayı güneşi gezegenleri olan…
Ve evren bu minnacık dünyalarla dolu… Çocuk dünyalar, genç dünyalar, erişkin yaşlı dünyalar, anne baba dünyaları ve hayvanlarda birer dünya ve bütün dünyalar kocaman bir dünyada yaşarlar. Ve bu dünyalar çoğu zaman habersizdir kendi dünyalarından?
Kendinden haberi olanlarda var aralarında çok değil ama var. Peki, onlar ne yapıyor? Belki ‘Bilge’ oluyor! Belki Derviş olup yollara dökülüyor? Belki bildiklerinden ötürü şaşkınlar? Belki depresyondalar?
Belki kendi dünyalarında kayıplar bendeniz gibi! Kendi dünyasında kayıp! Bir lokma bir hırkaya mı sarılıp, derviş olup yollara mı dökülsün yoksa hanım hanımcık, kendinin olmayan ödünç bir hayatı yaşayıp gitsin! İkileminde dolaşanlar bunların dünyası çokkkk büyük ama onlar sadece ikilem içinde olduklarını bilirler. Düşünceleri karışık ve dumanlı, tek yardımcıları yine kendileridir. Ancak kendi kendilerinden fayda gören pek olmamış daha bildiğim kadarı ile.
Ancak yine de bir hırka bir lokma diyerek yola koyulanların önünde korkunç iki canavar çöreklenir her zaman… Birinin adı medeniyet, diğerinin ki nefs (benlik, istek) Bu yola çıkanlar sürekli savaşmak zorunda kalırlar. Bazen yenerler ikisini birden, bazen ikisine birden yenilirler. Bu yenilgide her zaman başa dönmek vardır! Yolun ta başına! Ve yeniden başlar mücadele.
Zordur bu yollar çok zor aslında. Sürekli mücadele var bu yolda. Kendi bataklığında kaybolanlarında işi zordur. İkilem, üçlem arasında kalanlarında!
Yok, eğer iki canavarı da yerle bir edip yolunuzu temizlerseniz işte derviş olmak bu! İşte özgürlük bu… Ama özgürlüğü bir türlü bulamayanların depresyona düşmeleri kaçınılmaz olur. Bazen bir tek söz, bir gülümseme, bir koku, öyle sıradanmış gibi algılanan, bir dokunuş var yok arası. Depresyon sıcak bir battaniye gibi sarar omuzlarımızı… Bazen yazılar kendini yazdırır, gündem olmasa da bu yazıda böyle oldu bu sabah.
Sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Her zaman, hep birlikte, ayrımsız, gayrımsız… Yase
Ve içe dokunan bir öykü…
Sokak Çocuğu
Yine bir kuytu köşede rastlamıştım ona. Her zaman ki gibi yırtık bir gömlek, yamalarla dolu bir pantolon ve delik bir ayakkabı vardı ayaklarında. İki büklüm bir vaziyette kartonun üstünde uyuyordu yağan karlar eşliğinde. Duyulan her uğultu sonrasında sanki uyanır gibi oluyor ve tekrar dalıyordu derin uykusuna. Kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordu o an. Hangi yemeklerin hayalini kuruyordu acaba ya da yeni aldığı ayakkabılarının parlaklığına mı hayran kalıyordu. Bir ara hafif tebessüm etti, sanırım kaybettiği anne ve babası ziyarete gelmişti onu rüyalarında. Sayıklarcasına sohbet ediyordu onlarla. O kadar içten konuşuyordu ki özlemini dile getirmek için çırpıyordu. Ve sonra…
Aniden uyandı karşısında beni görünce sarıldı hemen. Yine geldiler beni görmeye, yine başımı okşadılar ve yine gittiler dedi… Küçücük gözlerinden akan damlalar omzumu ıslatmaya devam ediyordu.
Her zaman benimle teselli bulurdu. Tabi bende onda bulurdum mutluluğumu. Hep onunla beraber dolaşırdık sokak sokak. Bilmediğimiz, öğrenmediğimiz yer kalmamıştı. Ve yine dolaşmak istedik karlar altında. Daha ilk adımlarımızda bana doğru baktı. Gözlerinden bir damla daha yaş geldi. Ne oldu dedim? Bak dedi ve parmağıyla bir yeri işaret etti. Onunla aynı yaşlarda bir çocuk kartopu oynuyordu. Tavırlarından belliydi ki çok eğleniyordu. Çünkü o tek başına değil kardeşleriyle ve babasıyla oynuyordu kartopunu… Ve bana tekrar dönerek her baba böyle midir diye sordu. Her baba çocuğunu sever mi dedi. Sever dedim ona. Ama bazıları belli etmez sevdiklerini, bir başkası da çocuklarına kötü davransa da yine sever çocuğunu, çünkü çocuklar onların eseridir. Peki her çocuk da babasını sever mi dedi. Bu sefer sevmez dedim. Çünkü her çocuk anlamaz babasının değerini, bazıları küçük görür; yanından geçerken görmezden gelir, bazıları ise karşı gelir sözünü dinlemez dedim. Garip dedi sessizce ve yolumuza devam ettik.
