Yaşam Aşkı

0
50

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sakin huzurlu bir sabaha uyanmak nerdeyse hayal olacak bu günlerde… Her saniye yeni bir gündem, her değişen gündemle değişen ruh durumu? Hiç değişen ve yakan ruh durumlarına girmeyeceğim. Zaten yeterince incitildik. Hırpalandık. Her şey geçiyor ve geçen geçmişte kalsın istiyorum. Her “an” bir başka şeye gebe ve bunu yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum. Geçmişe takılıp kaçırırsak “an”ların getirdiğini bir daha yakalamak hayal olabilir… Hayatımızın zaten bir bölümünü kaçırdık, yaşanmadan geçmişti zaman. Şimdi aynı hataya düşmek istemiyorum. Zamanımı yaşamak ve “an”larımı kaçırmamak istiyorum.  Yüz milyonlarca kez kaçmayı yok olmayı kafaya takmış olsam da, yaşamın kıyısından vurmuş olsam da sahile. Yinede “an”lara sarılmadan yapamıyorum. Sanırım bu bir hediye, yaşanmışlara karşın bir gönül alma.

Çocukluğumuzun en kaygısız olması gerektiği zamanlarda… Korkunun egemenliği sürüyordu küçük omuzlarında  birçoğumuzun… Bir korku ki, onu gizlemek ondan beterdi. Çocuklar acımasız derler. O zamanlar bunu bilmezdik. Ama yinede gizlerdik elimizden geldiğinden daha çok.  Ve büyük olasılıkla kendimizden yaşarken korkularımızı, yaşamamış gibi davranırdık…

Çocukluğun korkuları yerini büyüme sancılarına bıraktığında, onlar gömüldü hafızanın karanlığına. Büyüme sancıları yerini hepsinden daha büyük korkulara terk etti. Daha dizlerimizdeki ağrılar geçmeden ruhumuz da yaralar açılmaya başladı. Birini halletmeden diğeri saldırdı. Ve birden “pat” dedi durdu. Panzerler yüreğimizden geçerken. “Lal” oldu dillerimiz  “lal” oldu beynimiz, düşüncelerimiz. Dağıldık hallaç pamuğu gibi dört bir yana. Ve inancımız biz daha ne oluyor derken bıraktı gitti.

Ve Korkular bırakmadı peşimizi. Ölüm korkusu bu kez yapıştı yakamıza. Ve olan oluyor, korkular bir, bir gerçekleşiyor. Daha çocukluğundakini silememişken hafızandan, yenileri üst üste yığılıyor.

Doğanın yaptığını sineye çekerken, insan insana nasıl bu kadar korku salabiliyor onu gördük ama sorgulayamadan yara bere almış olarak bir zaman dilimini geçmişte bıraktık. Ondan bize kalan yalnızca haksızlıklar, acılar ve boşa geçmiş bir gençlikti. Ve yine en beteri korkunç bir korku ve ondan beteri inançsızlık doğru bellediğimiz her şeye dair.

Ve zaman akıp giderken korkuların egemenliğinde biz kendimizi insan olarak eğitmeye devam ettik bütün yaşadıklarımızla birlikte. İstedik ki, yaşarken korkuları ve yitirdiğimiz yılları, yaşam aşkını yitirmeyelim… Kendimizi insanlık aşkı ile tedavi edelim. O aşk ki bize en büyük kötülüğü yapan oysa korkuların karabasanında yaşatan. Ancak “aşk” aşktır ve onu en güzel tarafı ile beslemeğe her zaman büyük önem verdik. Şimdi aşkımız büyük, kendimize inancımız yerinde, ancak geldiğimiz noktada korkularımızla yüzleşmek bize acı veriyor. Açmak istiyoruz sandıkları ve teker, teker tutsaklıklarından kurtarmak ve tortularını temizlemek… Ancak onların yerini başkaları doldurur diye her zamankinden çok onların üzerini örtmeye, yaşanmadıklarına ve yaşanmayacaklarına dair inanç üretmeye çalışıyoruz. Ve elimizde olan aşkı yitirmemek için bütün koşulları zorluyoruz çünkü bizi yaşama bağlayan tek o var ve belinden omuzlarından ona sımsıkı sarılıyoruz.

Ve sevgili okuyucularım yaşam aşkımız hiç yitmesin sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Yase

& & & & &

En Değerli Sevgi

Güzel sanatlara hayran bir adam varmış. O kadar çok seviyormuş ki, hayatını ona adamış.Güzel sanat eserleri alabilmek için çok çalışıyor ve güzel bir sanat eseri için tüm parasını veriyormuş. Öyle ki Rembrandt, Picasso ve diğer pek çok ünlü sanatçının eserini satın alabilmek için var gücüyle çalışıyormuş. Eşini yıllar önce kaybetmiş ama bir oğlu varmış. Çocuğunu yetiştirirken bu sanat sevgisini ona da aşılamış. Büyüyünce, oğlu da bir sanat koleksiyoncusu olmuş. Ve bu sanat sevgisi her ikisinin de çok sevdiği ve onları birbirine bağlayan güçlü bir bağ olmuş. Bir süre sonra ülkeleri bir savaşa girmek zorunda kalmış. Ülkenin diğer gençleri gibi oğlu da göreve yazılıp ülkesi için savaşa katılmış.

