Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kendini beğenmiş bin bir suratlı Korona Hanım, mutasyondan mutasyona uğrayarak hayatımızın ortağı ve odağı olmaya devam ediyor. Biz de yine “Ah İsmail Cem hocam” diye inlemeye… “Neredesin ‘önce üslup’ diyen zarafet timsali güzel insan?” Nasılda hasret kaldık ya rabbim böyle bir insana!
Bir yandan korona vuruyor, bir yandan ağzına geleni söyleyen siyasiler… Nasılda İsmail Cem hocamızı hep yeniden, hep yeniden aratıyor. Hayatlarından hiçbir ödün vermeyen bencil insanlar, maskesiz, mesafesiz dolaşanlar. Pahalılıktan nefes almayı unutanlar, işsizlikten bunalımdan bunalıma düşen genç üniversiteliler, sokakta herkesin gözü önünde dövülen gazeteciler. Göz göre-göre öldürülen kadınlar! Ve bizim zavallı sinirlerimiz gerildikçe geriliyor, dokunsan kopacak… Kısacası patlamaya hazır bombalar gibi dolaşıyoruz artık. Valla çıldırmak elde değil; kitap okurken, resim yaparken, yazı yazarken, gerginlikten elimiz ayağımız dolaşıyor, heyecanımızı neşemizi kaybettik kaybettirdiler! Valla bu aralar ben denize dokunan yanıyor hem de nasıl tarumar ediyorum ortalığı. En son vukuatım bilgisayarımı fırlatmak. Sanırım ağır vakayım artık. Sinirlerim laçkadan laçka birde aylardan Mart ayı ya polen, çiçek mevsimi ve tabi alerji mevsimi. Sabah akşam hapşır da hapşır… Valla nevrim şaştı ay girdi gireli. Terastaki ağaçlarımı sularken arılarla savaşıyorum, ben alerjime rağmen koklamak için onlar çiçeklerden bal almak için. Bunca sıkıntı içinde ağaçlarım olmasaydı ne yapardım?
Herkes konuşuyor konuş-konuş nereye kadar? En sevmediğim şeyde kadın cinayetlerini yalnızca cezalarla engelleyebileceklerini sananlar? TV’lere bakın en aklı başında dizinin bile mafyası var, patlayan silahlar, yerlerde sürülen cesetler! Sonra yine TV’de toplantılarda liderlerin birbirine etikleri garip sözler, yakıştırmalar, hakaretler, sözlü şiddet değil de ne? Sokaklarda şiddet, evde şiddet, işte şiddet görünen görünmeyen… Bence ekonomi düzelmeden, toplumun temel taşı olan aileler refaha ermeden, kültür düzeyi yükselmeden, biat değil sorgulayan, düşünen, laik, ayrımcı gayrımcı olmayan, insan, hayvan, doğa sevgisi ile Atatürk ilkelerini iyice özümlemiş çocuklar büyütmeden kötülükleri ve şiddeti önleyemeyiz… Zaten önlemek diye bir şey olamaz. Yalnızca azaltabiliriz çünkü insan kendindeki iyi tarafını yeterince besleyemiyor ne yazık ki aldığı eğitime, refaha ve sevgiye rağmen. İçgüdüleri ile hareket ediyor ve yalnız kadına değil erkeğe, hayvana, doğaya ve kendi kendine zarar veriyor. Evet, insan en büyük şiddeti aslında kendine veriyor, başkasına yönlendirdiğini sanarak, nasılda büyük bir yanılgı ile kendini cezalandırıyor? Onun için hiçbir ceza caydırıcı olmuyor bendenizce.
Ve sevgili okuyucularım daha çok ahkâm kesip canınızı daha çok sıkmadan keşke bu kadar şiddet olmasaydı etrafımız da diyorum. Protestolardaki bazı betimlemeler bile şiddet içeriyor aslında. Bendenizin bilgisayarıma uyguladığım şiddeti saymıyorum bile. Nedenler ve sonuçlar demek istemiyorum, aklı başında bir fert nedenleri daha soğukkanlılıkla karşılayabilmeli, kırıcı değil de yapıcı olmaya gayret etmeli, bütün öfkesine, sinirlerin gerginliğine ve nedenin gerçekten çıldırtıcı olmasına rağmen kendine engel koyabilmeli diye düşünüyorum. -Biraz katıyım sanki?-
Ve korona hanımın bin bir suratına rağmen biz gülümseyelim, maskemizin, gözlüğümüzün, mesafemizin üzerinden gülümsediğimiz anlaşılmalı. Ve yol vermeyelim hanımefendinin yamacımıza yaklaşmasına. Ve sağlıkla, sevgiyle ayrımsız, gayrımsız kalalım. Yase
& & & & &
Değerini Bilmek Hikâyesi
Mısır ülkesinde İslamiyet’in ilk dönemlerine ünlü sufi bilge Dhu Nun yaşarmış. Dhu Nun ve diğer bilge sufiler hakkında genç cahil bir adam bilip bilmeden ileri geri konuşuyormuş. Dhu Nun adama küçük bir ders vermek için genç adamı yanına çağırmış. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp adama vermiş ve demiş ki; -Al bu yüzüğü pazara git ve 1 dirheme (gümüş sikke) sat!
Genç adam sufinin dediğini yapmış. Pazara gitmiş yüzüğü 1 akçeye satmaya çalışmış gel gör ki kimse yüzüğe 1 dirhem dahi vermemiş. Genç adam üzgün bir şeklide Dhu Nun’un yanına geri dönmüş ve pazarda olanları anlatmış.
Bunun üzerine Dhu Nun ona şöyle demiş: -Şimdi bir de kuyumcuya git ve yüzüğün değerinin aslında ne kadar olduğunu sor!
Genç adam kuyumcuya gitmiş. Kuyumcu böyle değerli bir yüzüğü nerden buldun diye sormuş ve yüzüğe tam 10 dinar (altın sikke) değer biçmiş. Genç adam şaşkınlık içinde Dhu Nun’un yanına geri dönmüş ve kuyumcuda olanları anlatmış.
Dhu Nun genç adama son olarak şu sözleri söylemiş: -Senin sufiler hakkındaki bilgin pazardaki insanların bu yüzük hakkındaki bilgisi kadardır.
Hayat akarken, siz ne kadar yetenekli, değerli de olsanız bilgisizliğin ve önyargıların hakim olduğu bir toplulukta size hak ettiğiniz kıymet verilmeyebilir.
& & & & &
Tuz ve Su
Yaşlı Hintli usta çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
-tadı nasıl? diye soran yaşlı adama öfkeyle “acı” diye cevap verdi. Usta gülümseyerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkarttı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürüp, çırağına bu kez bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken yaşlı adam aynı soruyu sordu: Tadı nasıl?
-Ferahlatıcı, diye cevap verdi genç çırak
-Tuzun tadını aldın mı? diye sordu yaşlı adam
-Hayır dedi çırağı
Bunun üzerine yaşlı adam suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi.
-Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok..Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bir ıstırabın acılığı, neyin içinde konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış…
Günün Şiiri
İçinden Doğru Sevdim Seni
İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.
Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine.
Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.
Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken.
Edip CANSEVER
Gözleri
Sanki hiçbir şey uyaramaz
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri.
Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.
Edip CANSEVER
Günün Sözü
Kazanması yıllar süren, kırılması saniye alan ve dağıldıktan sonra toparlanması için ömür gereken şeye güven denir.
Ts Elio