Sanat Yazısı
Değerli Okurlarım, hayatta başarılı olmak, yere sağlam basmak, ilgi dağarcığımızı güçlendirmemiz adına insanlara hizmet veren kurum ve kuruluşlar, üniversiteler vardır. Bunlar güzel ve geçerli de, tatbikatı çok daha önemlidir diye düşünüyorum.
Bildiklerimizi, öğrendiklerimizi deneyli olarak bizlere yaşam öğretir. Eğer yaşam öğretmişse tamamen gerçektir. Bu gerçeklerin ışığında hareket edenler zorlanmadığı gibi daima başarılı olurlar. Bildiğimiz halde yanlışlara düştüğümüz de nasıl kahroluyoruz değil mi?
Yaşamın bizlere öğrettiği o kadar güzel şeyler var ki, saymakla bitmez… Karanlıklar içinde olduğumuzda, ışığa özlem duyarız ama fazla ışık da gözlerinizi kamaştırır, huzursuzluk yaratır. Her şeye rağmen karanlık dost değildir. Ben yoldaşlarımın çoğunu karanlıkta kaybettim. Bu nedenle şu anda karanlıklar içindeyim. Fakat yaşamdan öğrendiğim çok şeyler var.
Doğduğumda ölüme randevu verdiğimi, yaşadığım zamanların hayattan çalıntı olduğunu anladım. Zamanla yarışmanın yanlış olduğunu, onunla iyi geçinmenin şart olduğunu anladım. Bilmeden iyi ve kötü insanlarla beraber oldum. Sonradan öğrendim ki, iyilik de, kötülük de insanların içinde. Zamanla öğrendim.
Daha sonra sevmeyi, güvenmeyi öğrendim. Ama güvenin sevgiden daha geçerli ve sevginin sağlam zemini üzerinde kurulacağını fark ettim. İnsan tenini, tenin altında bir ruh bulunduğunu, daha sonra ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni aydınlatanlarla beraber olmak istedim ve sonra düşündüm ki, kişinin özellikle kendi çevresini aydınlatabilmesi gerektiğini öğrendim.
Daha sonra adaletle yoğrulmuş ve pişirilmiş ekmekle tanıştım. Sofralarımızın baş tacı olan o nimet iyi pişirilmişse, ustalarının unutulmayacağını, hemen sonra da ekmeği hakça bölüşmenin bolca üretmek kadar önemli olduğunu ve kıvamında ekmeğin çok olması için Yaradana niyaz ettim.
Güzel şeyler yazmayı ama yazdıklarımı “Önce kendim beğenmeliyim” diyerek direttim. Başarılı olduğumu dolaylı olarak duyuyorum. Şimdilik yetiyor. Okumayı sevmem de bunların bir parçası.
Kalıplar içinde düşünmeyi ama kalıpların sıkıcı olduğunu düşünerek, kendi tabularımı yıktım. Zira sağlıklı düşünmek en iyisiydi.
Kız kardeşlerim vardı ve onlar benim gölgemde büyümüşlerdi. Bu nedenle insanları ve bu konudaki hassasiyetlerine saygı duyuyordum. Yoksullarla ilişkilerde onlardan bir beklenti içinde olmanın “Namussuzluk” olduğu düşüncesi bütün benliğimi kapladı. Ve de, cebinde paraya güvenerek elin eksik eteğini yoldan çıkarmanın haysiyetsizlik olduğunu anladım. Bu şerefsizliği yapanların olduğunu düşündükçe ürperdim.
Genç yaşta bir gerçeği ama en büyük gerçeği gördüm. Beni dünyaya getirenleri kendi ellerimle toprağa verirken, o dayanılmaz acıyı yaşadım.
Yine genç yaşta, bir muhteremin donmuş vücudunu, sana bakan mavi gözlerini ellerimle kapama bahtsızlığını yaşadım. Bu acıları genç yaşta yaşadım. Ama dozunda olan acının yemeğe olduğu kadar, hayata da lezzet kattığını, bazı gelişmelere alışılması gerektiğini istemesem de öğrendim.
Doğarken ölüme randevu veriyoruz, zamanı yok, kaçış mümkün değil. Genel olarak 0 ile 100 yaş arasında alacaklı gelir, şike yapmaz, acımasızdır. Bunu kimseye inandıramıyorsunuz nedense. Demek ki yaşam tatlı geliyor ki…
Unutmayalım ki, her canlı ölümü mutlaka tadacak, aksini düşünmek mümkün değil. Biraz düşündüğümde, ölümün insanları olgunlaştırdığını öğrendim. Yaşamın tadını çıkarmadan göçenlere Cenab-ı Allah mükafatını versin…
Allah’ın selamı üzerinize olsun…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Bu Millet Hep Ağlar!
