Yine ve Her Zaman Önce Üslup

0
116

Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Yazıp silme sabahı bu sabah nasıl oluyorsa? Bazen yazarız akıp gider yazdığımız, bazen de yazdığımızı defalarca sileriz, bazen de içimizden geldiği gibi yazmak isteriz düşündüğümüzü tavrımızı falan. Ancak kendimizi tutarız. Kendini tutmak çok güzel bir şeydir bence, kendini tutmak, kendine sahip olmakla birdir. “Eline, diline, beline sahip ol” türünden. Eğer bunu becerebilsek ağzımızdan çıkanları da denetleyebiliriz, yazmak istediklerimizi de. Bazen yapmak istediklerimizi de. Düşüncelerimiz, söylemek istediklerimizi de ancak bunlar hem bize, hem çevremize zarar verecekse onlardan vazgeçmeyi bilmeliyiz; en azından denetleyebilmeliyiz.

& & & & &

Ve yazdıklarımı silmeye gelince nedenler aynı. Sürekli önce üslup diye dolaşmama rağmen yazımın üslubu kendime bile çok sert geldi. Ancak bu sertlik içimde son zamanlarda birbiri üzerine yığılarak sert duvarlar oluşturan olaylardan kaynaklanıyordu. Olayların sertliği, üslubuma yansıyınca onu yumuşatmak ya da eksiltmek elimden gelmedi bu yüzden silmek en doğrusu gibi göründü gözüme. Yazmak çoğu zaman içimizdeki bazı huzursuz kabarıklıktan kurtulmanın yolu olabiliyor. Kendimizi olduğumuz, düşündüğümüz gibi yazarız ama kendimiz için yazarız, içimizdeki sert duvarların kırılması ve içimizin temizlenmesi için. Çok kızınca duvara vurmak, bağırmak gibi, üzülünce ağlamak, korkunca çığlık atmak gibi yazarız. Ve yazının sonunda rahatlamış oluruz. Ancak o yazıyı paylaşmamız gerekmez tabi ki.

& & & & &

Biz garip insanlarız gerçekten. Zamana göre değişiriz. “Öyle bir geçer zamanki” dizisi gibi. O zamanlar Osman yaşındaydık ve zaman bize dokunmadan geçti diyemeyeceğimiz bir zamandı, karabasan gibi yaşanan. Biz sokakta olmadık o zamanda, hiçbir zaman da. Taş atmadık, silah tutmadı elimiz ama düşüncelerimiz vardı. Ve kitaplarımız ve biz onlarla geldik bu yaşa temelde değişmeden. Ancak çok arkadaşımız sevdiğimiz, bizden çok uzaklara düştü. Şimdi tanımıyorlar bizi. Zamanın insanları oldular. Ama biz yinede onları unutmadık, değişen şeyler, bazen insanları da değiştirir gerçeğinin var olduğunu onlar öğretti bize. Ve insan karakterinin değişken yapısına yaşayarak şahit olmayı ve ünlü düşünür Senec’ın dediği gibi sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir diye düşünmeyi.

Ve sevgili okuyucularım yaz-sil’le zamanımın çoğunu yedim. Tabi o zamanda enerjimi. Bu yüzden yazıma burada son vermek istiyorum. Sağlık, sevgi ve hep birlikte her zaman diyerek hoşça kalalım… Yase

Bazen yazılarımı silerim. Sakin bir akarsu gibi görünen gönlümden…

& & & & &

Azıcık Felsefe

Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

“-Onlar, dedi, benim için iki simgedir evlat”

“-Neyin simgesi?” diye sordu çocuk

“-İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”

Çocuk sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “-Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: “Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!”

& & & & &

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş, bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa; -Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda demiş, kavak

-On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak

-Doğru, demiş ağaç, doğru.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış sormuş endişeyle kavağa; -Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için…

Günün Şiiri

Akşam Musikisi

Kandilli’ de eski bahçelerde,
Akşam kapanınca perde, perde,
Bir hatıra zevki var kederde.

Artık ne gelen, ne beklenen var;
Tenha yolun ortasında rüzgar
Teşrin yapraklarıyla oyna.

Gittikçe derinleşir saatler,
Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer
Sessizlik daima ilerler.

Ürperme verir hayale sık sık,
Her bir kapıdan giren karanlık,
Çok belli ayak sesinden artık.

Gözlerden uzaklaşınca dünya
Bin bir geceden birinde guya
Başlar rü’ya içinde rü’ya.

Yahya Kemal Beyatlı

Açık Deniz

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Kalbimde vardı “Byron”u bedbaht eden melâl

Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl…

Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,

Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,

Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu…

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu…

Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,

Rü’yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular…

Mahzun hudutların ötesinden akan sular,

Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,

Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!

Bir gün dedim ki “istemem artık ne yer ne yâr!”

Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;

Gittim son diyâra ki serhaddidir yerin,

Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!

Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü

Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü,

Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;

Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri

Keskin bir ürperişle kımıldadı anbean;

Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.

Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!

Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!

Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,

Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!

Yalnız o kalmış ortada, âsi ve bağrı hûn,

Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun…

Sezdim bir âşina gibi, heybetli hüznünü!

Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,

Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!

Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz,

Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı;

Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.

Yahya Kemal Beyatlı

Günün Fıkrası

Kadın doktora gittikten sonra eve geldi ve kocasına büyük müjdeyi verdi: “-Hamileyim!” Adam şaşkınlık içerisinde cevap verdi: “-İmkansız!.. Ben hep dikkat ederim…” Emin olmak için doktoru ziyaret etti: “-Anlayamıyorum doktor, dikkat etmiştim.” “-Bakın bayım… Bu araba kullanırken dikkat etmeye benzer. Siz dikkat edersiniz ama başkası gelip çarpar!”

Günün Sözü

Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.

Mevlana
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz.

William Blake

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here