Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bizi sorsanız deniz ve mehtap resmen bizi hasta etti. Ayın çekim gücü bünyemizi alt üst etti. Buna deniz ve sıcak havalara oruç eklenince ölüyorum durumlarındayız artık. Hiç yaz günülerinde grip falan olduğum yoktu. Hatta kışın bile olmam… Ama üç gündür resmen inletiyor meğerse yaz sıcağından grip olmak dehşet bir şeymiş. Ve dikkat edilmese kesinlikle tablo ağırlaşabilir. Yani kendimi öyle hissediyorum zaten oruçtan ister istemez bağışıklık sistemimizi zayıflatıyoruz. Her ne kadar sağlıklı beslenelim falan diye yazılıp, çiziliyor, anlatılıyorsa da. Bu o kadarda kolay olmuyor, özelikle sıcaksa havalar. Bir defa suya o kadar yükleniyoruz ki orucu açtığımızda, artık bir şey yemek istemiyor canımız. Bendeniz salatalık ve çayla açıyorum orucumu aşırı sudan zehirlenmeyim diye.
Ve elimden geldiğince sağlıklı yemeye çalıştığım halde yinede yeterli beslenmediğimi biliyorum üstelik yürüyüşlerimi aksatamadığım halde, bedensel aktivitelerimi kaybetmediğim halde yine de grip olmaktan kurtulamadım. Şimdi aman dikkat edin falan demeyeceğim. Şunu yiyin bunu yapmayın da demeyeceğim yalnızca her şeye hazırlıklı olun diyebilirim. Yaşanmışlıklardan öğrendiğim bir şey varsa, o da kimseye tavsiyede bulunmamak. Herkes yalnızca kendi bünyesini tanısın, kimse kendini, kendinden daha iyi bilemez çünkü.
& & & & &
Ve Ramazan ayındayız ya. Maşallah işimiz gücümüz iftar yemeği oldu. Artık kimse evinde iftar açmıyor nerdeyse. Basına yansıyanlardan anladığım kadarı ile. Çeşitli iftar davetleri ile ay dolmak üzere. Bu günlerde maçlar ve iftar sofraları ilk sırada yer alıyor. Sonra MHP’deki çalkantılar git-gel durumları, İngiltere’nin AB’den çıkması ve bu konudaki polemiklere ipe sapa gelmez konuşmalar oruç kafayla böyle mi oluyor acaba bilmiyorum? İsrail ile zaten iyiydik ama şimdi daha iyi olma durumları var. Tabi devletlerin işine akıl sır ermez politika garip bir şey. Bir gün düşman bir gün kardeş olabilirler işlerine geldiği zaman ve siz biz olduk ya çoktan, biz değil ama siz en az PKK’lılar kadar cesur ve onurlu olmalıymışsınız!
Belli olmaz bendeniz hem gripli hem oruçlu olarak belki yanlış anlamışımdır. Ama teröristin onuru ne demek anlamadım, cesareti neymiş onu da bilmiyorum? Yani üzerine bomba yüklü yelekleri giyip kendilerini ve yüzlerce kişiyi patlatmaları cesaret işi mi? Yoksa vahşet mi? Neyse dedim ya kafam almıyor bari dilim sürçmesin.
Ve Ramazan ayı böyle böyle geçiyor, sahur programları ki bakın onları izliyorum özellikle kanal 8 Emre Dorman İle Kur’an-ın izinde programını çok beğeniyorum. Ve Haber Türk’te Cansu Canan’ın öteki gündem adlı programı çok doyurucu geliyor bendenize. Gerçekten izlenmeye değer büyük bir zevkle izliyorum. Fatih Çıtlak beye takılıyor gözüm bazen eskiden daha iyiydi diyorum. Şimdi çok konuşuyor karşısındaki anlama özürlüsüymüş gibi.
