Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Belediyenin yeni su projesi ile kentin her noktasına yeni borular döşeniyor ya İskenderun kocaman bir şantiye alanına döndü böylece. Ama kimsenin şikayeti yok. Hatta ev hanımları, esnaf falan çalışanlara çay, kahve, börek ikram ediyor. Şimdi sıra bizim sokakta. Okulların kapanmasını bekliyordu ve okul kapanır kapanmaz başladı çalışmalar dün sabah saat 8,5 gibi başlayan çalışmalar gece 01’e kadar sürdü. Biz meydanda toplanırken de yürürken de dönerken de… Ve düşünüyorum acaba gezi parkı eylemleri bu işçileri ne kadar ilgilendiriyor?
Meydanda oturmuş etrafı izlerken sağdan soldan selamlar yağıyor. Herkes herkese selam veriyor hal hatır soruyor. Belki en güzel tarafı bu eylemlerin, kibarlığı… Kazayla birinin dirseği değse hemen özür geliyor arkasından. Birisi düşse ya da sendelese hemen yardım hazır. Bence küçük büyük adı ne olursa olsun herkes bazen böyle eylemlere katılmalı ve oradaki havayı solumalı. İnsan birçok şey öğreniyor bu başka bir zamanda asla yan yana gelmemiş ve gelmeyecek olan topluluktan. Dün çok yoğundu eylem yürüyüşü ama sanki eylemden çok önceden söylediğim gibi bir bayram yürüyüşüydü. Marşlarla şarkılarla kimseyi üzmeyecek sloganlarla.
Ben denizin en çok üzerinde durduğum şey her zaman her koşulda bildiğiniz gibi, bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri bizimde başkalarına yapmamamız… Çünkü o zaman savunduğumuz şeyin önemi kalmaz. Ve karşımızdakinden de farkımız.
Meydanda insanlar toplaşırken son taktikler, yürüyüş düzeni falan anlatılırken, çoktan beri görmediğim arkadaşlarımla selamlaşıp hal hatır sorma olanağı da buldum. Bu da beni çok mutlu etti. Yürüyüşe yoğun bir katılım vardı. İstenmeyen olaylar gelişmedi bildiğim kadarı ile bir ara bir patlama sesi duyuldu ama kimse önemsemedi bile. Sokakların, caddelerin çoğu yaralı, bereli, gariplerim yeni su projesinden dolayı. Yalnızca oralarda biraz sıkıntı yaşandı o kadar. Saat 24 olmadan herkes alana dönmüştü ve dağılmaya da başlamıştı. Kimse kuralların dışına çıkmak istemedi, nasıl sessizce toplaştı ise öylede dağıldı.
Yani benim izlediğim kadarı ile. Demem gerek. Ve bu arada sokağımızda çalışmalar sürüyor. Ev yolu kısa ve bu kısacık alanda, çok yoğun duygular yaşandı belki aşırı yorgunluktan belki yoğun baskıdan. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız, aniden gelen mutlulukla ışıl, ışıl karşımıza çıktı tam köşeyi dönerken Onun mutluluk ışıltısı bizi de aydınlattı bir anda yorgunluğumuz terimiz, sıcağımız uçtu gitti.
Gezi parkı eylemleri yaşanırken günlerce o yeni bulduğu mutlulukla sarhoş olmuştu. Kalabalık eylem falan ikinci hatta beşinci sırada kalmıştı kim bilir belki hiç önemi de yoktu artık.. Şimdi bunları yazarken gülümsüyorum. Gece bize yansıyan çılgın mutluluğu düşünüyorum nurla aydınlanmış gibi görünen yüzünün yansımasını! Ne muhteşem bir şey ya rabim aşk!
Mutluluğu bulaşmıştı bize de, düşününce onu gülümseyip duruyorduk dilimizde bir dua bir dilek sonsuza dek sürmesi için…
Sokağımıza gelmiştik bile o giderken aşkıyla. İş makineleri homur, homur çalışıyor. Toprağı küreyip açılan çukura iten genç acaba bu mutluluğu bir yerde yakalamış mıdır? Yine bu toprağı küreyip çukura atan genç çocuk Millet, araba kornaları, ıslıklar, marşlar ve davul zurnalar eşliğinde yürürken! Bende orada olsaydım! diye düşünmüş müdür hiç?
