Tüm İyi Şeyler Sabırdan Sonra Gelir
-Mevlana-
Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Bu sabah (Pazar sabahı) 76 yaşımızı tamamlayıp 77’den gün almaya başladık çok şükür bütün olumsuzluklara rağmen. Olumsuzluklar, sıkıntılar (dertler, felaketler demek istemiyorum)… Önce korona hanımla başladı. Hiç beklemediğimiz bir şekilde hayatımıza girdi ve bizi baya bir silkeleyip hasta etti. Birçok can korona hanıma kurban oldu, mekânları cennet olsun. Tabi bu durum yayın hayatımızı da etkiledi. Her gün tıkır-tıkır çalışan gazetemiz 75 yıl sonra haftada iki gün çıkmaya başladı.
Her şeye rağmen heyecanımızı yitirmedik çalıştık. Yazdık çizdik. Bu arada büyük kayıplar yaşadık. Zaten köşe yazarı sevgili arkadaşımız Gürcan Özdemir beyi ebediyete uğurlamıştık ardından sevgili arkadaşım Doğan Süslü oğlunu ve bendeniz sevgili ağabeyimi yitirdik. Aynı zamanda acımız büyük sessiz ve aslında yıkıcıydı. Ancak yıkılmadık, ayakta ve gazetemizdeydik. Ama kader ağlarını örmeye devam ediyordu. Çok geçmeden yeni bir acı ile sarsıldık. Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni sevgili kıdemli gazeteci Semir Bağırsakçı da yaşam mücadelesine daha çok devam edemeyerek aramızdan ayrıldı. Hayat, işte bu! Akmaya devam eder zaman ve eğer sen yaşıyorsan zamanla akmaya devam edersin kırık, dökük, yaralı, bereli olsan da.
Biz bunla kurtulacağımızı sandık. Ancak bir sabah 6 Şubat saat 04.17, bendenizin saati tamda bunu gösteriyordu. Yeni yatmıştım ve korkunç bir sarsıntı Kahramanmaraş’ta başlayıp bize dek ulaştı. Saatler kadar uzun gelen o bir dakikadan sonra kıyamet resmen koptu! Artık hiçbir şey o dakikadan sonra aynı değildi! Korku dilleri lal etmişti. Çığlıklar artık ömrümüzce kulaklarımızın misafiriydi. Ve tabi olarak yayın hayatımızda depremden nasibini almıştı. Kuşkusuz 77 yaşına gelene dek birçok toplumsal olay yaşamış olan gazetemiz, şimdiye dek böylesi bir felaketle karşı karşıya gelmemişti. Artık hepimiz ilk şoktan sonra sahalardaydık.
Başta gazetemiz imtiyaz sahibi Ruzkullah bey, İlyas, Helga ve çocukları olmak üzere hepimiz sokaklara döküldük, elimizden gelen ne varsa yapmaya çalıştık. Ömrümüzde gördüğümüz en kötü manzaralarla karşılaşırken çok güzel şeylerle de karşılaştık. Acılarımız hep ortaktı, her evden kayıplar vardı ve hayatımız alt üst olmuştu. Acılarımızı erteleyip nasıl yardım ederiz diye çırpındık. Umarsızlığı, acıyı, ayrımı, gayrımı, hırsızlığı, yağmacılığı gördük. İnsan aramaya başladık mumla! İnsan vardı ama gerçekten mumla bulunan. Ve belki bizi depremden çok etkileyen onlar oldu. Birbirimize kenetlenmemiz gereken bir zamanda bunca ayrım gayrım bizi perişan etti. Ve hala bu durumdayız. Ve seçimler bu ortamda yapıldı. Karalama, yalan, dolan sürüyordu ve ne yazık ki her zaman kazananlar onlar oluyordu.
Şimdilerde depremin açtığı yaraları sarmaya çalışırken bir taraftan sıcaklarla, bir taraftan da zamlarla sınanırken doğum gönümüzde ayakta durmaya çalışıyoruz, dik ve doğru olarak. Atatürk ilke ve inkılâplarından bir santim sapmadan ödün vermeden! Geleceğe dair umutlarımız var mı? (kendime inanmıyorum bunu sorgulamaya başladık!) Ne zamana dek ödün vermeyeceğiz? Dik ve sağlam bastığımız kadar kuşkusuz. Şimdilerde kayanları, sapanları hatta Lozan’ı bile unutanları görünce. Bunun kolay olmayacağını da biliyoruz. Ancak biz ne olursa olsun dik ve doğrularından ödün vermeden gazetemizdeki hayatımıza yüzüncü yılımıza doğru ilerlerken devam edeceğiz. Dilerim gün olur bütün bu olumsuzlukları bize unutturur. Hayat umut üzerine kurulmuştur ne de olsa!
