Önce, 23 Mayıs 2014 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin birinci sayfasında; “Eğitimde Büyük Eşitsizlik!” başlığı altında duyurulan ve 3.sayfasında; “Okumak da Zenginin Hakkı!” şeklinde altı sütuna manşetten verilen yorumlu haberi yorumsuz yazalım..
Birinci sayfada, “Evlerinde Türkçe konuşulmayan öğrencilerin ortaöğretimdeki matematik performansı akranlarının 2 yıl gerisinde. Eğitim Reformu Girişimi’nin raporuna göre en yüksek sosyoekonomik düzeydeki ailelerin çocukları, matematikte akranlarından 1.5 öğretim yılı ileride” cümleleriyle çerçevelenen haberin devamı 3.sayfada “Eğitimde Eşitlik Yok!” ara başlığı altında şöyle resimleniyor: “Türkiye’de akademik başarı ile sosyoekonomik durum arasında güçlü bir ilişki bulunuyor. Sosyoekonomik durumu iyi olmayan öğrencilerin, okullaşma ve yüksek akademik başarı olasılıkları düşük. Anadolu liseleri ve fen liselerini kazanan çocuklar, daha çok yüksek sosyoekonomik dilimdeki ailelerden geliyor.”
Haberi yorumlamak bağlamında, 2012 yılı Şubat ayında yayımlanan ve “Türkiye’de sınav odaklı eğitim sistemi dershane ve özel derslere ihtiyacı körüklüyor. Bu durum farklı ekonomik seviyedeki ailelerinçocukları arasında eğitim eşitsizliğini artırıyor, gelir dağılımındaki eşitsizlik eğitime erişimi de kısıtlıyor” cümleleriyle başlayan Dünya Bankası raporundan bir paragrafı yorumsuz aktaralım: “Anadolu ve Fen Liseleri “elit devlet okulları” olarak biliniyor. Bu liselere giden bir öğrenci genel liseye giden bir öğrenciden okuma olarak 2, matematik olarak 3 okul yılı ileride. Fen Lisesi öğrencilerinin üçte ikisi ve Anadolu Lisesi öğrencilerinin yarısı nüfusun en zengin yüzde 20’lik diliminden geliyor. Buna karşın, her 30 Fen Lisesi öğrencisinden biri ve her 17 Anadolu Lisesi öğrencisinden 1’i en yoksul yüzde 20’lik dilimden geliyor.” Artı; 2006 / 17. ME. Şûrasına, “Yönlendirme Ve Sınav Sistemi” başlıklı rapor sunan Prof. Dr. Ali Baykal’dan bir paragrafı da, yorumları yorumlamak anlamında yorumsuz yazalım: “Eğitimde, bilgi, beceri, yetenek ve yeterlikler sınavlarla ölçülmekte ve değerlendirmektedir. Ve fakat eğitimin arzı, öğrenenin yeterlik talebini karşılamaktan da uzaktır. Talep çoksa, arzın kaynaklarına ulaşabilecek olanları seçmek bir zorunluluktur. Diğer yandan, arz; genel ve mesleki liselerin sayısı gibi nicel olarak yeterli olsa bile, bu okullarla Fen veya Anadolu liseleri gibi okullar arasında nitel farklar varsa yine seçme sınavları yapılacaktır. Sınav başarısı ya da başarısızlığı, fırsat eşitsizliğinin nedeni değil sonucudur. Fırsat eşitsizliğini yaratan nedenler sınavdan yıllarca önce oluşan ve süregelen etkenlerdir..Temelde bu soruna çare bulunmalı, yanı sıra sınavların sayısı azaltılmalı ve yoruma dayalı sorularla sınav yapılmalıdır.”
Haberin özü olan malumsorunu, Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, ta1985 yılında yazdığı; “Eğitim mi, sınav mı?” adlı makalesinde; “Eğitimin sınav anlamına geldiğini bilmeyen kalmadı, öğrencinin adı da sınavcıya dönüştü. Son yıllarda ülkemizde en hızlı gelişen sektör “sınav sanayi” oldu” cümleleriyle ilân etmişti: (Bilim ve Sanat, Eylül 1985, s. 57)
Gelelim yorumlu haberin yorumuna.. Doğulu bilge Sadi; “Hekimine aşık olan hasta iyileşmekten korkar” diyor.. “Ne efsunkâr imişsin ah ey didârı hürriyet / Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten” diyor Namık Kemal de ‘Hürriyet Kasidesi’nde;.. Vehbi Hacıkadiroğlu da, “Özgürlüğün insanda bir özgürlük arayışı” olduğunu söylüyor “Özgürlük Hukuku” adlı kitabında.. (Cem yayınları, s.13, İstanbul, 1992) Kemal’in mısralarını bu bağlamda okuduğumuz zaman, aşkına esir olduğumuz özgürlüğün, bizatihi kendisine karşı bir özgürlük arayışı içinde olduğumuzu da duyumsayabiliriz..
Birkaç yıl öncesine kadar TV’lerde “ben özgürüm” sloganı eşliğinde “tutsağı olduğu aşkını” dağ bayır, köy kasaba arayan “özgür kız” imajlı etkili bir reklam vardı.. Özgür kız, aşkına esir olduğu erkek arkadaşını ararken aynı zamanda bir kontör bağımlısı olarak kullandığı telefona olan esiri aşkını da ilan ediyordu.. Ve fakat bunu bir özgürlük arayışı olarak algılatıyordu.. Reklamın etkisi ise aldatıcı da olsa bu algısından geliyordu..
“Özgürlük kavramı, eşitlik kavramının dışında düşünülemez” diyordu Server Tanilli de ve ekliyordu: “Özgürlük herkese eşit olarak tanınmalı ve herkes eşit olarak yararlanmalıdır. Aksi halde, özgürlük, bir zümrenin, giderek bir azınlığın ayrıcalığı olur.” (Devlet ve Demokrasi, s.160, Say Y., İst. 1981)
Eğitimin eşitsizliğinden bahseden haber, hemen her tür eşitsizliğin nedeni olan, “bırakınız yarışsınlar, yaşasın kazanan birey!” anlayışına bir eleştiri getirmiyordu.. Dolayısıyla yorumlu haber; “yorumlamak yetmez, sorun onu değiştirmektir” cümlesiyle yorumlanabilirdi.. Bu türden rapor hazırlayan veya haberleştirenler ise bu yorumdan habersiz değillerdi.. Şayet habersizlerse o halde bu haber, bir “sınav aşkı” (sınav sektörü rantı olarak da okunabilir)ilanı anlamında yorumlanabilirdi.. Son tahlilde ben, eğitimle özgürleşme arayışının aldatıcı algısı, yarışmacı sistemi veya elemeci sınavları eleştirmeyenlerin (ki buna “öğrenilmiş çaresizlik” dedenebilir) artık rapor değil, “Ne efsunkâr imişsin ah ey didârı sınavlar! Fırsat eşitliğine aşık olduk, gerçi kurtulamasak da sınav öncesi eşitsizliklerinden!” şeklinde kaside yazmalarını öneriyorum..
Selam ve saygılar…
ozdemirgurcan23@gmail.com