Değerli okurlarım, eskiden beri duyarız “Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı” ifadesini. Oldukça eski, biraz da küçümseyici sözü hep duymuşuzdur ve muhtemelen bizlerde söylemişizdir. Bir şeye istinaden söylenmiş olsa da, oralara nur yağdı da kimseler görmemiş de olabilir o kutsal ışığı. Koşullar ne olursa olsun bitpazarları belli bir kesimin umudu ve ekmek teknesidir.
Aldıklarımızı kullanır eskitiriz ve belki de atarız. Yaşamımızda bile gereği kadar kullanamadığımız yılları da ömrümüzün bitpazarında biriktiririz. Bizim için değerli olsa bile, bir başarımızla onu cilalayamazsak anılarımız da fazla ilgi çekmez.
Neden bitpazarı denilmiş? Bu küçültücü ifadeyi biraz yumuşatacak olursak, eski ve mütevazı konumda olan giysi, takı, mekanik eşyaların ucuza alınıp satıldığı mekânlar olarak değerlendirilebilir. Başka ifadeler orada ekmek yiyenlere hakaret olur.
Anlattığım konuların tarihçelerini de göz ardı etmeyen bir yazarım. Fakat bitpazarlarının tarihteki kökenleri, kuruluşları hakkında bilgim olduğunu söyleyemem. Konu ile ilgili bir dokümanım yok da ondan. Sadece, 1860’larda Paris’te bu iş gerçekleştirilmiş ve günümüze kadar gelerek doğal olarak boyut kazanmış vs.
İstanbul Tahtakale, Ankara Hergelen Meydanı! Bu saydıklarım ülkemizin en ünlü bitpazarlarıdır, bilenler bilir. Bunları yazarken de anılarım acayip şekilde canlandı ve aklıma çok şeyler gelmeye başladı ya, buraya sığdıramayacağım. Ancak, bazı gerçekler vardır ki, insan inanmakta güçlük çekiyor. Ben yaşadığım için inanmakta hiç de güçlük çekmiyorum. O kişilere de buradan rahmet gönderiyorum ve rahmetle anıyorum daima.
Bitpazarı bence tezadın görselde karşılığıdır. Elektronik dev şirketler, çok pahalı giyim markaları ve bunların yanında gelişmekten payını almamış bir yaşam alanı. Yoksulluk dip dibe, iç içe. Oralarda iş görmek bir risktir genelde. Çok ilginçtir ki, insanların eskileri umuda dönüşür onlar için.
Orada kim olduğunuzun hiç önemi yoktur, zaten herkes aynı karmaşanın bir parçasıdır ama farklı parçasıdır. Orada çocuk olmak bir ayrıcalık getirmez, tüm ağır yaşam koşullarını onlar da paylaşır. Bir lokma ekmek için. Aslında hep aynı bakarlar orada bulunma nedenlerine. Acele etmelisin ve de hiçbir şey beklemeye gelmez.
Eşyaların da bir yaşanmışlığı var, hiç kimse ilk kullanan olamaz. Oralar farklı bir dünya, indirim falan nanay, muhtemelen hayatın en acı tarafı da bitpazarlarında. Sıcaklar, soğuklar, çamurlar engel olmaz satışlara ve her satıcının etrafında meraklı gözler mutlaka olur. Hâsılı bitpazarları çok ilginç mekânlardır.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
İyilik Yap, Denize At
Değerli okurlarım, İnsanoğlu kısacık ömründe neler görüp, neler yaşıyor. Bunlar takviyeli ve bir başarı ile cilalanmışsa kime anlatırsan anlat olayın boyutu duyanlara inanmamaya sevk eder. Varsın bazıları inanmasın ama torunların mutlaka inanır ve uzun yıllar geriye gittiğinde o göğsünü kabartan günleri yeniden yaşarsın.
Makalemin bu bölümünde neler söylemişsem, ilk kez sizlere söylemiş olacağım, öylesine ketum bir insanım. Neden anlatıyorum pek emin değilim ama aslında yeni anlatmıyorum sadece yazıyorum.
1970’li yıllarda o muhteremi de toprağı vermiştim, moral motivasyon sıfır altı seyrediyor. Tek başıma yaşıyorum ve ekonomim de iyi sayılmaz. Param olduğunda gariban yoldaşlara veriyorum.
Ankara Samanpara civarında tek odalı bir gecekonduda yaşıyorum. Oradaki iki kez direkten dönmüştüm. Üçüncüyü garantiye alabilmek için, faşistler benzin dökerek yakmaya teşebbüs ettiler ve yaktılar zaten. Bu haberi alanlardan Deniz, Mahir, Yusuf ve diğer militanlar öyle üzülmüşler ki, döktükleri gözyaşlarına hala inanamıyorum. Yoldaşların yaklaşımları beni olağanüstü güçlendirdi.
