Ve Eğitim Ve Öğrenim…

0
75

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sağlıklı, mutlu ve umutlu olmak için nedenimiz var mı? Eğer kaygısız, kuygusuz, bencil, vurdumduymaz, ruhsuz olsaydık  belki, en azından sağlıklı hissedilirdik kendimizi. Ancak değiliz! Kendimi bu konuyu yazacak kadar güçlü hissetmiyordum günlerden beri hoş şimdide güçlü değilim. Ancak yazılıp çizilenler, tüyler ürperten yorumlar karşısında  söylemek istiyorum ki artık bizim düzelecek yerimiz kalmadı. Tecavüzcü korunuyorsa, yalan dolan, lüks ve ihtişam olağan üstü artıyor ve sefalet hızla artıyorsa, kültür, okuma yazma, düşünme gibi yetilerimiz yerlerde sürünüyor, cehaletle boğuluyorsak neyi düzelteceğiz Allah aşkınıza!

Çare olarak “İdam, hadım” diyor bazıları. Tabi herkesin sinirleri darmadağınık ve en yüksek cezayı alması dileğinde saldırganın, haklılar tabi. Ancak nereye kadar idam, nereye kadar hadım? Eğer cehalet hızla artmaya devam ediyorsa, hayvani dürtüleri kontrol altına alacak akıldan, güçten yoksunsa yaratıklar ve şu yâ da bu şekilde korunuyorlarsa, yoksulluk ve yokluk hızla artıyorsa, bu yaratıkları   as, as bitiremezsin. Hadım et ne olacak? Tecavüz kafasında, gözlerinde, niyetinde olduktan sonra…

Ve bu kadar vurdumduymaz bir toplum olduktan sonra… Havalar sıcak herkes sahile akın ediyor. Çimenlere yayılanlar, taşlara, kayaların üzerine oturanlar ki o kayaların içinden kocaman fareler çıkıyor. Paten kayan çocuklar, spor yapan anne babalar. Şöyle bir baktığınızda çok hoş bir manzara, rahat ve mutlu herkes. Ancak bir tecavüzcü yâda kötü niyetli biri için tam bir fırsat. Herkes kendi derdi ile o kadar ilgili ki küçük çocukların yanlarında olmadıklarının ayrımda bile olmuyorlar. Çocuklar öylesine koşturuyorlar, bakıyorsunuz ana baba kardeş yok meydanda; peki nereden çıktı bu çocuk? Yeminle her gece en az üç, yaşı iki ve dört arası olan çocuğu ellerinden tutup ailelerini aramak zorunda kalıyorum. Kötü niyetli bendeniz olsam ne olacak bu elime sımsıkı kurtarıcı gibi yapışan bebekleri alıp kaçsam ne olacak, ruhları bile duymayacak, vurdumduymaz dünyadan habersiz hasbelkader ana baba olmuş insanların. Belediyenin hemen sahile ve bilumum parka kamera ve bekçi koyması gerekiyor. Aileler çocukları için uyarılmalı, evet çok güzel bir şey öyle başıboş dolaşmak ancak o bizim zamanımızdaydı; geceleri ve gündüz sokağımız evimizden güvenliydi ancak şimdi ne yazık ki değil ve ilk kural kendini korumayı öğretmek çocuğa ve onu korumak. Her zaman çocuklarımızın yanında değiliz bu yüzden öğretim ve eğitim şart.

Ve tecavüzcü asla ve katha, korunmamalı şu yâ da bu şekilde en ağır cezaya çarptırılmalı. Belki görmüşsünüzdür. Geçenlerde Kore devlet başkanı tecavüzcülerin diri diri yakılması için emir vermiş, üstelik TV’den canlı yayın yaparak. Eh yani düşünürsek Sivas’ta diri diri yakılan, suçları yalnızca insanı ve canları sevmek olan sanatçıları ve masum insanları! Bunların yakılması hiçte acayip kaçmadı yani?

Ve sevgili okuyucularım kontrolü kaçırdık artık kendimizi bile koruyamadığımız bir ortamda yaşıyoruz. Ve çocuklarımızı bizden bile korumak zorundayız çünkü bazen en büyük kötülüğü gereksiz baskılar ve kıyaslarla bizler yaparız. Önce çocuklarımıza biz inanalım onları olduğu gibi kabul edelim, destekleyelim ve bize güvenmelerini sağlayalım, sırdaşları olalım yargıçları değil.

