Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yağmur yağıyor, seller akıyor Yase pencereden bakıyorrr… Valla bendeniz için yağmur huzur demek, bütün ağırlıklarından kurtulmak, rahat alınan bir soluk, kısacası yaşama yeniden “Merhaba” demek gibi bir şey. Birde ortalıkta dolaşan taze kahve ve kızarmış ekmek kokusu varsa. Birde TRT belgeselde görme engelli sanatçı Caner Keser’den flüt dinliyorsanız daha ne olsun kardeşim, bana bu güzelliklerden zevk almayı buyuran yapıma teşekkürlerimi sunuyorum doğrusu.
Ancak yapımın diğer tarafı güzel olmayan şeyleri de görmem gerektiğini aynı çarpıcılıkla buyuruyor. Bunun içinde okuduğumda tüylerimi ürperten şeyler var. Örneğin THK’da terör olaylarını önleyen sivillere yargı muafiyeti var, maddesi varmış! Hiç bilmiyordum! Ve İyi Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener’in dediğine göre bazı illerde sivil silahlı timler oluşturuluyormuş! Doğruluğu varsa gerçekten korkunç bir şey. Ve Sayın Bahçeli yine kendisi gibi düşünmeyenleri Fetö’cü ilan etti. Valla ne demeli bilmiyorum. Fetö’cüler ne güzel el çırpıyorlardır. Bizden başka herkes FETÖ’cü oldu diye.
Ve komşumuz İran’daki hareketlilik çok can sıkıcı. Ancak “sıkılı bir yumrukla tokalaşamazsınız” der bir atasözü. Ve halk artık tokalaşmak istiyor ki o sıkı yumruğu açmaya çalışıyor. Bu iş o kadarda kolay değil gibi, son alınan haberlere göre molla taraftarları da inmiş sokaklara yani şimdi kardeş kardeşi vuracak ve istenmeyen şeyler yaşanacak, bundan önce yaşandığı gibi ve bazı dünya devleri onlara bakıp zevkten dört köşe olacak. Dilerim böyle bir şey olmaz. Tez akılları başlarına gelir. Ve bu ateş büyümeden, etrafa sıçramadan hayırlısı ile sona erer.
Ve yağmura dönelim, bendeniz için hayata yeniden “merhaba” demek olmasına rağmen. Sokaklar ve sokaklardan geçen araçlar ve yayalar için bir karabasan nerdeyse. Her yer yıkık dökük. Doğru düzgün çalışmayan rögarlar yüzünden sokaklar su içinde, gelen sıçratıyor giden içine batıyor.
“Okul sokağıyız” diyoruz. “Azıcık ilgi gösterin” ama ne gezer? Servis araçları, sivil araçlar, çocuklar, anneler, babalar sıkış tıkış su gölcüklerinden atlaya zıplaya geçmeye çalışıyor her taraf su gölcüğü nerdeyse kaldırmalar da bile su ve çamur var. Valla yağmur artık İskenderun için neredeyse karabasan olacak bu gidişle.
Ve şimdilerde herkes hapşı tıkşı durumlarında. Grip, bronşit kapıdan, pencereden, sosyal tesislerden içeri girdi bile. Sosyal tesisler bu günlerde her zamankinden kalabalık, ders çalışan öğrenciler, günlerini sıcak ortamda geyik muhabbeti yaparak geçirmek isteyen güncü hatunlar… Valla bu hoşuma gitmiyor ne yalan söyleyeyim. Yani öğrenciler gürültüden rahatsız olabiliyor.
Yalnız başına takılan internetçilerde diyeceğim ama onlar trans hâlinde, çevreden ilişiklerini kesmişler bile? Mi yoksa öyle mi görünüyorlar. Anlaşılacağı gibi arkadaşlarımla birlikte çay içmeye arada bir oraya gidiyoruz. Gözüme çarpan başka bir şeyde elemanların sık sık değişmesi. Sanırım iki üç ay arayla eleman değiştiriyorlar. Taşeron mu, mevsimlik mi, bu getir götür işini yapan çalışanlar. Yani dün masamıza servis yapan hanım yeniydi örneğin “yeniyim” dedi, yüzünde gülücükler uçuyordu. “Hayırlı olsun” dedik “daim olsun”u da ekledik…
“Hayırlı olsun”a zarif bir teşekkür ama “daim olsun”a minnete dolu bir yakarış gibi “İnşallahhh sağ olun” yanıtı geldi! Onlar da bu durumlardan mustarip görüldüğü gibi. Neye göre alıp neye göre gönderiyorlar bu elemanları bilmiyorum. Bu işsizlik ve yoksulluk zamanında ne olursa olsun bir iş yapmak isteyen gençlerin düşleri kalmadı, zaten idealleri falanda, tek düşünceleri ailelere yük olmamak, en azından ekmeklerini kendileri kazanmak olduğu için bu insanlar yerlerinin her an değişebileceğinin bilinci ile çalışırken ister istemez enerjileri de düşecek.