Elleri üşümüştü artık geri dönmek istedi. Karda zaten hızını arttırmıştı. Hızlıca geri dönmeye başladık. Biz hızlandıkça karda bir taraftan inatlaşırcasına hızlanıyordu. Ona bir şey olacak diye korkuyordum bir yandan da. Sonunda vardık ve onu yerine yatırdım. Soğuk iyice içine işlemişti ki titremekten konuşmakta zorlanmaya başlamıştı. Üstünü ne bulduysam onunla kapatmaya çalıştım. Biraz daha iyi oldu sonra. Yatmadan önce son kez yine gelirler mi? Annem ve babam gelir mi ve benim başımı okşarlar mı? Tabi gelirler sen uyu onlar yanında olacaklar dedim ve arkamı dönmüş giderken arkamdan sen dedi. Sen nereye gideceksin bu defa. Bilmem diyerek uzaklaştım yanından.
Bende yırtık elbiselerimle her zaman kalacak yerim olmadığından dolaşıyordum sessiz karanlık sokaklarda. Bir yerde uyuyakalmışım ve uyandığımda sabah olmuştu. Çabucak yerimden kalktım ve ona gittim. Ona yaklaştıkça sabah erkenden bir yerlere gitmediğini gördüm içim rahatlamıştı. Yanına varmadan önce ben geldim diye seslendim fakat cevap vermedi. Neyse dedim herhalde duyamadı. İyice yaklaştım ve tekrar ben geldim diye seslendim. Ve yine ses yok… Ona dokunmaya başladım hadi kalk dolaşalım dedim. Ne bir şey diyor ne de bir ses çıkarıyor. Şaka yapma kalk dedim. Ama şaka yapmıyordu. Mikroplar içinde kalmaktan hastalığı iyice artmıştı son günlerde ve sonunda kavuşmayı çok istediği anne ve babasına kavuşmuştu. Bundan sonra hep başını okşayacaklar ve hep yanında olacaklardı onun. O çok sevdiklerine kavuşmuştu ama beni, bir diğer sokak çocuğunu yalnız bırakmıştı artık…
Çocuğuna en ufak yaramazlığında insanüstü ceza veren, Çocuğunu okutmayı gereksiz görüp sokağa atan, Çocuğunu ağlatanlar bakın sokak çocukları nelerin hayallerini kuruyorlar. Onları annesi babası dövmüyor çünkü onlar yok. Onları okutan annesi babası yok. Onlar hiç yok yere ağlamıyor, onlar yaşam mücadelesi için ağlıyor çünkü kimsesi yok. Birçok aile değersiz gibi gördüğü bir tokadın cezasını kaybettikleriyle çekebilir. O yüzden milyonlarca sokak çocuğu bu halde iken elinizde olanlardan da mahrum kalmayın…
Günün Şiiri
Ayın Büyüttüğü Oğullar
Bize kanlı bir uykunun, bir kardeşlik sabahı başlatacağı müjdelenmedi.
Cinayetten dönen kardeşiniz, gölgesini gizlediği duvarların ötesini görür.
Ellerini yıkar ve sizi dünyada bir söz olarak bırakır.
Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları.
Ölü oğullar. Kurban hepsi.
Sanki onlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü.
Yüzleşiyoruz.
Sızlanmaya başlayan bir çırpınmada “yeter” diyorum.
“gidin ve öldürmeyin”
ağzımda kesik bir gülüş. Kâbus olmalı.
Bir cinayetten dönen kardeşim korkutuyor beni.
Kanlar içinde uyanıyorum. Terliyim.
Aç gözlerini. Tırnaklarını acıyan yerlerine bastır.
Biri var mı göğsümü mendiliyle silecek.
Kardeşim bir cinayetten dönüyor. Karanlık dehlizlerden.
Siyah paltosu
Ve gözleriyle.
Ona benzemeyeceğim.
Gece ayaklarımız okşandı ve büyük dağları geçeceğimiz söylendi.
Karlarla bekletilmiş büyük dağları geçtik.
Bahçede ilk gün keskin bir çizgiyle yan yana duran üç yıldızı gördük.
Mutlak. Yol açıcı.
“Bakmak istiyorum ayaklarına” dedi eğilen bir ses.
Onlara, bir daha görüşmeyebiliriz demedim.
Hepimiz biliyorduk.
O dağ oğullarını yedi.
Ve onları bir sese kapattı.
Kolu yok kiminin. Kimi kör…
Kardeşlik eski bir masalın bilgisinde kaldı.
Kardeşlik acımaydı.
Bejan MATUR
Günün Fıkrası
Bir bayanın yatak odasındaki gardırop bozuktur. Evin yanında bulunan istasyondan tren geçince kapağı açılmaktadır. Bunun için bir gün bir marangoz çağırır. Marangozu yatak odasına götürür ve dolabı gösterir. O anda bir tren geçer ve gardırobun kapağı kendiliğinden açılır. Marangoz menteşelere, kilide bakar. Hanımefendi buradan gardırobunuzun nesi olduğunu anlayamadım. Şimdi ben içine gireyim ve siz kapağı kapatın, böylece ben içeriden bakarım belki böyle anlarım der. Marangoz içeri girer, kadın kapağı kapatır. O anda kapı çalar. Kadın kapıyı açar. Kadının kocası gelmiştir. Kocası doğru odasına gider ve üstünü çıkarıp asmak için gardırobunu açar. Bir bakar ki gardıropta bir adam. Kızarak adama bağırır. “Ne işin var senin burada” der. Marangoz korkmuş bir vaziyette cevap verir. “Şey beyefendi nede sem ki, şimdi size burada tren bekliyorum desem inanır mısınız?”
Günün Sözü
Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak şarttır.
Balzac