Ve Evdeki Huzur da Eksik…

0
68

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu günlerde işimiz çok Emre ile. Saatlerce bilgisayar başında çalışıyoruz. İkimizin de hızına diyecek yok. Büyüklerimizden duyduğumuz hikâyeleri, efsaneleri derleyip toparlanmakla meşgulüz. Daha şimdiden en az on hikâyeyi okunur hale getirdik. Yakında bu sayfadan paylaşabiliriz diye düşünüyorum. Sonrada Allah kısmet ederse kitaplaştırmayı düşünüyoruz. Bu hikâyeler hiçbir yerden alıntı değil hiçbir yerde yayınlanmadı birçoğu anlatı, büyüklerimizden ve konu komşudan toparladığımız. Bu yüzden bizim için değeri çok büyüktür. Titizlikle yazıyoruz ve depoluyoruz dağarcığımıza. Şimdi de tam üç hikâye yazılmayı bekliyor dağarcığımda dün birçok insanı konuşturduk bir sürü olağan üstü dinlenceler çıktı. Her zamanki gibi ses kayıt cihazı kullanmadığım için ve dil sorunu yaşadığımız için. Anlatanın dili biraz değişik ve kullandığı sözcükler için tercümeye ihtiyaç duyduk sık, sık bu yüzden sabırsızlanıyorum onları bilgisayarımın ekranında görmeyi unutmadan.

Emre “onlardan birini paylaş” dedi. Ama “hayır” dedim “daha bir kitapçık olmadan paylaşmayacağım.” Neyse durum bu şimdi; çalışma odamızda üç bilgisayar üç değişik masa var. Berke’nin benim ve Emre’nin duvarlar boydan boya kitaplık boş alanlarda kocaman posterlere çoğu Emre’nin ve Berke’nin çektiği resimlerin posteri. Benim masamda yeni aldığım kitaplar darmadağın, Emre’nin masasındakilerse derli toplu. Onları dik tutmaya yarayacak bir tutamaç almış. Ütülenmiş gibi duruyor kitaplar masa üzerinde. “Sana da lazım ama sen yine dağıtırsın, bari fazlalık yapmasın diye almadım” dedi. Valla bu çocukların diline düştüm ya artık oradan çıkmam olanaksız gibi görünüyor. Olsun beni böylede seviyorlar ya önemli olan bu.

Çalışmaya başlamadan Emre odayı bir güzel temizledi, elektrikli makineyle tozunu aldı havalandırdı, kitapları gazeteleri dizdi. Sonrada birbirine dolanan bilgisayarların kordonları toparlayıp düzgünce etraftan görünmeyecek bir şekilde sakladı. Bakalım ne kadar bu şekilde kalacak bu minnacık sevimli kültür odacığımız? Şimdi üçümüz çalışıyoruz. Dışarıda yağmur var camları tıkırdatan bana kalsa onu içeri alacam ama çocuklar üşür. Neyse o dışarıda pencereli takırdatıyor biz içerde klavyeleri, kardeşimin mutfakta pişirdiği yemeklerin iştah açan kokusu da beşinci duyumuzu tıklatıyor. Evde huzur mutluluk budur, tablosu bu işte. Bu tabloya sıkı sıkıya sarılıyorum çünkü İskenderun’da bu tabloyu değiştirmek zorunda kalacağım. Biliyorum.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım birkaç evde yaşanan bu huzur yetmiyor. Bütün evlerde bu huzura yakını olmalı ki toplumda da huzur olsun, sonra ülkede, sonra dünyada. Ama hepimiz biliyoruz ki huzurlu ailelerin sayısı, huzursuz ve mutsuz ailelerinden çok ama çok az. Ve şu an bizim huzurumuz aslında bize batıyor. Çünkü millet uzayda yürüyor biz yolda yürüyemiyoruz diyen anne gözlerimizin önünden gitmiyor. Çocuklarını okula göndermek için dağ bayır atlatan, sonrada derelerin içinden geçiren bu annenin sıkıntısını onunla yaşıyoruz. Ve birçok ailenin sıkıntısı bizim sıkıntımız. Kendi mutluluğumuza gömülüp kalmaktan hepimiz nefret ediyoruz ve her zaman eksik kalıyor her türlü sevincimiz.

& & & & &

Ve o dağ bayır dere tepe aşan öğrencilerin ve daha büyük kentlerde özel okullarda ve devlet okullarında okuyan öğrencilerin kıyafetleri serbest olacakmış. Yeni gündem bu, gündem yaratmada üzerimize yok ya. Şimdi düşünüyorum hatta şimdi değil okula başladığım ilk günden beri düşünüyordum. Yoksul arkadaşlarım vardı. Ayakkabılarını ödünç giyen, yakasını ödünç kullanan, önlüğünü hatta içine giydiği gömleği…

Bunları görerek büyüdüm. Her anım isyan dolu olarak. Suskun ve düşünceli minik bir kız düşünün. Başı kendinden ağır… Benim böyle bir kızım olsaydı, ne yapardım bilmiyorum.

