Uzun bir aradan sonra İskenderun’dan, bütün gününüzü kapsayacak kocaman bir günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? “Geldim, gelecem” derken, kaderin ağlarına takılıp düştük, kalkmak için uğraştık yine takıldık ve sonunda sevgili kaderin yumuşak yapışkan ağları her tarafımızı sarmış olsa da, başka bir kaderin ağları “hadi” dedi “artık gidebilirsiniz” Her iki kaderinde üzerimize sinmiş kokusu ve nahoş tadı ile kalktık geldik. Ancak uçakla gelmemize iznin vermedi “otobüs” dedi, otobüsle gideceksiniz. Kaderci kesildiğimizden bu günlerde ona da “hayır” demedik. Uçak biletini açığa aldık. Üzerine bir miktar para vererek (kibar soygun) ve otobüs bileti aldık. Anlayacağınız hem maddi hem manevi olarak kader bize attı bir güzel okunu. Oysa bu oku aşk tanrıçasının atması gerekiyordu. Kader, ancak ne bileyim insana kazık atabilir diye düşünüyorum da ancak söylemekten kaçınıyordum ayıp olmasın diye. Neyse çıktı artık bir defa ağzımdan.
Hava soğumuştu İstanbul’da akşamüzeri ve korkunç yorgundum. Çok uzun bir yoldan gelmiştim otogara iki uykusuz geceden sonra. Uzun bir yola çıkacaktım. Valla düşündükçe arabesk takılmak geliyor içimden “acıların kadınıyım” diye kalabalık neşeli bir yolculuk düşlerken, harekete on kala, kanama geçirip hastanelere düşmek. Ve sonrası… Ve sonrası… Yalnız yorgun ve adı konmamış bir sürü darmadağın duygu ile otobüse sığınmak!
Neyse otobüsteki tek kişilik koltuğa dışarıdan geldiğim gibi -atkılar kabanlar falan- oturdum içim üşüyerek. Ve öylece İskenderun’a gelene dek ne atkımı çıkardım boynumdan ne de kabanımın düğmelerini açtım, boğazıma kadar sıkı, sıkı kapalıydı ve öyle kaldı. Mola yerlerinde inip nefes tazelemek istediğimde de aynı şekilde kapalıydı tekrar içeri girdiğimde de. Ne bir sıkıntı algıladım ne de terledim aksine soğuktu içim bir türlü ısınmıyordu. Önde iki kadın olmaz böyle şey, sanki evlerinin salonunda oturmuş rahat bir şekilde herkesin duyabileceği bir sesle sohbet ediyorlardı. Ama nasıl? Nerdeyse bütün hayatlarını hafızladı otobüs. Gece boyunca onlar konuştu otobüs sakinleri dinledi. Sonunda onlar sustu; sanırım uyudular. Bu kez bir öksürük sesi ama nasıl dolu, dolu bir öksürük… Burun çekmelere ve daha bir süsü hoş olmayan öksürüğe ait eylemler. Kafaya taksanız böğüre, böğüre kusacaksınız.
