Umut, Umutsuzluktan Doğar!

0
35

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dilerim her sabah yeni bir gündem ve yeni sorunlara uyandığımız halde sağlıklı ve umut dolusunuzdur. Umutsuz olmak sanırım kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biri olabilir! Çünkü güneşi görmeyiz o zaman, mücadele gücümüzü yitirebiliriz. Oysa mücadele yoksa Güneş de yok. Hak, hukuk, adalet arayışı ve hayat da yok. Bir ot bile olamayız ki o kaldırım otları ayaklar altında ezildikçe hep yeniden yeşerir hep yeniden doğar. “Ezildim bitim” demeden. Oysa söz konusu hak, adalet ve hukuksa bizde en az o kaldırım otları kadar güçlü ve umut dolu olmak zorundayız. Her ne kadar büyüklerimiz bizi- nasıl bir benzetme ve nasıl bir aşağılama ise “ev zencilerine “ benzetmiş olsalar da. Şahsen hem zencilere hem de o evlerde alın teri ile çalışan insanlara hakaret diye algıladım bu benzetmeyi aynen İstanbul Cihangir’deki merdivenleri Filistin bayrağı rengine boyamış çok akılılar gibi. Adamlar ayaklar altına almışlar bayrağı sonra övünüyorlar valla bir garip ülke olduk vesselam? Ama haklarını yemeyim çok güzel boyamışlar valla.

Ve biz umutsuz olursak, kendi oylarımızla seçtiğimiz ve bizi temsil etmesi için gönderdiğimiz milletvekilimizin arkasında duramayız. Ve bizi temsil eden Saadet Partisi Hatay Milletvekili Sayın Doç. Dr. Necmettin Çalışkan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Hatay esnafının sorunlarına ve deprem bölgesi olmamıza dikkat çekerek yaptığı konuşmaya. “Esnaf batmış, iş yerini devretmiş, ‘Biz bu esnafa nasıl üzülürüz, bu iş insanını nasıl kurtarırız?’ diye çaba aranmıyor” diyerek isyan etmesine teşekkür bile edemeyiz. Evet, canı gönülden teşekkürler Sayın Necmettin Çalışkan. Konuşmanızı dinledim ve okudum baştan sona haklısınız ve haklının yanındasınız.

Ve tabi yine geldik İskenderun ve sorunlarına. Günlerdir yazıyorum sokağımız yıkıntı, kaldırmalarımız yıkıntı diye. Sonunda geldiler kazdıkları yeri kapattılar, öylesine bir beton parçası ile. Ama kalan artıkları almadılar kırmızı bantlar sürünüyor, yıkık kırık karolar dağılmış her tarafa, kaldırım otları büyümüş, klimaların suyundan yer yer çürümüş taşlar tam bir viranelik ve tamda burada Belediye Başkanı Sayın Dönmez’e sesleniyorum; “lütfen klima kullananlara yasak getrin ya klima sularını muhafaza altına alsınlar o sular kaldırımları çürütmesin ya da klima kullanmasınlar.”

Tamam, pislikten söz ediyorum, şikâyet ediyorum ancak her şey belediyeden de beklenmez biliyorum.  Ama kardeşim kimsede kendini eksik ya da hatalı bulmuyor ki? Yasaklara en karşı olan bendeniz bile yasak olsun valla diyorum. Ve ev sahiplerini de şikâyet ediyorum. Bunu kendilerinin  düşünmesi gerekiyor aslında  bizim  uyarmamız ya da şikayet etmemiz değil. Bu sokaklar hepimizin, bu kaldırımları biz kullanıyoruz ve bizler onları korumak zorundayız temiz bir sokak istiyorsak “temizlik imandan gelir” deriz sonrada evimizin içini temizler dışını pis bırakırız işte biz böyleyiz. Sonrada belediye başkanına şikâyet ederiz ancak belediye ve halk el ele verip çevreyi temiz tutmak zorunda bendenizin söylediği bu. Belediyenin aslında çoktan fazla işi var. İmardan tutun da alt yapıya, feyezan kanalına, dilerim diğer belediye başkanlarının önce “yaparız ederiz” diyerek bir şey yapmamalarına benzemez bu kanal hikâyesi.

