Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Nerdeyse bir haftadır cehennem rüzgarları esiyor Gazipaşa’da. Sanki kıyamet senaryolarından birini yaşıyor gibiyiz. Oysa daha çok değil, geçen hafta havanın güzelliğinden söz etmiştim hatta “misilleme yapmak gibi olmasın” diye not düşmüştüm. A sen misin bunu söyleyen, sana da bir sıcak hava yollayalım da gör nasıl olurmuş misilleme yapmak dedi. Havaya yön veren… Oysa gerçekten misilleme yapmamıştım.
Tabiî ki doğa gereğini yapıyor. Temmuz ayında sıcak rüzgarlar esecek. Esecek ki doğanın düzeni bozulmasın. Geçen yıllardaki yazılarıma bakıyorum hemen hepsinde Temmuz ayının ikinci yarısında ve Ağustos ayının ilk yarısında bu sıcak fırtınalar çıkmış, not düşmüşüm. Hatta ruhsal durum bile her yıl aynı gibi bu aylarda…
Geçen yıl yangın rüzgarları tam karışımdaki dağlarda esiyordu ve o dağlarda şimdi hiçbir damla yeşillik yok. Artık bu cehennem rüzgarları bizim tam karşımıza düşen üzerinde bir tek yeşil renk kalmayan dağa zarar veremez artık şimdi Manavgat ve Hatay’da iş başında. O güzelim ağır gölgelikli yüzyıllık ağaçlar cayır, cayır yanıyor yetmedi yerleşim alanlarına da yayılmış yangın. Manavgat’a bir defa gitmişseniz, Manavgat şelalesini görmüşseniz oradaki doğal dokunun büyüsüne kapılmışsanız inanın en az Manavgatlılar kadar içiniz yanar o görüntüler karşınında aynı yakıcı duygu… Hatay için ve yurdun dört köşesinde esen yangın rüzgarlarının zarar verdiği diğer cennet ormanları için geçerli Ankara, İzmir, Aydın, Muğla ve Çanakkale ormanlarından yüzlerce hektar orman yok olmuş. Ne içimizin yangını ne de gözyaşlarımız bu yangınları söndüremedi söndürmezde. Kaç günden beri hüküm süren sıcak fırtınanın sonunda bu yangınların çıkması da doğal gibi. İnanın bizler de kendi kendimize yanabilecek duruma geldik. Bu sıcak esintilerden… Kaç gündür sabaha karşı başlıyor ter, sıkıntı içinde uyanıyorsunuz. Güneş güneşten parlak sanki, gözleriniz kamaşıyor ve rüzgar bütün hızıyla ıslık çalarak esiyor. Saçlarınız yüzünün kor parçası sanki. Dolaptan aldığınız bardaklar sımsıcak fırından yeni çıkmış gibi. Evde ne kadar perde varsa indiriyorsunuz mümkünse sevgili güneş girmesin içeri ve bu sıcak rüzgara eşlik etmesin diye. Cildimiz ve sinirlerimiz yay gibi gergin. Bu sabah “yangınlar kaçınılmaz bu havada” diyerek uyandım çünkü üzerimdekileri ıslatıp yeniden üzerime geçirecek kadar sıcak ve kuruydu hava.
Ama ne gariptir ki saat on bir gibi birden değişiyor sıcaklık hafif bir serinliğe dönüyor ancak güneş keskinliğini sürdürürken yinede nefes alacak duruma geliyoruz. Ve hava gün içinde beş kez değişiyor aslında, gece balkonda otururken üşüyorsunuz gündüz ikindi saatlerinde fenalık geçirecek kadar ısınıyorsunuz, daha sonra yine soğuyor.
Ve bu sabah çaktırmadan hapşı tıkşılıyız kardeşimle. “A” dedik “biz baya bir grip gibi bir şey olmuşuz da haberimiz yokmuş, o kadar kendimizi unutmuşuz ki, başımız ağırmış, burnumuz kanamış hiç farkına bile varamıyoruz havanın sevgili değişkinliğe yetişememekten. Neyse diyoruz bu da geçecek sabır dileniyoruz yaratandan. Bu mübarek ayda… Çünkü gerçekten bir tek sabır ve sükunetle ancak bu sıcak günleri aşabiliriz diye düşünüyorum. Ve şu an sırtımda bir serinlik algıladım demek hava değişiyor. Sırtımda ensemde dolaşıyor şimdi oh diyorum inan ki. Ve her şeye rağmen bu sabah yinede üzerimde yoğun bir muziplikle uyandım. Bütün gece denizle birlikte dövündüğüm halde… İnadına bir şeyler yapmak istiyorum, inadına, inadına ve kendi kendime gülümsüyorum kardeşim bakıyor yüzüme “hayırdır?” der gibi. Bende Ona bakıyorum yüzü kızarmış sıcaktan, gerilmiş teni iyice yırtılacak gibi… “bugün kötüyüm” diyorum gülerek “kötüyüm ben kötüyüm” diye devam ediyorum ve bildiğimi okuyacağım inadına, inadına her şeyin tersini yapacağım.