Bu yüzden bir çay parası yerine üç çay parası vermek boynumuzun borcu olmalı diye düşünüyorum. Ve aslında hayat işte bu her an bir vicdan azabı yetişemediğin her olay için bir yürek yıkımı. Ve bütün bunlar varken, her şey güllük gülistanmış gibi yaşayanlar ve milyarları savaş silahlarına yatıranları tarih yargılayacak mı acaba bir gün diye düşünüyorum. Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle kalalım, ayrımsız gayrımsız hep birlikte… Yase
& & & & &
İki Kardeş Hikâyesi
Bir çiftlikte iki erkek kardeş babalarından kalma çiftlikte birlikte çalışıyorlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve beş çocuğu vardı. Diğer kardeş ise bekardı. Her günün sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.
Günün birinde bekar kardeş şöyle düşündü; “Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de adaletli değil. Ben bekarım ve pek fazla ihtiyacım yok. Kardeşimin geniş bir ailesi var. Onun daha fazla ihtiyacı olur.”
O günden sonra bekar olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye gitti. Bu arada evli olan kardeş de kendi kendine; “Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de doğru değil.
Ben evliyim, eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Fakat kardeşim yaşlandığı zaman ona bakacak hiç kimsesi yok. İlerde onun daha fazla ihtiyacı olacak.”
Böylece evli olan kardeş de her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar. Çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu. Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken karşılaştılar. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.
Hayatın akışında kardeşlik bencilce sadece kendini düşünmek değil başkalarını da düşünmek ve kardeşçe paylaşmaktır.
Günün Şiiri
Şiirin İnce Mührü
“bir çöl bitkisinin susamışlığıyla özlüyorum seni”
diyen Gioconda Belli’ye
geceye okşanan ruhumun
gizemle vurduğu çanla ışıyor gün
teninin beyaz yamacına
sen yine de sevme beni
sevildikçe çünkü daha da iniyorum
yalnızlığın bazaltına
akrep zemheri bir uğultu gibi dönüyor kulağımda
özsuyun dalgasını yutan şehveti
hayatın buğusuyla soyunuyor beyaz imgene
şehrin bütün gölgelerinde
yaklaşan kuytuluğu ayaklanıyor eylülün
ve zaman yenik zamanla yenildik diyor
mağrur görüntüsüyle yıkılan duvar
kuyuları bütün kıyıları tek tek dolaştım
hayat şiirden
kanayıp dinmemek aşktan ibaret anladım
kuyularda çocuklar
kıyılarda kumsallarla ayaklanmış
aşklar siliniyordu
bağışlanmamış bir sunaktım kayıp lâhit ya da
gecenin sol göğsünde kimsesiz unutulan.
bir serenat dillenirdi şiirin ince mühründe
saçta unutulan kadim kış ve
keskin soğuk vardiyanın tene sürtünen sesiyle
ayın kızıllığı der ki
kifayet şiirde değil gecededir
her şair bir gecenin artığı
usun ilahi doğurganlığında açan gül
sonbaharın sararttığı yaprağıyla geçeğendir
geceye okşanan ruhumun
tutkuyla vurduğu çanla ışıyor gün
teninin beyaz yamacına
ve üstüne toprak dökülmüş bir nehir
akıyor parmaklarımdan
besbelli yeni bataklık arıyor birileri
sen yine de sevme beni
şiirin ince mühründe sevgilim
yankılı çocuk sesleri çağıldıyor
Azad Ziya EREN
Günün Fıkrası
Bektaşi’nin birine konuk gelecekmiş. Bektaşi konuğu nasıl ağırlar… Elde yok, avuçta yok.. Mahcup olmak da istemiyor… Komşusu Yahudi’nin bir sürü keçisi varmış… Onlardan birini çaktırmadan alıp kesiyor… Ama çaktırmadığını sanan kendisi… Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş durumu… Diyor ki kendi kendine, “Kadıya gitsem.. Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi… Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, ondan alıp bana versin… Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız…” Yıllar geçiyor. Yahudi, Allah’ın huzurunda davacı oluyor, Bektaşi’den… Mahkeme kuruluyor.. Allah: “-Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin” diyor Bektaşi’ye…
“-Kesmedim” diyor Bektaşi…
“-Ben gözlerimle gördüm” diyor, Yahudi..
“-Allah’ım” diyor Bektaşi… Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.”
“-Haklısın ama, diyor, Allah Ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini…”
“-Allah’ım, diyor Bektaşi… Aynı mahkemede, hem şahit, hem hakim olunmaz…”
“-Gene haklısın, diyor Allah… O zaman getirin keçiyi ona soralım…”
“-Ne!… diyor Bektaşi… Keçi burada mı?…Ver onu o zaman bu Yahudi’ye…Bitsin bu dava..”
Günün Sözü
Ne kadar yükselirsen, uçmayı bilmeyenlere o kadar küçük görünürsün.
Nietzche
Öğrenmek, akıntıya karşı yüzmek gibidir ilerleyemediğiniz taktirde gerilersiniz.
Çin sözü
Öğretmek, iki defa öğrenmek demektir.
Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir: ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz.
Farabi