Ve ülke sıcaklardan ve terörden cayır cayır yanıyor. Yazlıkları terk eden edene, binlerce dönüm ağaç yok oldu, yerleşim yerleri tehlikede. Zaten yabancı turist yok yerlilerde kaçıyor. İşsizliktik had safhada ve her şey güzel diyor bazıları, seviyorum ya bu güzel diyenleri, biriside “güzel” desin ne olacak ki değil mi ya kardeşim! Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Behlül
Behlül’ü bilen var, bilmeyen var. Sizlere Harun Reşid’in bu meczub görünüşlü velisinden söz etmek istiyoruz. Bilindiği gibi, geçmiş büyükler yanlarında hep bir nasihatçi taşır, onun ikaz ve irşadından hep istifade etmeyi düşünürlerdi. Başkalarının söyleyemediklerini rahatça söyleyebilen bu meczub rolündeki ikazcılar, bilhassa sultanları, makam ve mevki sahiplerini yanlışlarından dolayı tenkid eder, irşadda bulunurlardı.
Bahsinde bulunduğumuz Behlül Dana bunlardan belki de en birincisiydi. Bir rivayete göre Harun Reşid’in akrabası, bir başka rivayete göre ise, Kûfeli olup, Bağdat’a bir vesileyle gelen, sonra da Halife’nin gösterdiği yakınlık üzerine aynlamayarak (H.190)’da Bağdat’da vefat edinceye kadar kalıp, Dicle kenarındaki (Şunuziyye) kabristanina defnediien bu deli görünüşlü akıllı zat, insanları güldürerek yo!a getirmeyi denemiş, tebessüm ettirirken de düşündürmeyi tercih etmiştir.
Nitekim birgün evine giren hırsızlar nesi var, nesi yok alıp gitmişler. Herkes hırsız ararken Behlül doğruca kabristana gidip oturarak beklemeye başlamış. Görenler şaşkınlık içinde sormuşlar: “Evini soydular, sen burada bekliyorsun!” O gayet emin şekilde cevap vermiş: “Nasıl olsa buraya gelecekler, hiç merak etmeyin.”
Böylece hırsızları da, onlara kızanları da düşündürmek istemiş Behlül Dana. Demişler ki: “Buraya gelen hırsız ölü olarak gelir. Ölünün nesine bakacaksın? ” Şöyle cevap vermiş: “Ben onlarin çaldıklarının hesabını nasıl vereceklerini seyredeceğîm. Bu öyle meraklı bir şey ki, kim bunu görmek istemez.”
Harun Reşid bir ara Behlül’ü aramış, mezarlıkta uyurken kaldırıp huzuruna getirtmiş. Behlül Halifeye sitem etmiş: “Neden beni uyandırıp da getirdiniz? Ne güzeldi halim. Rüyamda padişah olmuştum Tahtımda azametle oturuyordum.” Harun Reşid gülmüş: “Ey Behlül, uykudaki padişahlıktan ne olacak, o da birşey mi sanki? ” Behlül hemen cevap vermiş: “Ne farkeder ey Harun! Ben gözlerimi açınca padişahlıktan düştüm, sen ise kapayınca düşeceksin, fark yok ki.”
Harun Reşid tasdik makaminda basını sallar, düşünceye dalar. Birinin oğlu vefat etmişti. Behlül’e sordu: “Mezar taşına ne yazdırayım? ” Şöyle cevap verdi Behlül: “Ey yolcu! Bana iyi bak, benden ibret al. Dün altımda olan toprak bugün üstümde. Dün altımda büyüyen otlar bugün de üstümde yeşermekte. Bu toprak beni gizledi ama günahlanmı asla! Ben şimdi günahlarımla beraberim.”
Bir gün sarayın avlusunda rastladığı Behlül’e Harun Reşid sorar: “Nereden geliyorsun ey Behlül?” Beklemeden cevap verir: “Cehennemden.” “Ne işin vardı cehennemde?” “Ateş almaya gitmiştim de.”