Yeniden ev tutmak zorunda kaldım. Bu kez gecekondu düşünmedim. Sağlıklı ve sağlam bir yer olması gerekiyor. Öyle yerlerin de formaliteleri fazla! Sadece bankada oluşum avantajım oldu ve aynı zamanda gazetemden yazdığı makalelerime karşılık telif hakkı alıyordum. Uzatmayalım evi tuttum, bir apartmanın 2. katında ve 3 oda “L” salon. Ben ise bir kişiyim. Evin aylığı maaşımdan fazla! En ilginci evde hiçbir şeyim yok. Kimselerden bir şey talep etme lüksüne de sahip değilim. Çevremde bir sürü militan var ve bana “Reis” diyorlar. Artık nasıl anlarsınız.
Birkaç gün gazete üstünde yattıktan sonra, bir sabah o sözünü ettiğim Hergelen Meydanı’na gittim. Halk arasında Hergele Meydanı diyorlar. Kafamda bir somya, bir yatak almak var. Tuttuğun ev oraya yakın, belki 300 metre. Ulus’tan Çankaya’ya kadar sorun yok, kurtardığımız bölgeler. Bitpazarında sağa sola bakarken birisi yanıma yaklaştı ve “Bir şey mi almak istiyorsunuz” dedi. Adama öyle kötü bakmışım ki, tuhaflaştı ve anlatmaya başladı.
Adam ne söylüyorsa hepsi de doğru ve gözünün içine bakıyorum, cevapsız bırakıyorum. En sonunda şunları söyledi; “Sizin bana yaptığınız iyiliği kimse yapmaz ve hem de iki kez hayatınızı ortaya koyarak bu iyiliği yaptınız. Ne istiyorsanız emriniz olur, lütfen bana inanın…” dedi.
Adam güven verdi ama nasıl bir iyilik yaptığımı bir türlü hatırlayamadım, ne iyilik yaptığımı sormadım bile. Yürüyerek eve geldik ve söylediğim gibi ev bomboş ve her taraf perişan. Bu gelişmeleri yoldaşlarımla paylaştım, özellikle yoldaş Deniz, “Eve pat diye girme Reis” dedi.
Ve o kişi (yaşça benden büyük) “Muhterem ağabey, 2 saat içinde evinizi tanıyamayacaksınız” dedi. Bende 2 gün Ankara’da yokum diye yalan söyledim. Hava karardıktan sonra militanlarla beraber evin civarını defalarca kontrol ettik, emin olduktan sonra eve girdim, şaşırmadığımı söyleyemem. Her şey vardı. Ertesi günü borcumuzu öğrenmeye gittim. Adam sanki borçluymuş gibi hürmette kusur etmedi ve “Acelen ne ki Muhterem ağabey, önemli değil, borcunuz şu” dedi. İnanın söylediği rakama kullanılmış kilim bile alamazsınız. Beğendiğimi daha iyisi ile değiştirebileceğini söyledi.
O kişiye ne iyilik yaptığımı şimdilerde merak ediyorum. Tahminle yola çıkmak istemiyorum. Oğlunu ya da ailesini faşistlerden korumuşuzdur muhtemelen. Bitpazarı, anılar derken ne olduğumuz da ortaya çıktı gibi. Öyle bile olsa yaşadıklarımız yüz karamız değil hamdolsun!
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Güzellerin Yedikleri
Güney Amerikalı kadınların, esmer teni, siyah saçı ve beyaz dişleriyle ün yaptığını bilmeyen var mı? Zaten koyu esmer ve siyah derili olanlarda sarışın olur mu? Dişleri kirli bile olsa beyaz gözükmez mi? Bu da bir gerçek… Bu esmer güzeli bayanlar, kesinlikle yağlı yiyecekleri mutfaklarına sokmuyorlar. Özellikle sabahları toplu halde spor yapıyorlar. Bol-bol da su içmeyi de ihmal etmiyorlar.
Mutfaklarında bolca baharat ve acı biber bulunduran bu güzeller bu sayede kusursuz bacaklara sahip olduklarını ve seksi göründüklerini çekinmeden söylüyorlar. Buna itirazımız yok. Biz ne diyoruz ki? Israrla, İSOT yiyin diyoruz.
Günün Sözü
Eskilerimiz Emektarımızdır!
Öcal’dan İnciler
Eskisi Olmayanın Yenisi Olmaz