Ve aslında bu dünyada yaşamak gerçekten güçleşti. Gerçekten bezdirici, gerçekten kızgınız, kırgınız, üzgünüz. Ve bu durumda ne kadar idare edebiliriz bilmiyoruz.

Sağlıkla, sevgiyle kalmak mümkünse hep birlikte kalalım ve her şeye, herkese inat, birlik ve beraberlik içinde kalalım. Ayrımsız gayrımsız ve çocuğa, gence, yaşlıya, hayvan ve doğaya kötülük ve haksızlık  için  uzanan eller cezasız kalmasın diyoruz. Ve ekliyorum her şeyin başı eğitim, doğru ve dürüst  eğitim, eğitim… Bizler cahil olmak lüksüne sahip değiliz. Yase

& & & & &

Gerçek Sevgi

John Blanchard oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida’da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti… Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan… Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York’ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı’na katılmak için Avrupa’ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı. Sonunda Blanchard’ın Avrupa’dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar… New York Tren İstasyonu’nda akşam saat tam 7’de. ” Beni tanıman için” diye yazmıştı kız mektubunda, ” ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak.” İşte saat tam 7’ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikâyenin gerisini Bay Blanchard’dan dinleyelim: ” Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu, dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş… Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi. Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana ‘ Benimle ayni yöne mi gidiyorsun, denizci?’ diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha attım ve o anda Hollis Maynell’i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40’ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış… Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selâmladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle ‘ Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?’ diye sordum. Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: ‘Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı’ dedi, ‘ ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu gülü yakama takmamı rica etti benden ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış.”

Günün Şiiri

Ne İçindeyim Zamanın

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,

Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sukutu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
Içim muradıma ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;

Koku bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim

Ahmet Hamdi TANPINAR

Hayal Bana Yakın Yar Bana Uzak

Hayal bana yakın yar bana uzak
Sevdası başıma dolanır gitmez
Aşkına düşeli yar bana uzak
Yüz bin öğüt versen biri kar etmez
Senin aşkın beni kıldı urusvay
Düşmüşüm peşinde koşarım hay hay
Kabul et kapında beni de kul say
Dost yoluna ölür aşık ar etmez
Ey beni bu derde giriftar eden
Eski muhabbeti kaldırdın neden
Gönül ister kavuşmayı ölmeden
Gül olmasa bülbül ah u zar etmez
Beni yakan yansın aşkın narına
Gönül düştü bir zalimin toruna
Bakmaz mısın bu VEYSEL’in zarına
Ah çeker ağlarım yar elim yetmez.

Aşık Veysel Şatıroğlu

Gel Birlik Kavline Girelim Kardeş

İtimat edersen benim sözüme
Gel birlik kavline girelim kardaş
Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme
İçip şerbetini duralım kardaş.

Son verelim iftiraya bühtana
Kardeşane sevişelim can cana
Elbirlikle çalışalım vatana
Çok okul, fabrika kuralım kardaş.

Yürüyelim Atatürk’ün izine
Boş verelim bozguncular sözüne
Göz atalım şu dünyanın hızına
Yürüyüp hedefe varalım kardaş.

Veysel’in sözleri kanun dışı mı?
Mantığa uymazsa kesin başımı
Bana düşman etmiş vatandaşımı
Sebebi ne ise soralım kardaş.

Aşık Veysel Şatıroğlu

Günün Fıkrası

Annesi yeni uyanan Temel’i her zamanki gibi uyardı. “-Günaydın uşağum, sofraya oturmadan önce yüzünü yıkıyacasun.” Temel boş boş annesinin yüzüne baktı… “-Ne oldi niye bakaysun?” “-Anacuğum biraz önce rüyada suya düştum. Yüzümi yıkamasam olmaz mı?”

Günün Sözü

İyi olan tek şey bilgi ve kötü olan tek şey de cehalettir.

Sokrates

Fakir insan malı az olan değil arzuları çok olandır

Seneca

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here