Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yeni yıl geldi ve bir hafta geçti bile üzerinden doğrusu pekte anımsamak isteyebileceğimiz bir yıl geçirmedik. “Dilerim gelen yıl bize geçmişi unutturur” diyeceğim, ama hiçte öyle görünmüyor. Yeni yıla günler kala Irak’ta yitirdiğimiz 12 can ve ardından gelen olaylar, İsrail’in İran’da patlattığı iki çanta ve yiten canlar ve yüzlerce yaralı, kan revan görüntüler, bunun üzerine Japonya’yı vuran deprem ve bizi sürekli tehdit eden deprem senaryoları! Falcıların kehanetleri, geleceğin hiçte güzel olacağına dair ipuçları vermiyor doğrusu. Her ne kadar “alıştık” desek de aslında ateş düştüğü yeri yakar diyorsak ta. Aslında hiçbir şeye alışmadık ve ateş düşmeyen yürek kalmadı. Ve bizler acımızı katlayarak yaşarken artık şaşkın ya da düş kırıklına uğramış değiliz. Çünkü o kadar olağan üstü şeyler yaşanıyor ki aklımızdan, hayalimizden geçmeyen. Sanki sihirli bir el değmiş gibi iyi güzel ne varsa ona dokunup kirletiyor yok ediyor. Nasıl temizleneceğiz onu düşünmekten aciz olduğumuz gibi nasıl korunuruz onun telaşında bile değiliz ya. Yalnızca yaşayıp aptal aptal bakınıyoruz, yüreğimiz tırmık tırmık kan revan!
Ve bir yerden de yerel seçimler için hazırlıklar başladı. Depremlerin vurduğu yok ettiği Hatay ve diğer şehirlerde yıkımlar ve yıkımlardan doğan sorunlar, hak-hukuk arayışları, belediye başkanlığı için aday adayı olanların ilk dikkat edecekleri şeyler olmalı diye düşünüyorum. Örneğin Asi nehrine dökülen atıklar ve bunun doğuracağı olumsuzluklar ve daha bir sürü sorunla tıka basa dolu olan gündem onları bekliyor.
Ve sevgili okuyucularım. Gerçekten kafamız o kadar dolu ki gündemle nefes alacak halimiz kalmadı, her saniye yeni bir olay, yeni bir gündem. Yeni yıla hiçte güzel girmedik dilerim bu böyle devam etmez.
Bütün iyi niyetimize rağmen olumlu düşünemiyoruz. Ancak her şeye rağmen olumlu olmak için elimizden geleni yapmak istiyoruz. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım demek istiyorum ve saygıyla tabi çünkü yitirdiğimiz şeylerin başında saygı geliyor. Yase
& & & & &
Kuyumcu Ustası
Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve mücevher ustası olmaya karar vermiş. Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş, yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından kabul edilmiş. Anlat, dinliyorum demiş usta.
Genç adam anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış. Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir taş uzatmış, Bu bir yeşim taşıdır dedikten sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış. Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma. Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle demiş ve şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.
Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi artıyormuş.
Günler geçmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş. Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister. Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle nasıl yaşarım. Bu ne biçim ustalık. Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş. Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş.
Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş. Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu, her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış. Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra, büyük ustanın karşısına çıkmış.
Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince, genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun, bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış. İşte taşın demiş, Bir yıl boyunca avucumda taşıdım, şimdi ne yapacağım? Yaşlı usta sakin bir sesle cevap vermiş: Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın. Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış.
Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken, yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış. Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş: BU TAŞ, YEŞİM TAŞI DEĞİL USTA! Öğrenmek için zaman gerekir, sabır gerekir, ustaları izlemek gerekir. Dünya hızlandıkça zaman kısalabilir ama öğrenmenin esası değişmez.
& & & & &
Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a; “Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş.
Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş: “Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar… O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.”
Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu sormuş. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp: “Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip” demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’i işaret ederek söyle devam etmiş: “Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak.”
Günün Şiiri
Karanfil
Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil,
Gönlüm acısından bunu bildi!
Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler;
Gönlüm ona pervane kesildi.
Ahmet Haşim
Mukadime
Zannetme ki güldür, ne de lale,
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyale…
İçmişti Fuzûlî bu alevden,
Düşmüştü bu iksîr ile mecnûn
Şi’rin sana anlattığı hâle…
Yanmakta bu sâgardan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı,
Baştan başa efgân ile nâle…
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyale…
Ahmet Haşim
Orman
Su değil, mevsimin havası akan
Duyduğun yaprağın, dalın sesidir
Suda yıldızların parıltısıdır
Bu karanlıkta bazı bazı çakan…
Ahmet Haşim
Ağaç
Gün bitti. Ağaçta neş`e söndü.
Yaprak ateş oldu, kus da yakut;
Yaprakla kusun parıltısından
Havuzun suyu erguvana döndü
Ahmet Haşim
Günün Fıkrası
Yaşlı Tanık
Bir mahkeme salonu düşünün… Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır… “Bayan Jones.. Beni tanıyor musunuz?” Yaşlı teyze cevap verir: “Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum.. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız.. Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız…”
Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar: “Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?” Kadın yine cevaplar: “Elbette tanıyorum.. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor..”
Yine herkes şokta.. Bütün salonu bir uğultu kaplar.. Hakim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır.. Ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar… “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım.”
Günün Sözü
Canı yanan sabretsin. Can yakan, canının yanacağı günü beklesin.
Hz. Muhammed (S.A.V)
İnsanların seni çok sevdiği zaman, onların işine en çok yaradığın zamandır.
Bukowski