Değerli okurlarım, aldatmak, inanmak ve sadakat, bu önemli kavramlar hep aynı kapıya çıkıyor. Her birinden birer parça alsak n’olur bilemem ama sanırım pek de iyi bir şey olmaz. Ancak aldatılma acısı başka hiçbir şeye benzemiyor. Muhtemelen en yakınınızın ölümü bile o kadar acı vermiyor. Bunda kızgınlık, öfke, terk edilmişlik vs. Birisi sizin yerinize tercih edilmiş olur, ruhunuz, bedeniniz, karakteriniz eleştirilir.
O kişi de bu konuya kafayı takmışsa ve özellikle ruh da bu olayı kendi kendine temizleyememişse, bu acı, bu kompleks ömür boyu da devam edebilir. Sadakat de, sağlıklı inanmak da bizlere, bunlarla beraber çok şeyler çağrıştırıyor. Ortaya böyle bir soru atılsa ve denilse ki; Bir erkeği ya da bir kadını cazip kılan en önemli özellikler nelerdir? Yanıtları şunlar olabilir diye düşünüyorum. “Güzel ya da yakışıklı, varlıklı, kariyer sahibi ve başarılı.”
Eskiden bu ifadeler söylenirdi. Şimdi devir değişti ve aldatmayan bir erkekle beraberseniz dünyanın en ayrıcalıklı ilişkilerinden birini yaşıyorsunuz demektir. Erkekler aldatıyor da kadınlar aldatmıyor mu? Üstelik onlar için evli, bekar fark etmiyor. Aldatan kocalarından intikam almaya çalışıyorlar, bunu bir anlık zevk uğruna yapıyorlar. Neyse şimdi bunları bırakalım, ahlakımız bozulmasın. Taslak romanımdan iktibas ettiğim, inanmakla ilgili bir paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum.
“…İnanmak ve yaratıcı düşünce kolayca bir şeyi yapmak için, yeni ve gelişmiş yollar bulmaktır. Her türlü ödülü, işleri daha verimli yapmak üzere yeni yol ve yöntem bulmakta saklıdır. Yaratıcı düşünce kabiliyetimizi geliştirip güçlendirmek için neler yapmamız gerektiğini biliyoruz.
Yapabileceğimize inanmak ve o işe sadık olmak, yaratıcı çözümlerin yolunu açar. Fakat bir şeyin yapılamayacağına inanmak, yıkıcı ve olumsuz bir düşüncedir. Bu husus her şey için geçerlidir. Kalıcı dünya barışının sağlanabileceğine içtenlikle inanmayan politik liderler, dünya barışını sağlamada başarılı olamazlar. Çünkü zihinleri başarı getirici yaratıcı çözümlere kapalıdır.
Birinden hoşlanmayabileceğinize inanırsanız, onunla ilgili inanmak ve sadakatle ilgili bir şeyler bulabilirsiniz. Kişisel problemlerimize çözüm bulabilirsiniz, eğer inanırsanız. Hoşlanmak istemediğiniz ya da sevmediğiniz kişiler için de, söylediği her doğrusuna on yanlış bulmanız mümkündür. Burada sevgiyi de ortak ettim ama bu kavram göz ardı edildiğinde hiçbir şey sağlıklı olmuyor nedense. İnandırıcı, inanılan sadık dostlarla karşılaşmanızı dilerim.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Ölüm En Etkili İkazdır
Değerli okurlarım, ben bir din adamı değilim ama ahkâm kesenlerden daha fazla dinine bağlı ve saygılı bir insanım. Aynı zamanda Hristiyan dostlarımı da sonsuza kadar sevebileceğimi düşünüyorum.
Hiç kimse ölmek için can atmaz, bu tamamen doğrudur. Fakat dünya telaşına insanlar fazla kapıldığında, tehlikeli bir girdabın içine giriyor farkında olmadan. Hayati önem arz eden konuları geri plana iterken, belki de hiç önemi olmayan konuları da zirveye taşıyor. Günümüzün yoğun temposu içinde tefekkür edip, hep iyilikleri ve güzellikleri düşünenlere ne mutlu! Bunu başarabilen, aynı zamanda çok şeyler kazanır.
