Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “İyiyim çok şükür” demek adetten olmasa hiç kimsenin iyi falan olduğu yok herkesin bir dolu maddi manevi sıkıntısı, stresi, yoksulluğu var. Ve en önemlisi inancı güveni kalmadı gelişeceğe dair.
Hak! O ne?
Hukuk! O ne?
Adalet! Aaa O Komşumuzun kızı?
Valla bu liste uzar gider bendeniz zaten bilinenleri yineleyip can sıkmak istemiyorum. Ancak bendenizin canı sıkılmaya devam ediyor; Çünkü insanlar nedense işlerini bir garip yapıyor ya da bana öyle geliyor. Uzun zamandan beri sokağımızda eskilikten dökülen, bütün alt yapısı çürümüş evden sokağa dökülen lağım sularından fenalık geldi. Mahalle muhtarına, belediye ve her yere şikayet ettik ve nihayet ekipler geldi “nihayet” dedik. “Sokağı etkisi altına alan keskin koku ve arabaların geçerek sıçrattıkları lağım sularından, sineklerden falan kurtulacağız.” Ama nerede? Adamlar bir boru uzattı, içerdeki lağım sularını sokağa akıtıp çekip gittiler! Olacak şey değil toplam beş dakika! Gelen geçen arabalar sokakta göl olan lağım sularını pencere, duvarlara dek sıçratarak geçmeye devam ediyor. Kardeşim işinizi neden tam yapmıyorsunuz? O lağım sularını vakumlayıp kocaman araca ya da mazgallara akıtıp sokağı temiz suyla yıkayıp dezenfekte etmiyorsunuz? Bu işinizin bir parçası değil mi? Yoksa sizin işiniz yarayı boşaltıp kangren olmasını beklemek mi yalnızca? Dönerler ve sokağı temizlerler diye bekledik. Ama biz ne bekledik ne bulduk Allah aşkınıza ya bunca zaman içinde?
Ama şimdi bekliyorum ve bu çalışanları resmen işleri yarım yaptıkları için hem şikâyet ediyorum hem de kınıyorum. Atölyemin ve evimizin önündeki kaldırım neredeyse çürüdü bu iğrenç atıklardan… El insaf kardeşim neden işinizi layığı ile yapmıyorsunuz ya?
Ve sevgili okuyucularım İskenderun’un yine kangren olmuş bir sorunu var. Feyezan kanalı bir türlü tam olarak iyileştirilemedi… Önceki belediyeler, duvarlar ördü, uğraştı ama olmadı yine yarım kaldı yine uyduruk kıytırık kaldı. Eh şimdi sevgili belediye başkanımız işi ele almış?? “Hadi kolay gelsin” diyoruz. İnşallah yine bekledim de gelmedin şarkısını söylemeyiz?
Ve sevgili okuyucularım valla hangi zamanda yaşıyoruz bilemiyorum. Çoktan beri belimdeki bir sorunla uğraşıyorum hareketlerimi kısıtlayan… Zaman geçtikçe de sinirlerimi bozan. Devlet hastanesine gidiyorsunuz doktor yüzünüze bakmadan sorun ne diye soruyor. Söylüyorsunuz, “tamam yaz kızım emar…” Ya bir bak, bir muayene et, belki lazım bile olmayacak… Ama yok randevu almak için saatlerce sırada beklersiniz hasta hasta, sonra bilmem kaçıncı ayın kaçıncı saatine randevu alırsınız. Ölmezseniz çektirisiniz! “Özelde çektireyim” dersin. Başıma bunlar geldi tamda enflasyon açıklanıyordu. Gerçek olamayacak kadar düşüktü ve ister istemez ‘Hangi zamanda yaşıyor bu insanlar’ diyorsunuz!!! Mayıs ayında 1200 TL olan emar şimdi tam 5 bin TL olarak güncellenmiş… Yani zamlanmamış doğru ama güncellenmiş çünkü yarın biraz daha artacak ve öbür günde tabi… İsyan ettim ve gebersem çektirmeyeceğim dedim.
Ve açıklanan enflasyon rakamları ben denize ve hemen herkese “ya bizi bunlar ne sanıyor?” dedirtti. Ama artık gerçekten biliyorum ki birileri uzayda yaşıyor! Birilerimiz de çöplükte çoğumuzda hala uykuda yaşayıp gidiyoruz! Bakalım gerçek uyanış ne zaman gerçekleşecek???
& & & & &
Ve bu sabah çaktırmadan hapşı tıkşılıyız kardeşimle. “A” dedik “biz baya bir grip gibi bir şey olmuşuz da haberimiz yokmuş, o kadar kendimizi unutmuşuz ki, başımız ağırmış, burnumuz kanamış hiç farkına bile varamıyoruz havanın sevgili değişkinliğe yetişememekten. Neyse diyoruz bu da geçecek sabır dileniyoruz yaratandan. Çünkü gerçekten bir tek sabır ve sükunetle ancak bu sıcak günleri aşabiliriz diye düşünüyorum.