Balkondan onları izlerken düşünüyorum sessiz ve karanlık sokakta üç kişi ve iş makinesi var. Bizim eve girdiğimizin ayrımında olmadılar dördü de… O kadar yoğun çalışıyorlar ki.
Onlara bir çay yapsam mı? Belki acıkmışlardır? Saate baktım çok ilerlemiş. Belki birazdan işi bırakacaklar iyisi mi konsantrelerini bozmayayım. Balkon korkuluğuna dayanmış onları izlerken, birden gözlerimden yaşların hücum etmesini sağlayan bir görüntü geliyor uzaktan değil az öteden… Meydanda insanlar toplaşırken. Uzakta bir adam duruyordu. Uzun boylu güzel giyimli yakışıklı bir adam. Uzaktan uzun, uzun baktı ve sonra cesaretini toplayıp yanımıza geldi. Arkadaşımla selamlaştı düzgün bir Türkçe ve çok güzel derin bir ses tonu vardı. Dikkat ettim arkadaşım benimle tanıştırmadı. Selamını aldı ve diğer arkadaşı ile sohbete devam etti. Normalde yapacağı şey değildi bu. Genç adam biraz durup arkadaşımın ona bir şeyler söylemesini bekledi. Sonrada kibarlıkla iyi akşamlar deyip uzaklaştı. Daha sonra arkadaşıma sordum neden böyle yaptığını. Aldığım yanıt tokat gibi çarptı yüzüme gözlerime yaşlar doldu. Anında “o” dedi “hasta şizofren çoktan beri beni taciz değil ama tedirgin ediyor. İş yerime geliyor sokakta her yerde karşıma çıkıyor.” Arkadaşım bunları anlatırken “sus” dedim “sus” yüzüm bir anda yaş içinde kalmıştı. Adam yüksek eğitim almış, yakışıklı, güzel bir yüksekokuldan mezun güzel bir işi varken sırf hastalığın ortaya çıkması ve aniden genişlemesi ile birden bire ortada kalıveriyor. İnanılacak şey değildi. Durup dururken böyle bir öyküyle sarsılmakta vardı demek bu gece?
Geceye noktayı koyan bu adamdı benim için. Balkon korkuluğuna dayanmış başka bir şizofreni düşünüyordum şimdi. Akıl oyunları diye bir film vardı anımsarsanız film o kadar güzel işlenmişti ki şizofrenliği kutsamıştım nerdeyse.
Bu adamın şizofrenliği değildi beni üzen ağlatan onun çaresiz ve yalnız bırakılmasıydı. (gözlerimden yaşlar süzülüyor şu an, önümdeki harfler karışıyor.) Her şeyin tedavisi var. Belki tümden iyileşemez ama en azından böylede çaresiz bırakılmazdı. Ve bizler yürürken ve şimdi korkuluklara dayanmış düşünürken kim bilir kaç tane şizofren hasta çaresiz sokaklardaydı?
Ve bir genç insan başına yediği kurşundan dolayı yaşamına veda ettiği için son istirahatgahına götürülmek üzere hazırlanıyordu.
Bu gece yine Polis taksimde direnişçileri hunharca dağıtıyordu. Yine bu gece… Ve gece gündüzün gölgesinde akşamın getirdikleri ile devam ediyordu sabahın ilk ışıklarına kadar.
Ve bu sabah!! Büyük bir şantiye gürültüsü ile uyanmak güne tedirgin ve düşünceli. Sağdan soldan geliyor gürültü araçların homurtuları küreklerin küreme sesi. Ve yoğun bir koşturma. Bu çalışmayı da kutsamak gerekiyor. Dört koldan maşallah ve bütün kent bu gürültüyü bu tozu dumanı yuttu seve, seve. Değişik zamanlarda. Herkes anlatıyordu ama başına gelince anlıyor insan.