Kulağımı tıkadım ve içimden adamcağıza iyilikler diledim kim bilir kendini şimdi ne kadar kötü algılıyordur dedim. Gerçekten o dolu, dolu öksürüğüne mani olmak istiyor ama beceremiyordu garibim. Elimdeki kitabı bıraktım güzel bir gerilim filmi buldum, kulaklığımı taktım ve bütün diğer sesleri dışarıda bıraktım mola yerine dek. Otobüs durur durmaz o öndeki konuşkan gruptan bir hanım garip bir lehçe ile arkaya döndü. Hemen gözlerimi kapattım istemediğim şeyler duyacağımı sezmiş gibiydim. Ve öksüren adamın eşine. “Bu adam eşiniz mi? Bütün gece öksürdü” dedi. Ben bekliyorum ki geçmiş olsun diyecek. Adamın eşi de bunu bekliyordu ki “ah evet” diye başladığı sözü dilinde dondu. Kadın aynen devam ediyordu; “Başımızı şişirdi bütün gece onun yüzünden uyumadık. Midemiz bulandı kusacaktık” Of bu kadarına da pes yani; gözlerimi açtım. Nasıl bu kadar rahat bir şekilde konuşabiliyor diye şaşırdım kaldım. Adamcağız nasıl kötü algılamıştır kendini yerinde olmak istemezdim. İçimden “kötü kadın” dedim. Öksürmek bir kişiye mahsus değil yarın sende bir öksür bakalım yanındakiler böyle bir şey söyleseler ne yaparsın? Ancak biz -bana olmazcıyız ya- insanları istediğimiz gibide aşağılayabiliriz. Hem de bu kadar rahat bir şekilde. Aslında o an kadın benim için bitti. “Yanıt vermeye değmez” dedim çünkü bir iki sözcükle haddini bildirmeyi düşünüyordum. Adamın kızı “Onlar bütün gece konuştu hiç birimiz bir şey demedik ama” diye kısık bir sesle söylendi. O da kadınlar çıktıktan sonra çünkü sanırım onunda gözü yemedi bu kadar pervasız konuşan insanlara laf yetiştirmeye… Lahavle çekip kabanıma biraz daha sarınarak çıktım otobüsten bende rahatsız olmuştum tamam ve midemde bulanmıştı ancak anlayışlı olmak zorundayız ve duymamanın yolları vardı. Ve anlayışlı olmak esastır diye düşünüyorum. Bir insan böyle bir şekilde nasıl aşağılanabilir ki? Bunu yapanda nasıl bir insan olabilir ki? Karanlık gecede çok uzaklara uzandım çünkü kadınlarla bir arada olmak istemiyordum. Üstelik hala devam ediyorlardı adamın öksürüğünü eleştirmeye. Ve sigara içiliyordu her tarafta, ne kadar uzak olursam hepsinden o kadar iyiydi. Hareket saatine kadar buz tutmuş ıslak zeminde döndüm durdum.
Öksürmek, gerçekten insanı rahatsız eden bir şey hem öksüren hem yanındaki rahatsızdır. Çok kibar olan bünyem en ufak bir terleme ile başlar beni sallamaya öksürükle, bildiğiniz gibi. Bir akciğerlerimin misafirleri gelsin yerleşsin orkestraları ve kalabalık ailesi ile bir curcuna başlar içerde dillere destan, biliyorsunuz bunları paylaştım sizlerle. Ancak gerçekten onları denetleyebiliyordum diyemem. Hırlamalar ani atraksiyonlar beni çok rahatsız ediyordu. Ama hiç dolu, dolu öksürdüğüm olmazdı. Ve nefes teknikleri ile onları aşağı çekebiliyordum. Ve sonunda aynı zamanda alerjik olan bu semptomlardan kurtulmam gerektiği kafama dank etti. Evet, akciğerlerimin kalabalık misafirlerini seviyorum onları kovmak bana ayıp gibi geliyor ama onlarda çok arsız çıktı kardeşim onlardan kurtulmam gerekiyor artık deyip akupunktura başladım. Daha önce sözünü etmiştim. Nasıl olacak dedim bu iğne ile iyileşme durumları doktora.
Tek kelime ile yanıt verdi. Fonksiyonunu bozulmuş organlara fonksiyonlarını iade ediyor bu iğneler. Yani sürekli konuklarından dolayı genişlemiş olan bronşlar bu iğneler sayesinde eski durumlarına geliyorlar. İşte giz burada… Hemen başladık seanslara, hani eskiden annelerimizin iğnelerini sapladığı minik yastıkları vardı ya çoğu terzilerde kullanır hala onları. İşte her seansta kendimi o yastıklara benzeterek yirmi beş dakika ya sırt üstü ya da karın üstü uzanıp yattım. İnanır mısınız astıma dönen durumum iğnelere hemen tepki veren harika bünyem sayesinde üçüncü seansta kesildi. Ancak tabi seanslar en az yirmi olmalı ve yirmiye tamamladıktan sonra doktorun önerisi ile daha çok olabilir. Ancak ben on beşinci seansta gerçekten çok iyiyiyim. Aşırı terlemelerim de rahatlamıştı ve sanki ömrümde öksürmemiş gibiydim. Ancak sevgili okuyucularım ne akupunktur ne de başka bir şey mucize yaratma yetisine sahip değildir unutmayalım. Kendimizi korumak zorundayız her zaman yoksa yeniden aynı şeyleri yaşayabiliriz.