“Hani ateşin yok elinde.” “Dediler ki, burada ateş olmaz. Herkes ateşini kendisi getirir dünyadan”
Günün Şiiri
Şiirin ve Yüreğin Tarihini Yazmayı Deneyenlere
Trabzanlara yaslanıp şarkı söylüyor bir kadın
anlayamadığım tuhaf bir dille ve ivmeyle.
Kuru yapraklar savruluyor ıssız yamaçlara yukarı
tansökümü öpüşüyor şehir surlarıyla ansızın.
Ayaz mı, yoksa ilkyaz mı içimi acıtan böyle;
nedendir şu mememin altındaki anlamsız ağrı?
Kırgın, minareye tırmanan bir müezzin gibi dalgın
yürüyorum gece yarılarının geç hüznüyle.
Âh, nerede göğü martılarla dolu limanı aşkın
nerede gençliğimi evlâd edinen mahir tanrı?
Bir kadın şarkı söylüyor devşirip rüzgârı
farkında olmadan mülteci yalnızlığıma alnını dayayıp.
Sokaklar bomboş, terkedilmiş tüm mahalle;
tedirginlik sinmiş evlere o keşiş yüzüyle.
Azizeler koşarak çıkıyor merdivenlerini eski manastırın,
avlusunda yuvarlanışını duyuyorum bakır çanının.
Ufka bir yıldız akıyor kirpiklerim düğümleniyor
şakaklarıma sıvaşan ışının külleriyle.
İlâhiler yankılanıyor aklımda, dualar okunuyor;
ümmed hıncıyla yüreğime gömüyor hançeri bâtın.
Bir kadın şarkı söylüyor yaralı sesiyle,
sesime kazıyorum kadını Türk dili Fars dili Arap diliyle.
Kitapların balkonundan başka bir şey değilse cennet
ummanında bencileyin bir muamma var elbet.
Kayalar yuvarlanıyor, çirişotları gürültüyle büyüyor;
bir cırcırböceği önüme düşüyor omuzunda liriyle.
Yağmur başlıyor birden, org melekleri uçuşuyor;
ellerime dokunuyor sevda remilli bir cinayet!
Sular aydınlanıyor giderek, epriyor kutsal yangın;
keder, örtüyor günün üzerini imam cübbesiyle.
İnanla ve hicrânla şarkı söylüyor bir kadın
telleri birer birer kırılıyor inleyen kemanının.
Yollar puslanıyor, ikona kuşları palazlanıyor,
mermer kaldırımlar buğulanıyor çiy taneleriyle.
Perdeler çekilmiş, kapılar sürgülü, bahçe duvarları yıkık,
soluk alışı duyuluyor fidanlıktaki sarnıcın.
Yürüyorum nehir boyunca dudaklarımda bir ıslık,
sanki alınyazım beni çağırıyor kuğuran sesiyle.
İsa mı diriliyor? yoksa Golgotha o yana mı devriliyor;
birden cümle mumları sönüyor göksel mihrabımın!
Samanyoluna yaslanıp şarkı söylüyor bir kadın
dul bir sevinçle ve gücenik sevgiyle.
Ay doğuyor, ümidin yıkık kuleleri doğruluyor;
mayın tarlalarına dönüşüyor acının sınır.
Bir pembe bulut oluyor zafer, eğilip yüzünü yalıyor
âşık meydanlarında terk edilen yüce sabrın.
Bir kadın şarkı söylüyor devşirip rüzgârı
rüzgârlı uçurumlardan yalnızlığıma alnını dayayıp.
Şiirinin ve yüreğinin tarihini yazmayı deneyenleriyle
hayat böyle güleç iken ağlamak gerçekten ayıp!
Hüseyin FERHAD
Günün Sözü
Bir şeyi istediğimiz zaman hep onun çekici yanlarını görürüz, onu elde ettikten sonra da hep kötü yanlarını buluruz.
Jonathan Swift
Hiç bir insana rastlamadım ki, onda öğrenilecek bir şey olmasın.
Alfred de Vigny