Ve düşünülmesi gereken bir şey daha var ki bendenizin çok ama çok canını sıkıyor, sahili boydan boya kesen o beton bloklar! Ne yapılacağına dair bir şeyler düşünülüyor mu acaba? Ve çevre düzenlenmesi için kaldırılan Adliyenin önündeki o saati hiç sevmemiştim. Atalarımın önce babamın sonra abilerimin ayarladıkları adliye binasının en üstündeki antika saati çok özlüyorum. Ancak Zübeyde Hanım heykelinin yeniden yerine yerleştirilmesi ya da uygun görünen bir yerde olmasını istiyorum. Ve işlerin mümkünse hızlandırılmasını evet sihirli değnek yok ama kaybedecek zamanda yok çiçek böceklere karşı değilim ama önce sağlığa uygunluk diyorum. Sokak araları diyorum.

Bu kadar şikayet edebildiğimize göre demek ki kendimizi başkana yakın hissediyoruz! Bu da çok olumlu bir şey doğrusu kolay gelsin başkan.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Aynadaki Aksimiz

O yıl New York’ta kış, Nisan’ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.

Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.

Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.

Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: “Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim” diye cevap verdim.

Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı. Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar…´ şarkısıydı.

Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´ Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim.

Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.

Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…

O bahar gününü hiç unutmayacağım. Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´

Günün Şiiri 

Güz Çiçeklerinden Nâzıma Bir Çelenk

Niçin öldün Nazım?
ne yaparız şimdi biz
şarkılarından yoksun?

Nerde buluruz başka bir pınar ki
orda bizi karşıladığın gülümseme olsun?

Seninki gibi ateşle su karışık
acıyla sevinç dolu
gerçeğe çağıran bakışı nerde
bulalım?

Kardeşim,
öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki
bende,
denizden esen acı rüzgâr
kapacak olsa bunları
bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir
yaşarken seçtiğin
ve ölümünden sonra sana barınak olan
oraya, uzak toprağa düşerler.

Al sana bir demet Şili kasımpatıları
al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,
halkların savaşını, kendi dövüşümü
ve yurdumun kederli davullarının boğuk
gürültüsünü
kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,
çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen
yüzüne hasret,
benim için ekmek olan,
susuzluğumu gideren, kanıma güç veren
dostluğundan yoksun.

Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,
zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,
zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,
kinin oklarını aramıştım gözlerinde,
ama parlak bir yüreğin vardı,
yara ve ışık dolu bir yürek.

Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
her yanına ektiğin çiçekler olmadan
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,
senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için

Pablo Neruda

Günün Fıkrası

Yeni Geldum

Temel bir gün evinin damı akmasın diye çatıdaki kiremitleri tamire çıkmış. Tamir ederken birden ayağı kiremitlere takılarak 2. kattan aşağıya düşmüş. Temel’i aşağıya düşmüş halde gören komşusu Dursun hemen olay yerine koşarak Temel’e yardım ederek onu yerden kaldırmış. Temel önce bir üstünü başını temizlemiş ve o sıra Dursun: “Ula Temel ne oldi? Nasul bu hale geldun sen?”

Temel: “Valla Dursun ne olduğunu bilmeyerum ki! Bende senin gibi buraya yeni geldum”

Günün Sözü

Aşk; sandığın kadar değil, yandığın kadardır…
Mevlana Celaleddin Rumi

Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bаkаrsаn bulursun, kusuru örtmeyi mаrifet edin kendine. İşte o zаmаn kusursuz olursun.
Mevlana Celaleddin Rumi

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here