Ve Çok Şükür ki Bilmediğimi Bilmiyorum…

0
124

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Lozan anlaşmasının 96. yıldönümünde bazı kendini bir şey sanan çokbilmişlerin ipe sapa gelmez konuşmaları bizi derin derin düşündürüyor. Mondros ve Sevr anlaşması ile yurdun her tarafı istila edilmiş, Fransızlar, İngiliz, İtalyan ve Yunanlar tarafından… Halk inim inim inliyor, buna rağmen direniyor canıyla, olmayan malıyla ve sonunda Lozan anlaşması imzalanıyor ve sınırlarımız yeniden oluşturuluyor ve şimdiki modern Türkiye’nin sınırları belirleniyor.

Bütün bunlar için ne mücadele veriyor atalarımız, dedelerimiz, babalarımız ve onların başındaki büyük Türk Atatürk ve silah arkadaşları; şimdi bu özgürlüğümüzü kazandığımız anlaşma bazıları tarafından küçümsenebiliyor? Merak ediyorum o zaman onlar yaşasaydılar o şartlarda ne yaparlardı? Ki onlar bugün bir elleri yağda, bir elleri balda yaşıyorlar! Ülke de fabrikalar kapandı, birçok iş yeri sözlüğümüze bir kelime ekledi ‘Konkordato’ diyerek. (iflas anlaşması)  Atanamayan üniversiteli gençler kendilerini yakmaya kadar ileri götürdüler işi, suya, elektriğe zam, yoksulluk gittikçe artıyor, bazıları da bir çantaya servet harcıyor.

Ve bu insanlar konuşuyor! Ve biz düşünüyoruz, ne zaman böyle olduk yoksa biz her zaman böyle miydik? Bu olasılık tüylerimi ürpertiyor!

Ve sevgili okuyucularım geçmişe biraz göz atalım, bazılarımız bilmediği ya da bilmek istemediği geçmişe Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.

Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Amasya Genelgesi’nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920’de TBMM’yi kurdu. Böylece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı’nın merkezi Ankara oluyordu.

TBMM yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşünden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu’da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı.

Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılara büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, ordularına: “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz” emrini verdi.

Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verildi.

Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı.

1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikle-ri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydoldu.” İstanbul’daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal’in başkomutan-lığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı.

Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos’ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis’te vardı.

Bu savaş, Atatürk’ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı. Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir’e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline “dur” diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zafer için adı Alinur olan bir seçilmiş acayip şeyler söyleyebiliyor?

Acaba bu seçilmiş bu gerçekleri bilmiyor mu? Bilmeden mi konuşuyor? Bilmiyorsa yazık, biliyor ve inkâr ediyorsa vay halimize ve biz bu zaferler zaferinin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken bir taraftan nelerle uğraşıyoruz? Allah sonumuzu hayretsin demekten başka söylenecek söz kalmadı gibi.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle, aydın, Atatürk ilke ve inkılapları ile gerçeğin peşinde olarak kalalım, ayrımsız, gayrım sız… Yase

Günün Şiiri

Kurtuluş Savaşı Destanı

YIL 1915…
VATANIMIN üzerinde kara bulutlar;
Bize karşı birleşmişler, bütün düşmanlar…
Ermeniler bir yanda,
İngilizler bir yanda,
Fransızlar başka bir yanda….
Bütün haçlı zihniyeti bir arada,
Parsellemişler VATANIMI kendi aralarında…
KAHPE DÜŞMANLAR, BU VATAN SİZE KALIR MI?
TÜRK’ÜN ASALETİNE ZİNCİRLER DAYANIR MI?
İşgal başlamış; şehir şehir, kasaba kasaba,
Zulüm başlamış, silahsız halka,
Mazlumların feryadı, yükselmiş arşa…
Evler talan edilmiş…
Evler yıkılmış…
İnsanlar canlı canlı yakılmış…
Süngülerin ucuna bebeler takılmış…
Taş üstünde taş,
Baş üstünde baş,
Bırakmamakmış, niyetleri…
Ağır olacak elbet, bu zalimlerin diyetleri…
TÜRK’ÜN ASİL KANINI…
TÜRK’ÜN VATAN SEVDASINI…
TÜRK’ÜN GÖĞSÜNDEKİ İMANINI…
Hesaba katamamışlar…
Aldanmışlar, yanılmışlar…
Yüze, onla…
Silaha, yabayla…
Topa, imanla…
Elif’in kağnısıyla…
Nene hatunun baltasıyla…
Sütçü imamım fetvasıyla…
Zekiye çocuğun VATAN sevdasıyla…
Başladı VATAN savunması…
Her savaştan geldi zafer havası…
Yıl 1919…
Bir kurtarıcı çıktı ortaya…
Halkı topladı bir araya…
Adı: MUSTAFA KEMAL’Dİ,
Başkumandandı…
Savaşlar yönetti,
Zaferlere imza attı…
Vatan kurtarılmaya başlandı…
Çanakkale’den, Dumrupınar’dan
Antep’ten, Urfa’dan
İzmir’den, İstanbul’dan
Zafer haberleri geldi her yerden…
BİR DESTAN YAZILDI, ŞEREFLE, ŞANLA…
BİR DESTAN YAZILDI, ŞEHİTLE, KANLA…
BU VATAN KURTARILDI BÜYÜK CEFAYLA…
Bu VATANI sevmeliyiz…
Bu VATANI korumalıyız…
Bu VATANI yüceltmeliyiz…
GEREKTİĞİNDE BU VATAN İÇİN ÖLMELİYİZ…
Yılmaz ÇELİK

Günün Sözü

Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir.
Mustafa Kemal ATATÜRK

Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyeti kurduk, o on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here