Ve şu an sırtımda bir serinlik algıladım demek hava değişiyor. Sırtımda ensemde dolaşıyor şimdi oh diyorum inan ki. Ve her şeye rağmen bu sabah yinede üzerimde yoğun bir muziplikle uyandım. Bütün gece denizle birlikte dövündüğüm halde… İnadına bir şeyler yapmak istiyorum, inadına, inadına ve kendi kendime gülümsüyorum kardeşim bakıyor yüzüme “hayırdır?” der gibi. Bende Ona bakıyorum yüzü kızarmış sıcaktan, gerilmiş teni iyice yırtılacak gibi… “bugün kötüyüm” diyorum gülerek “kötüyüm ben kötüyüm” diye devam ediyorum ve bildiğimi okuyacağım inadına, inadına her şeyin tersini yapacağım.
Ve gerçekten yapacağım ben denize dayatılan her şeyin tam tersini yapacağım. Büyük bir zevkle isteyen çıldırsın! Çünkü kendimi üzerinde bir bukle yeşilliği kalmamış karşımızdaki dağ gibi algılıyorum, nasıl rüzgarlar artık ona zarar vermezse ben denize de veremez verse de umurumda olmaz. Bakalım bu ruh durumu da ne kadar sürecek?
Ve sevgili okuyucularım doğru düzgün yapılan her işin arkasındayız, amacımız sadece eleştirmek değil kuşkusuz. Bu yüzden kimse alınmasın, gücenmesin. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım, hep birlikte, her zaman ayrımsız, gayrımsız… Yase
& & & & &
Neler Değişmedi ki Dünya Dönerken
Neler değişmedi ki dünya dönerken kendi ekseni etrafında, dönebilene ne mutlu. GEOTHE
Bu sabah nedense Geothe’nin bu sözü takıldı aklıma. Bunu tartışabileceğim birileri olsun isterdim yanımda. Fakat ne yazık, yalnızca kendi yorumlarım olacak bu durumda. (bu arada bilgisayara bir şeyler oluyor, ya da elekliklere, valla bu günlerde sabrım taşıyor hemen)
Değişiyoruz, değişiyoruz da gerçekten değişiyor mu dünya? Dünya, mevsimler değişmiyor her şey zamanında geliyor ve işlevini sürdürüp gidiyor. Fakat değişen, insanlar oluyor her halde oysa benim anlayışıma göre pek değişmiyorlar. Hep aynı yerde kısır bir döngüde imiş gibi dönüp duruyorlar.
Şöyle bir çevreme baktığımda belgeseller izlediğimde ya da geçmişe ait bir eser okuduğumda değişen bir şeye rastlamıyorum yüz yıllar önce yaşananlar aynen yaşanıyor. İnançlar bütün din savaşlarına ve misyonerlere rağmen yine yüzyıllar önceki inançlar ve tapınakları bazı yerlerde daha sürüyor ve sanırım sonsuza dek sürecek. Kanal iki de Tahiti adalarını izliyordum bu sabah ve Geothe’nin bu sözü takıldı usuma. Bora Bora adasını, geniş bir alan dikili taşlar, yüz yıllar öncesinden, Ortadaki dikili taşa ancak aileden olanların çıkıp oturması caiz imiş. Dünyanın her tarafından yılın belli aylarında buraları ziyaret edip tapınaklara adak sunmağa gelirmiş insanlar hala. Eskiden adak olarak insanlar adanırmış ağaçlara asılarak hem savaş öncesi hem savaş sonrası tanrılara armağan olarak.
Belki insanlar değişti devrimler yapıldı, büyük değişiklikler yaşandı fakat bence insan asla değişmedi. İsrail’deki kıyıma, Irak’taki vahşete, Hindistan’da yaşanan katliamlara bakınca ne yazık değişmedi diyebiliyorum değişmeyecekte.
Kendime bakıyorum dünya dönüyor fakat bende değişmiyorum. Büyüyorum olgunlaşıyorum fakat yine aynı şeylerden şikayet ediyorum ve yalnız ben değil herkes aynı şeylerden şikayet ediyor. Aslında Geothe de böyle mi düşündü ki bu söz çıktı ağzından? Bilmiyorum. Ünlü eseri “Werthel’in acılarını” yazarken bugün aynen böyle acılar yaşanmayacağını sanmış olabilir mi? Hayır bence. Sanırım oda değişikliğin çok güç olacağından yakınıyor “ne mutlu dönebilene” derken. Bu konuya dönmek üzere biraz daha düşünmek ve birileri ile tartışmak için burada kesiyorum.
Dünya dönüyor her şey değişebilir fakat sevgi değişmez eğer gerçekten varsa unutmayın. Sevgiyle sağlıkla kalın sevgili okuyucucularım. Yase
Günün Şiiri
İçimde Bir Sıkıntı
işin doğrusu
önce sarıyı gördüm, sonra hepsini birden
düşe dalmış bebekti gök oyuncağıyla
ilerde adamla çocuk
yürüyorlardı ikisi de tavşan uykusunda
uzaktan yakından ilgileri yoktu gökkuşağıyla
yemin ederim
içimde bir sıkıntı o günden beri
çocuğa yedi rengi
bir arada işaret edemediğimden
Akgün AKOVA
Solgun Bir Gül Dokununca
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Behçet NECATİGİL
Günün Sözü
Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olmaz.
Kızılderili Sözü
İnsanlar, kötülüğü arzuları güçlü olduğu için değil, vicdanları zayıf olduğu için yaparlar.
J.S. MİLL
“Bir insan hakkında, başkalarının onun için söylediklerinden çok, Onun başkaları için söylediklerinden fikir edinilebilir…”
Leo Alkman
Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır.
Bertolt Brecht