Ve 77 yaşın bize mutluluk ve yayın hayatımıza yenilik, özgürlük getirmesini diliyorum daha çok ayrılık yaşamadan. İlkelerimizden, çizgimizden ödün vermeden… İskenderun ailesi olarak yeni yaşımız kutlu olsun diyorum. Her zaman birlik ve beraberlikle kalalım. Başta Rızkullah baba ve İlyas olmak üzere bütün gazete ailemizi kutluyorum yeni yaşımız kutlu olsun.
Ve sevgili okuyucularım her zaman bizimle, sağlık ve sevgiyle kalın ayrımısız, gayrımsız. Yase
& & & & &
Ülkece şifa bulmak umudu ile bir umut veren efsane okuyalım.
Kütahya Efsaneleri; “Yoncalı Efsanesi”
Bundan uzun uzun yıllar önce, geçmiş zamanların birinde Kütahya Valisinin çok güzel bir kızı varmış. Günün birinde bu kızcağız amansız bir hastalığa yakalanmış. Kötü ve bulaşıcı olan bu hastalığı ne yaptılarsa tedavi edememişler. Günden güne kızcağızın hastalığı ilerlemiş daha kötüye gitmeye başlamış, sağlından tamamen ümit kesilmiş ve başkalarına da bulaşır korkusuyla kızın kimsesiz boş bir yere bırakılması kararı alınmış. Yoncalı çayırlarının bulunduğu yere bir çadır kurup yanına yemeği de bırakılarak bu güzel kız orada hayata terk edilmiş.
Kız orada bir müddet kaldıktan sonra bir gün etrafta dolaşan tüyleri dökülmüş, cılız bir kurt görmüş. Kurt her gün ikindi serinliğinde çayırın yanından geçerek bir yere gidip gelmekteymiş. Kız bir müddet sonra kurdun düzelmeye ve tüylerinin çıkmaya başladığı fark etmiş. Bu durumu çok merak etmiş ve kurdu takip etmeye karar vermiş. Artık yürerüyecek hali kalmadığından sürüne sürüne kurdu takip etmiş. Gide gide gitmiş, bir de ne görsün! Kendini çayırlıklar arasında bulunan bataklıklar içinde bulmuş. Burda gizlenip kurdu izlemeye başlamış.
Kurt birinci batağa girip içine batıp batıp çıkmış sonra, ikinci batağa girmiş ve orada da batıp batıp çıktıktan sonra temiz suda durulanıp çıkmş. Bu durumu gören kız aynı şekilde bataklara girip çıkmaya başlamış. Günden güne iyileşmiş gücü yerine gelmiş, yüzü gözü düzelmiş. Tam iyileştiği bir gün oralarda koyun güden bir çoban onu görmüş güzelliğine hayran kalmış ve kızı çok beğenmiş. Yanına gelip kıza; “İn misin, cin misin?” demiş.
Kız da; “Ne inim ne de cinim, senin gibi Adem oğluyum” demiş ve başına gelen herşeyi olanı biteni başından sonuna çobana anlatmış. Çoban da bunları öğrenince kızı alıp babasına götürmüş. Baba kızını iyileşmiş görünce çok mutlu olmuş sevincinden, çobana “dile benden ne dilersen” demiş. Çoban birkaç kez sağlığın diledikten sonra babasından kızını istemiş. Baba da kızının çobanla evlenmesine müsaade etmiş. Baba, Yoncalı’ya bir hamam ve bir cami yaptırmış. Herkese şifa olsun hastalarda iyi olsun diye. Günümüzde Yoncalı‘ya pek çok hamam ve bir hastane yapıldı. Şimdilerde hamamlar dolar taşar, hastalar şifa bulur.
Günün Şiiri
Gitmelerin Mevsimi
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun…
İstemek de güzel
Can YÜCEL
Günün Sözü
Tüm iyi şeyler sabırdan sonra gelir.
Mevlana
Hayat geç kalanları hiç affetmez.
Gorbachov
Öğretmek, iki defa öğrenmek demektir.
J.Joured