Yorgun argın evimize geldiğimizde ya da yatağa uzandığımızda günün muhasebesini bitaraf yapabiliyorsak, hastalanmadan sağlığın, yaşlanmadan gençliğin kıymetini anlayabiliyorsak, gerçekten çok şanslıyız… Niçin yaratıldığımızı, bu hayata geliş gayemizi düşünmek için biraz mola vermek şart. Dünya meselelerini halletme adına nefes nefese koşarken neden koştuğunu ya da koşarken aniden düşmeyi beklememeli insan.
Yaşadığımız çağın muhtemelen en büyük sorunu, eylemlerin düşünceleri, kuşatmış olması. Bol para kazanmak, erişilmez teknoloji, modern yaşam ve bir de bunlara acımasız rekabet eklenince ortaya çıkan tablo düşünülemeyecek kadar ürkütücü. İnsanlara gerçekleri unutturan, devamlı meşguliyet sonucunda, en ufak boşlukları bile bir şeylerle doldurmaya çalışıyor insan. Oysa yaşamdaki tüm olumsuzlukları ya da dezavantajları yine onlarla kapatmaya çalışma gayreti ne kadar enteresan, ne kadar düşündürücüdür.
Hani derler ya… Boş zamanı değerlendirecek çok şeyler var. Sigara, peçete koleksiyonu yap, pul biriktir, tüm paralı kanallara abone ol ya da uyanık olduğun sürece spor karşılaşmaları izle. Tamamen bunlara öncelik verildiğinde, işte büyük tehlike o zaman başlıyor. İnsanoğlunun yaşamında anlatılması güç, öyle parantezler, öyle boşluklar vardır ki, inanın bizzat yaşamadan, yaşanmadan anlaşılmıyor.
Konu ile ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yıllar önce yeğenim Turgay’ı kaybettik. Beş yaşını bitirmek üzereydi ve kalbi delikmiş zavallının. Morgdan alıp camiye getirirken çok şeyler düşündüm. Bu yalancı dünyadan kurtulup kelebek gibi en iyi mekana yerleştiğini, riyaya, gıybete, kibre hasılı kötülüklere bulaşmadan gitti dedim. Adını da ben koymuştum yeğenimin. Onun ablasını (Nilgün Ergüder) toprağa vermiştik, ilgisinden dolayı gazeteme teşekkür ederim. Beni yalnız bırakmadılar.
Dilerseniz beraberce düşünelim. Şu yalancı dünyada, Azrail tepemizde dururken son nefesimizde ne halde olacağımızı, hayattayken peşinde koşturduğumuz uğraşların kaçının can verdikten sonra bize yarar sağlayacağını şöyle bir düşünelim. Toprağa verildikten sonra, paran pulun, malın mülkün, çoluk-çocuğun hepsi hikaye. Yaptığımız iyilik kötülük bizimle kalır. İnşallah iyiliklerimiz ağır basar. Öbür tarafta yüzümüzü ağartır.
Bu vesile ile değerli okurlarıma, çalışma arkadaşlarıma sağlık afiyet ve uzun ömürler dilerim. Bu dileklerim tüm insanlar için geçerlidir. Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Domates mi Dediniz?
Domatesin ilginç bir tarihi vardır. Bolivya ve Peru’da yabani sarı renkli bir domates bulunmuş, sonra Meksika’da yetiştirilip Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinden sonra Avrupa’ya gemilerle gönderilmiştir. Tanıştıkları dönemde İtalyanlar ona “Altın Elma” Fransızlar ise insana romantik duygular kazandırdığını söyleyerek “Aşk Elması” demişler.
Gerçekten de bugün en yoksulların sofrasında bile karşımıza çıkan domatesin, yemeklerimize lezzet katmaya başlaması aslında ortalama bir insan ömründen biraz daha uzun zamana dayanmakta. Yemeklerimize tat veren domates yaklaşık yüz yıl önce Türkiye’ye girmiş ve çok çeşitlenmiştir. Ancak, bugün ne eski tadı, ne de kokusu kaldı. Seralarda yetiştiriliyor ve hem de iki günde. Böyle domatesin tadımı olur?
Günün Sözü
Sadakat, En Önemli Erdemdir!
Öcal’dan İnciler
Sadakat mı Dediniz? O Eskidendi!