Değerli Okurlarım, millet olarak ağlamaya bayılıyoruz doğrusu. Sakın, ağlamayın… Pardon… Sakın yanlış anlamayın, kendimize acındırmak için değil. Öyle bir içimize yerleşmiş ki, nasır gibi kök salmış adeta. Bazı hadiseler karşısında ağlamamak tabi ki mümkün değil.
Bir yakınımızı kaybettiğimizde ağlarız, tamam… Mutlu günlerimizde gözyaşı dökeriz, o da tamam… Ancak, çocuk annesinden ekmek istiyor, ağlayarak… Yaramazlık yapan çocuk, ağlamayı ön plana alıyor… Bir yerde kulak misafiri oldum. Kadının birisi çiğ köftenin tarifini yapıyor, bu harika yemek için size başlamadan gözlerinden yaşlar boşalmaya, burnunu çekmeye bağladı. Sıra soğan doğramaya gelince de, gözyaşları sel oldu.
Asil milletiz, duygusal milletiz ama ağlamak için de bahane arıyoruz. Bu işte doktorların da katkısı yoktur diyemeyiz. Ne diyor hazretleri. “Ağlamak İnsanı Rahatlatır” Bunu diyen sen misin? Makaraları koyveriyoruz.
Sezon başı ev sahibim beni aramış, duygulandım doğrusu. Ne demek efendim, böylesine yoğun günlerde bir dostumun beni görmek istemesi büyük incelik, doğruyu söylemek lazım. Ev sahibim telefonda, akşama geleceğini söyledi ve sonuçta kapı çaldı gelen ev sahibiydi. Daha içeri girmeden eve zam yapacağını söyledi. Bunu duyar duymaz başladım ağlamaya. Hıçkırırken zam yapamayacağımı söyledim, bu defa ev sahibim başladı ağlamaya.
Daha sonra eşim geldi, baktı ki, etraf gözyaşından göl olmuş. N’oluyor demesine fırsat vermeden, baksana ev sahibi kiraya zam istiyor dedim. Eşimde başladı ağlamaya, para işi ya.
Okuldan çocuk geldi, ne görsün, anası babası ağlıyor. Hiç sektirmeden oda başladı ağlamaya. Konu komşu nedenini sormadan başladılar hıçkırmaya.
Biraz sakinleştik ve başımı kaldırdım şöyle. Ne göreyim ki… Geçen arabalar durmuşlar, park etmişler ve onlar da ağlıyorlar.
Yani, sözün kısası… Ben ağlarım, ev sahibim ağlar, konu komşu, eşim, oğlum, yoldan geçenler herkes ağlıyor. Niye ağlamasınlar ki, sermayesi de yok, vergisi de yok. Ağla babam ağla… Bir de, timsah gözyaşları dökenler vardır… Şöyle diyorlardı, “Biz hızlı treni yaptık ama şu kadar insanımız öldü. Buna kimse üzülmesin… Bunun adı KADER İLAHİDİR…”
Bir başkası, “Gözyaşları içinde, hıçkırarak nohut dağıtıyoruz. Yanına bir de pilav yaparsınız işiniz iş. Üç çocuktan az yaparsanız iki elim yakanızdadır. Zamanı gelince yapacağınızı biliyorsunuz, beni daha fazla ağlatmayın”
“Ağlayarak size dumanı çıkmayan, kokusu olmayan kömür dağıtıyoruz. Önümüz kış rahat edersiniz” Ama Allah bu milleti ağlatmasın. Ağlatmaya alıştıranları da ıslah etsin ve insanları sevmeye yönlendirsin. Bu millet ağlar!
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Hakikatlerin Önemi
Hakikat öyle bir gerçektir ki, ne kadar bakım görürse, o kadar fazla meyve veren kutsal ve ulu bir ağaçtır. Hakikat madeninde ne kadar derinlere gidilip araştırmalar yapılırsa keşfedilecek cevher de o kadar zengin olur. Hakikati hedefleyip ona doğru yürüyenler hiddeti, şiddeti, kendini beğenmeyi, riyakarlığı, nefreti terk etmelidir.
Aksi halde, yani bu saydıklarım oluşmamışsa, hakikate, pembe ufuklara ulaşabilmemiz hayal bile edilemez. Hakikati bilmek ve onunla dirsek temasında bulunmak, mükemmeliyete erişmek için, kendini ve mukadderatını anlamaya bağlıdır. Sulh yolu hakikat yoludur. Ancak, doğruluk, sulh severlikten bile daha önemlidir.
Günün Sözü
İnsan Büyüyünce Hayalleri Küçülür
Öcal’dan İnciler
Çıkamayacağın Yere Girmeye Çalışma!