Gündelik yaşamımız içinde bireysel veya toplumsal sorunlarla ilgili kendi kişisel tavrımızı, içinde vicdan sözcüğünün vücut bulduğu cümlelerde sergileriz.. Örneğin, “ben bu konuda vicdanen rahatım” cümlesini; tutum ve davranışlarımızla sorunlarn çözümüne katkıda bulunduğumuz konularda dile getiririz..
Devam eden ve çözümüne de henüz davranışsal bir katkımızın olmadığı ve fakat çözümüne yönelik katkı yapmayı düşündüğümüz sorunlara karşı tutumumuzu ise “bu konu vicdanımı rahatsız ediyor” cümlesinde özetleriz.. Ve her iki cümlenin de “bir vicdan muhasebesini” içerdiğini söyleyebiliriz..
Vicdanın sözlük tanımı, “kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlâk değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç, iyiyi kötüden ayıran iç duyum” olarak yapılmaktadır.. İyi, güzel de peki hangi ilke üzerinden yapmaktayız yalnız ve ancak insani bir duyum olan vicdanımızın muhasebesini? “İnsan insanın dostudur” anlayışının gereği sorumluluk duyumuyla mı yoksa “insan insanın kurdudur” sorumsuzluğunun suçluluk duyumuyla mı?
Nasıl algılıyoruz vicdanımızı? Bir suçluluk duyumu acizliğiyle mi yoksa bir sorumluluk duyumu azizliğiyle mi?
Sigmund Freud, vicdanı; (bir suçluluk duyumu olduğundan hareketle) “içimizde işleyen belli bir arzunun reddedilmesinin içsel bir algısı” şeklinde tanımlıyor ve ekliyor: “Bu tipik özellik (ki daha suçluluk duyumu) ilkel insanın tabuya yönelik tutumunda (çok daha açık) görülür.” (Totem ve Tabu, s. 130, Öteki Y. Çeviri: Selçuk Budak,.Ank . 1995)
Kant, vicdanı; “pratik akıl” olarak tanımlıyor.. Ona göre pratik akıl yani vicdan, “hem evrensel ahlak yasasını belirliyor, hem de insanı ona uymaya zorluyor..” Aklın eleştirisini yine aklın eleştirel süzgecinden geçiriyor Kant: “Öyle hareket et ki, senin hareketlerin, aynı zamanda başka insanların hareketleri için ilke veya yasa olsun” diyor ve devam ediyor: “Bu yasaya uygun hareket etmek insan için ödevdir. İnsan, vicdan üzerinden başkalarına ahlâk dersi vermeye kalkmadan önce, dersle ilgili ödevini yerine getirmiş olması gerekir. Eylemlerimiz ahlâk yasasına uygun olmalıdır. İyi, bu yasaya uygun olandır.” Kant’a göre, ahlâkla ilgili eylem ve davranışların özünde bulunan iyi değeri, doğru bilgiye dayanır.. Bu anlamla doğruluğu olmayan bilgi kötüdür dolayısıyla ahlâk bahsinde bir değeri de yoktur.. (Felsefe Tarihi, s.361-366, Prof. Macit Gökberk, Remzi Kitapevi, 1999 İstanbul)
Doğru bilgiye dayanan iyi değerinin kaynağı Yunus, vicdanımızın karşısında var olan evrensel ahlâk yasasını dört dizede özetliyor: “Sen sana ne sanırsan, Başkasına da onu san. Dört kitabın manası, Budur eğer var ise..” Yalnızca dört kitabın mı? Doğudan batıya tüm düşünürlerin ahlâki erdemler üzerinde yazdıkları binlerce kitap, neden sonuç bağlamında “kendin için istemediğini başkası için de isteme” yargısının tefsiridir zaten..
Duyumsayabilmek “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü” ahlâkıyla insanlık vicdanımızı.. Ahlâk, Arapça “yaratma” anlamlı HLK kökünden geliyor ve canlı cansız tüm mahlukatın vücudunda mevcut olan kendi türüne ait öz yapısını tanımlıyor.. Diğer ifade ile her varlık kendi tabiatındaki ahlâkıyla varlığını sürdürüyor.. Vicdan, Arapça üzülmek, arzu etmek, varlık sahibi olmak, bulmak anlamı VCD kökünden geliyor.. Aynı kökten gelen vücut; bulmak, var olmak, vecd; duyulan arzu ile kendinden geçmek, vicdan ise her iki çağrışımı da içeren ve yalnız insan türüne ait olan içsel bir duyumu tanımlıyor..
Bu tanımlardan hareketle yaptığımız bir vicdan muhasebesinde, ahlaki değerlerimiz üzerinden ve iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış, yarar zarar, barış savaş vd mücadele alanlarında “vücut bulmak veya kendinden geçmek” karşıtlık gelgitleriyle dalgalanan, kişisel tutum ve davranışlarımızı yansıttığımızı söyleyebiliriz.. Mücadele alanlarında vücut bulan nefsi tutum ve davranışlarımıza, ufki açıdan baktığımızda ise ya cehd, ya cehl içinde olduğumuzu görebiliriz.. Örneğin iyiliğe yönelik çaba, çalışma, emek cehd içinde olmak, tersi ise cehl içinde olmaktır diyebiliriz.. Buradan barışın yanında saf tutanların bir sorumluluk, birlikte yaşamın barışını bozanların ise bir suçluluk duyumu olarak algıladıklarını söyleyebiliriz vicdanı.. Dolayısıyla vicdanlı sıfatını; insanlığın barış içinde bir arada kardeşçe yaşamasının yanında saf tutan kişilere verebiliriz..
Vicdanımızın rahat olduğunu söylediğimiz bir konuda bu halde iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, yararlı oluşa, barışa yönelik elimizle çaba, çalışma, emekle bir şeyler yaptığımız açıktır.. Vicdanımızın rahatsız olduğunu söylediğimiz bir konuda ise kötülüğe, çirkinliğe, yanlışa, zararlı olana, savaşa karşı elimizden henüz bir şey gelmediği ve fakat iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, yararlı oluşa, barışa yönelik dilimizle çaba, çalışma, emekle bir şeyler yaptığımız açıktır.. Ya, ne elimizle, ne de dilimizle bir şeyler yapamıyorsak? Kalbimizden iyiliği isteyip kötülüğe karşı durmaktan başka ne yapabiliriz ki..
Selam ve saygılar…