İşte önlüklü yoksulluk buydu. Bitmedi ortaokula gittik ve önlüğümüzün altına neler gizlerdik bilen var mı? Ne yamalı kazaklar ne rengi solmuş gömlekler. Ama üzerimizdeki önlük hepimizi eşit kılardı kimse görmezdi iç yoksulluğumuzu kendimiz bile görmezdik bu yüzden rahat ederdik. Ancak büyüdük ve yoksulluğumuzu gizleyemez olduk. Utandık birbirimizden. Hiç benim derdim değildi giysi, hiçbir zamanda olmadı çok şükür. Ömrümde kendime bu benim diyerek bir şey almadım. Aldığım ya da yaptığım her şeyi paylaşmak için aldım ve paylaştım ve yaptım. Ve bunu yapmaya devam ediyorum çok şükür. Tanıyanlar bilir yıllardır siyahlarımla forma gibi gezerim. Bu yüksek okuldan alışkanlık oldu. Kendime siyahları seçtim düz siyah etek ve düz siyah uzun elbise ayaklarımı örtecek kadar, kimse sandaletlerimi ya da ayakkabılarımı görmezdi tek lüksüm oydu. Saçlarım uzunken atkuyruğu kestikten sonrada şimdiki durumdan bir ileri bir geri gitmedi. Ailemdeki düğün derneklerde bile kıyafetim kimsenin dikkatini kıskançlığı çekmesin diye dikkat ettim.

Liseyi kız okulunda okudum ve kızların dünyasını çok iyi biliyorum. Sevinçlerini travmalarını ve neyi daha çok dert ettiklerini… Aralarında benim gibilerde vardı ama sayı her zaman iki üçte kalırdı. Her zamanda öyle oldu. Daha geçenlerde kardeşimle anaokuluna giden bir kız çocuğuna şahit olduk annesinin elinden tutmuş tepiniyor. Bende o kızın giydiği mantodan istiyorum diye ağlıyor. Ve kıyafet serbest kalırsa okullarda, korkarım birçok ailenin sıkıntısına sıkıntı eklenecek. Kompleksler artacak kıskançlıklar bilenecek. Zaten İstanbul’da yaşıyorsanız… Ve burada bazı semtlerin zenginliğinden haberiniz varsa, gerisini siz düşünün demek zorunda kalıyorum.

Şimdi neden buna gerek duyuldu bilmiyorum. Bu özgürlük mü? Eğer öyle ise boş verin gitsin. Eşitlik olsun özgürlük sonradan gelir.

Sanayi Bakanı Sayın Nihat Ergun öğrenci ve ailelerine kompleks olacaksa bu konuda giysi kuponu dağıtabileceklerini açıklamış. Kuşkusuz kompleks olacak ancak bu kuponlarda kompleksi bence körükleyecek. Gerçek ihtiyaç sahipleri gururlarına yediremeyecek yardım kuponunu, fırsatçılar ise her zaman olacak. Birde belli mağazalardan alma koşulu varsa?

Valla kendi hesabıma fırsat eşitliğine inanmıyorum. Hatta ‘..eşitlik diye bir şeye de inanamıyorum ama en azından kıyısından kenarından dolanalım..’ Diyorum. Ve inanmadığım şeyi istemekten vazgeçmiyorum. Her zaman birlik, beraberlik, eşitlik ve kardeşlik içinde sevgi ve sağlıkla kalın sevgili okuyucularım diyorum. Yase

 

Günün Şiiri

İçimizden Biri
I
On ikiye beş var…
Yaşamın ucundasın
Ha bitti, ha bitecek
Kaderin avucundasın.

Sırrını çözemedinse burçların
Suçlama başkasını.
Anahtarını erken yitirmeseydin yalnızlığının
Kapardın şimdi alin yazına
Yaşantı kapısını.

Çırpınma yüce dalgalar örneği,
Yıpratma kendini boşuna
Mezar kazılmış bir kez
Değmez kahroluşuna.

Son damlasına kadar
İçmişti mutluluğu
Yine kuruydu dudakları
Pare, pare… susuzdu.
Oturdu bir gün
Yaşantı öyküsünü yazdı
Tırnak, tırnak yanık tenine.
Kerpiçle onarılmıştı kalp duvarları
İçi, dışı düzdü.
Oysa umutları vardı yalın,
Gel gör ki yine umutsuzdu,
Mutluluk demişti bunca yıl
Mutsuzdu…

II
Yurdu vardı cennet misali
Kişiliğince sonsuz
Şimdi yurtsuzdu.
Pırıl, pırıldı gökleri
Maviydi, bulutsuzdu.
Bitiremedi öyküsünü bir türlü.
Son istasyonda
Son çığlık sustuğunda
Söyleyecekleri hudutsuzdu.
III
Bir kuş uçtu mavi çizgisinde
Sabah ışıkları kadar ak’tı,
Bulutlar gerindi düşünde
Evren güneşlerce sıcaktı.

İçinden uçmuş gibiydi,
Göklerdeydi şimdi kanat kanat,
Koparmıştı bağlarını günlük yaşantısından
Yer çekimine, inat.

Özgürlüğü bayrak, bayraklı
Yükseliyordu durmadan
Yıldızlar birer basamaklı.
Tükenmek bilmeyen bu yolda
Döndü, bir kez ardına baktı.
Dünya uzaktı,
Evren küçülmüştü artık
Dünyası bir avuç topraktı.
IV
Doğdu… Ağladı.
İyi kötü yaşadı.
Her şeyi öğrendi
Yalnız öğrenemeden gülmeyi
Öldü.

Mehmet Bozkurt Esenyel

 

Günün Sözü

Ölümü düşünmek ne kadar tehlikesiz de olsa, ölümü hiç düşünmeden ona katlanmak daha kolaydır.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here