Aradan biraz zaman geçmiş ve baba bir mektup almış. Oğlunun bir harekâtta kaybolduğunu bildiriyormuş mektup. Baba çok üzülmüş. Oğlunu çok seviyormuş ve yokluğunda, oğlunun, onun için ne kadar önemli olduğunu anlamış. Ona ne olduğunu bilmemek acısını çok daha fazla arttırıyormuş. Birkaç hafta sonra kalbini parçalayan ikinci mektubu almış baba. Bu mektupta, oğlunun bir harekat sırasında öldüğü yazıyormuş. Oğul, muharebe sırasında yaralanan askerleri kurtarıyormuş. Ve en son yaralıyı güvenli bölgeye taşırken, arkadan gelen bir kurşun onun hayatını kaybetmesine sebep olmuş. Mektubu alalı birkaç ay olmuş ve Noel sabahıymış. Ama baba yataktan kalkmayı istemiyormuş. Oğlu olmaksızın bir Noel geçirmeyi gönlü arzu etmiyormuş. Birden kapı çalınmış ve kim olduğuna bakmak için aşağıya inmiş. Kapıyı açınca elinde bir paket olan genç bir adam görmüş. Genç adam: “Bayım, siz beni tanımıyorsunuz; ama ben oğlunuzun kurtarırken öldüğü yaralı askerim.” demiş. “Ben çok zengin biri değilim. Ama oğlunuz sizin sanat sevginizden bana söz etmişti. Ve ben de çok iyi bir ressam olmadığım halde onun bir portresini yapıp size hediye etmek istedim.” demiş.

Baba paketi almış ve eve girip açmış. Sonra koleksiyon odasına gidip şöminenin üzerinde asılı olan Rembrandt eserini çıkarıp onun yerine kendi oğlunun portresini asmış. Sonra gözlerinden akan yaşlarla genç adama dönmüş ve “Bu benim en değerli eşyam. Ve evimdeki tüm değerli eserlerin hepsinden daha değerli.” demiş. Baba ve genç adam birlikte Noel yemeği yemişler ve genç adam daha sonra gitmiş. Birkaç yıl sonra baba hastalanmış ve bir süre sonra da ölmüş. Onun ölümü her yerde duyulmuş. Herkes onun sahip olduğu sanat eserleri için yapılacak müzayedeyi merak ediyormuş. Nihayet müzayedenin Noel Günü yapılacağı duyurulmuş.

Müze yetkilileri ve dünyanın en ünlü koleksiyoncuları evde toplanmışlar. Hepsi heyecanla satılacak sanat eserlerini alabilmeyi bekliyorlarmış. Ev dolmuş. Müzayede yöneticisi ayağa kalkmış ve: “Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim. Müzayedenin ilk parçası arkamda gördüğünüz portredir.” demiş Arka sıralardan bir “Ama o, yaşlı adamın oğlunun portresi.” diye bağırmış. “neden onu geçip, asıl sanat eserlerine gelmiyoruz.” Mezatçı : “Önce bunu satmamız gerek. Sonra diğerlerine geçebileceğiz.” demiş. “Evet, artırmayı 100 dolar ile başlatıyorum. Yok mu artıran?” Hiç kimseden ses çıkmayınca “O zaman 50 dolar” demiş. Hala kimseden ses çıkmamıştı. “O zaman 40 dolar.” Ses çıkmayınca “Hiç kimse bu portreye talip değil mi?” diye sormuş.

Yaşlıca bir adam ayağa kalkmış ve “10 dolara olur mu?” demiş. “Tüm param bu… Ben onların karşı komşusuyum ve bu çocuğu tanıyorum. Onun büyümesine tanık oldum ve o çocuğu çok sevdim. Onun portresini almak isterim.” “Yani 10 dolara almak istiyor musunuz?” diye sormuş müzayedeci. “10 dolar! Satıyorum! Satıyorum! Satttt-tttttııımmmm!” Salonda bir sevinç mırıltısı yükselmiş ve herkes birbirine: “Nihayet gerçek sanat eserlerine kavuşacağız” demeye başlamış. Müzayedeci o zaman: “Hepinize geldiğiniz için teşekkürler ederim. Sizleri bugün burada görmek çok güzeldi. Ama müzayede burada bitti.” Demiş. Kalabalıktan kızgın sesler yükselmeye başlamış. “Ne demek müzayede bitti? Diğer parçalar için artırma başlamadı bile…” Müzayedeci o zaman: “Üzgünüm ama müzayede sona erdi. Çünkü yaşlı adam vasiyetinde şöyle demişti. “Oğlumun portresini alan tüm eserlerin sahibi olur.”

Günün Şiiri

Pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia’yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia’nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia’nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

Attilâ İlhan

Günün Sözleri

Politika ile uğraşmayacak kadar akıllı olanlar, daha aptallar tarafından yönetilerek cezalandırılırlar.

Platon

Akıllı insanlar, tüm kanunlar kaldırılsa bile, yine aynı hayatı sürerlerdi.

Aristophanes

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here