Ve bugün sendikalar grevde. Bizim sokak şantiye gürültüsü ile inlerken. Muammer Güler tv’de konuşuyor. Komşularımız çatı katını yıkıyor. Oranın gürültüsü şantiye gürültüsüne karışıyor. Birisi güneş enerjisi taktırıyor onunda gürültüsü tüyler ürpertiyor.
Bizim usta terasa döşenecek karolar için örnek getiriyor. Ve konuşuyor Muammer Güler… Kötü şeyler olacak sanki oralarda, bizim sokakta bu gürültüler sürerken. Kimse dönüp bakmayacak bile zahar. İşim bitsin paramı alayım, borcumu ödeyeyim anneme göndereyim sıcak yatağıma gireyim duş almadan derin bir uyku çekeyim.
Ah insan olmak ne kadar zor aslında… Aslında insan bir lokmayla doyar, bir urba onu çıplaklıktan korur bir döşek uyuması için yeter ama o illa daha çoğunu daha çoğunu ister. Ve istekleri onu esir eder, zamanla kölesi olur isteklerinin ve bu kölelik devam eder sonsuza dek.
Ne mutlu paranın, malın mülkün ve nefsinin esiri olamayanlara… Diyerek yazımı noktalamak istiyorum. Kah gülerek kah düşünerek, kah ağlayarak çıktı bu yazı çok ama çok yoğun bir gürültünün eşliğinde. Dumura uğradım dersem abartı değil ama şikayet hiç değil. Sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde hep birlikte kalalım diyorum. Sevgili okuyucularım. Yase
Not: Sokağımızdaki çocuklara karne hediyesi olarak kitap alacağım dedim ya. Cumartesi günümü sırf onlara ayırdım. Kitapçıları dolaştım ve elimde on beş tane kitapla döndüm, çocukların hepsi kaldırımda oynuyorlardı küçük büyük. Hadi gelin bakalım dedim ve kitapları çıkardım. Çocuklar etrafımı bir sardı ki görülmeye değer. Hepsi kitapları adeta kapıştı. Bu kadar istekli ve sevinçli olmalarına çok ama çok sevindim. Daha ben söylemeden onlar söyledi. Biz bunları dönüşümlü okuyacağız. Aferin dedim tamda böyle yapmanız lazım. Çocuklar bana da bana da diye elime sarılırken sokaktan geçen başka çocuklarda, bize de yok mu diye araya girmez mi? Valla çocuklar şimdilik o kadar dedim ama söz size de alacağım yarın burada buluşalım dedim. Bu günde onlara kitap almaya gideceğim. Ankara’da İstanbul’da eylemler sürerken daha 26 yaşındaki genç Ethem Sarısülük aile mezarlığında dinlenmeye yeni çekilmişken. Bende kendimi kitapçılara atacağım. Unutmayın sevgili okuyucularım en güzel hediye her zaman kitaptır. Çocuklara ve arkadaşlarına giysi falan alacağınıza bir kitap alın yeter. Hızla okumaya devam etmeliyiz, unutmayın okuyanla okumayan bir olmaz. Okumak, güzel konuşmak demek, okumak, düzgün düşünmek demek, okumak, sorgulamak demek, okumak, diyar, diyar gezmek demek.,. Okumak daha sonra anılar demek. Kuru bir gül dalı, eski bir kağıt para, sararmış bir resim demek…
Günün Şiiri
ACI
Usandım taş basması günler yaşamaktan
yalnızlığımı büyütüyorum korkunç
yani bağırmak sana sulardan.
Her gün yeniden ölmek
elinden karanlık adamların
yalanla, ekmekle, silahla.
Üstümüze bakarken çağlar
her çocuk başı okşadığımız
suçlu bizmişiz gibi
büyüyor avcumuzda.
Gözlerinde bile
deniz dibi gözlerinde ölüler
askerler ve gemiciler halinde.
İhtiyar yüreği toprağın
buğdayı, elma’sı
korkuda.
Suskunluğum, utancım büyük
sıkıntım kara.
Gel dağıt mavini
kör kuyular uykuma.
Ahmet OKTAY
Günün Sözü
Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şey yapamayan, hiçbir şey anlamaz. Hiçbir şey anlamayan değersizdir. Oysa anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır, görür… Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır…
Paracelsus