Geçenlerde tiyatroya gittiğimizde kuzenimde aşırı şekilde öksürüyordu. Ama oyun boyunca bir kez bile öksürmedi. Nasıl dayandın dedim. Ağzına attığı tableti gösterdi onu emdim ve gerçekten çok zorlandım çok gürültü olduğunda da ufak, ufak öksürdüm dedi.
En kısa zamanda kendine zaman ayırıp sende birkaç iğne attır dedim bedenine. İnan çok rahatlayacaksın. Tabi tedavi ucuz değil ancak değdiğini düşünüyorum ilaçların yan etkilerini düşündükçe ve etkisizliğini. Kanser ve çok geç kalınmış hastalıkların dışında her şeye iyi geliyor. Ve sevgili okuyucularım aranızda düşünen varsa ve tedirginse hiç tedirgin olmasın denedim ve tavsiye ediyorum ki ben deniz bildiğiniz gibi şunun sapı bunun köküne inanmayanlardanım. Ve mıy-mıyların başında olanlardanım… Alternatif tıp olarak kabul ettiğim tek şey akupunktur. Çünkü bize yakın örneğin yeni yetişirken çok sancılandığım zamanlarda ilaç almak yerine sancılı tarafımı iki parmağımın ucu ile sıkıştırırdım akupunkturda sıkıştırdığım noktaya iğne batıyor. Hemen sancı kesilirdi. Aynı şeyleri baş ağrısı ve diğer bazı şeyler içinde daha ortaokula gitmeye başlarken kendime uygulardım tamamen dogmatik bir şekilde. Yani aslında var olan bir şeymiş öylesine yaptığım şey. Ve sırta kâse çekmek, yüzyıllardan beri uygulanan bir yöntem büyük aileler de bunu bilmeyen yoktur sanırım… İşte bütün bunları tanıyor olmak akupunktur yaptırma fikrimi destekledi ve gerçekten memnun kaldım.
Kaderin yapışkan ağlarından dolayı geçen hafta uçakla kalabalık ve neşeli dönmeyi düşündüğümüz İskenderun’a yalnız kırık, dökük ve karmakarışık duygularla dönerken… Adamcağız nerdeyse patlayacaktı kadınların acımasız sözlerinden sonra mendilini ağzına kapatıp öksürmeğe çalıştı boğulacak gibi oldu. Sanırım kadınlar çok daha huzursuz olmuşlardır bu yüzden. Ben İskenderun’da indim onlar devam etti. İskenderun’da bekleyenim vardı. Hasretle kucaklaştık ancak özledim diyemiyorum, özlemedim de diyemiyorum. Aslında hala hazır değilim desem dönmeye daha doğru olacak. Ve her şeye rağmen yaşlı teyzeleri düşündükçe döndüğüme iyi ettim diyorum. Ve buna rağmen yağmurla geldiğim bugün içimde de yağmur yağıyor. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve berberlik içinde kalalım hep birlikte diyerek yazımı bitiriyorum. Hoşça kalın. Yase
AYNADAKİ AKSİMİZ
O yıl New York´ ta kış, Nisan´ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.
Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.
Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaskolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üççatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.
Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: ´Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi.
Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim´ diye cevap verdim. Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.
Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar…´ şarkısıydı. Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´
Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim. Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk.
Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.
Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…´
O bahar gününü hiç unutmayacağım. Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´
Günün Şiiri
MUTLULUK
Mutluluğun gözü kördür,
Yalnızlık sağır.
Ondandır biri tökezleyerek yürür,
Öbürü uykusunda bile bağırır.
Mutluluk yalnız kendisini görür;
Unutur bu yüzden ilkin kendisini.
Yalnızlık kendi tutukluğunda özgür,
Boyuna bekler dönsün diye sesini.
Mutluluk alışır kendisine, ölümden beter;
Borçsuzluğuyla övünür, ama kedisi doğurmaz.
Yalnızlığın gidecek bir yeri yoktur;
Boyuna kapısına döner, açan olmaz.
Mutluluğun mezarları, yalnızlığın heykeli var..
Her ikisinin de saksılarında çiçek.
Biri hep başka bir renkle solar,
Öbürüyse ha açtı, ha açmayacak.
Özdemir ASAF