Ve gerçekten yapacağım ben denize dayatılan her şeyin tam tersini yapacağım. Büyük bir zevkle isteyen çıldırsın! Çünkü kendimi üzerinde bir bukle yeşilliği kalmamış karşımızdaki dağ gibi algılıyorum, nasıl rüzgarlar artık ona zarar vermezse ben denize de veremez verse de umurumda olmaz. Bakalım bu ruh durumu da ne kadar sürecek?
Ve sevgili okuyucularım dilerim yeni haftaya bu sıcak rüzgarlarla girmeyiz. Ve yangın haberleri ile kavrulmaz yüreğimiz artık. Ve sağlıkla sevgiyle ve hep birlikte kalırız. Yase
BİR ZAMANLAR
Bir zamanlar zengin bir emir varmış. Şehrin en işlek yerinde bir aş evi kurmuş. O aş evinde her gün onlarca yemek pişermiş gelen geçen herkes orda karnını doyururmuş. Hiçbir ücret ödemeden… Allah’a şükür edip gidermiş yollarına. Bir gün bir ateist gelir aş evine. Üstü başı dökülerek sofraya oturur. Yemeğini yer suyunu içer sonrada çantasını sırtlayıp kalkar giderken emir bu selamsız şükürsüz adama çıkışır, ateist olduğunu öğrenince yemek verdiği için pişman olur. Ve adamı kovar. Tam o esnada bir ses duyar. “Sen ne hakla benim yaratığım kuluma hakaret edersin” der ses. “Benim rahmetim bütün yarattıklarımı kapsar senin ve herkesin rızkını veren benim. Ben kızmıyorum yüzüne çarpmıyorum da sen neden kızıyorsun?” der ses. Emirin başı yere düşer ve yaptığından pişman olur…
Ve sevgili okuyucularım kim ne yaparsa kendine yapar hiç unutmayalım sağlık ve sevgiyle kalın. Yase
Büyük İskender’in Vasiyeti
Büyük İskender bir gün vezirlerini toplamış ve onlara: “-Ben öldüğüm de cenaze merasimimi söylediğim gibi yapın” demiş!
“-Ülkemin dört bir yanından tebaamdan olan insanları çağırın! Cenazemin önünden askerlerim yürüsünler silahlarıyla, Cenazemin sağından alimler yürüsünler kitaplarıyla, Cenazemin solundan zenginler yürüsünler mallarıyla, Cenazemin arkasından ise fakirler ve garipler yürüsünler gözyaşı ve dualarıyla!.. Sağ elime bir Altın küre verin, sol elimi ise boş bırakın taa ki Mezara dek, demiş!”
Vezirler Büyük İskender’in bu söyledikleri karsısında şaşırmışlar ve “Bunu bilse bilse Büyük İskender’in hocası Diyogen bilebilir” demişler ve Diyogen’e sormaya karar vermişler!..
Vezirleri dinleyen Diyogen demiş, “İskender’in Ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım” demiş ve ilave etmiş: “İskender sunu anlatmak istemiş: Cenazenin önünden yürüyen askerler ölümüne silahlarıyla dahi engel
olamadılar, Cenazenin sağıdan yürüyen alimler ölümüne kitaplarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin solundan yürüyen zenginler ölümüne mallarıyla dahi engel olamadılar ve Cenazenin arkasından yürüyen fakirler ve garipler ölümüne gözyaşı ve dualarıyla dahi engel olamadılar!.. Sağ elindeki altın küre ise bu dünyada sahip olabileceği her şeye sahip olduğunu, Sol elinin boş olması ise bu dünyadan ELİ BOŞ geldim ELİ BOŞ gidiyorum!… dediğini gösteriyor…”
Günün Şiiri
MEĞER
Uykudan uyanmak üzere,
Gözaltları yaşlanmış güneş…
Yıllar önce çalan bir şarkıyı okuyor,
Sabahın maviliğinde nükseden hasret.
Ardından takip eden bir hatıra,
Karşıma geçmiş göz kırpıyor gün aşırı,
Meğer her mevsim açarmış,
Düşlerle serpilmiş çağlalar,
Yıllar arkası dönük ilerledikçe,
Çalarmış bu şarkı.
Ve İki farklı şehirde, sokak lambalarının altından geçermiş,
gölgeleri birbirine karışmış iki sarhoş.
Faruk Sahyunlu-sahyunlu@windowslive.com
İÇİMDE BİR SIKINTI
işin doğrusu
önce sarıyı gördüm, sonra hepsini birden
düşe dalmış bebekti gök oyuncağıyla
ilerde adamla çocuk
yürüyorlardı ikisi de tavşan uykusunda
uzaktan yakından ilgileri yoktu gökkuşağıyla
yemin ederim
içimde bir sıkıntı o günden beri
çocuğa yedi rengi
bir arada işaret edemediğimden
Akgün AKOVA
Günün Fıkrası
Bektaşi babasına sormuşlar: “Baba erenler, ramazan hakkında ne düşünüyorsun?” Bektaşi babası: “Vallahi, demiş; iftara bir şey dediğim yok ama şu sahuru da öğleye alsalar daha iyi olurdu.”
Günün Sözü
Ramazan ayı girdiğinde teala arşı taşıyan meleklere, tespihten ellerini çekip Muhammed (s.a.s.) ümmetine ve mü’minlere istiğfarda bulunmalarını emreder.
Hz. Ali (R.A.)