Tarihte insanlığın “toplumsal örgütlenmesi” klanla başlayıp, boylar, kabileler, ümmet ve milletle devam etmiştir. İlkel toplumun avcılık yerine hayvan evcilleştirmesi, toplayıcılık yerine tarım üretimi yapması, ‘artık ürünü’ ortaya çıkarmıştır. Artık ürüne sahip olma kavgası sınıfları, özel mülkiyeti ve devleti doğurmuştur. Tarihte gördüğümüz ilk devletimsi örgütlenmeler, bundan 6-7 bin yıl önce coğrafi özelliklerinin de etkisiyle, Fırat ve Dicle arsındaki Mezopotamya havzasında, Mısır Nil vadisinde, Hindistan Ganj çevresinde ve Çin Sarı Irmak boylarında oluşmuştur. İnsanlığın ilkel topluluklardan devlete sıçraması büyük bir aşamadır ve bir devrimdir. İnsanlık bugüne kadar yüzlerce tarımsal ve kapitalist devrimler yaşadı. Bütün bu devrimlere önderlik eden sınıflar ilerici ve devrimciydi. Tarihin tekerleğini ilerletmekteydi. Ama eski sistemi yıkıp kurdukları yeni sistemleri de kendi sömürü ve egemenliğini sürdürme temeline dayanıyordu. Yani bu sınıflar ilericiydi ancak kendileri de bir “sömürücü sınıfı” oluşturuyordu.
Tarihte ilk kez kapitalizmin bağrından doğan işçi sınıfı ve onun kılavuzu olan bilimsel sosyalizm, insanlığın önüne yepyeni bir program ve hedef koydu. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratmak! Yeteneğine göre çalışıp ihtiyacına göre paylaşmak. 1905 Rus Devrimiyle başlayan 20. yüzyıldaki bütün millî demokratik devrimler buna hizmet etti. Bu devrimler, insanlık tarihinde bir dönüm noktası, bir milat, devrim anlayışında bir devrimdir.
- yüzyılın sonlarına doğru kapitalizm tekelleşerek gericileşmiş, insanlığın ve doğanın canavarına dönüşmüştür. 150 yıla yaklaşan süredir insanlık emperyalizm ve millî demokratik devrimler çağını yaşamaktadır. Ancak 500 yıllık kapitalist uygarlık ve 150 yıllık emperyalist sistem insanlığa verebileceği bütün rezervlerini tüketmiş bulunuyor. 2003 Irak işgali ile zirveye çıkan ABD emperyalizmi 2015’lerden sonra gerilemeye hatta çöküşe başlamıştır. Bugün Atlantik cephesinin karşısında yepyeni bir Avrasya uygarlığı doğmaktadır. 19. yüzyılın sonlarından bu yana uluslararası düzeyde ilk kez emperyalizm efendiliğini yitirmekte ve inisiyatifini elinden kaçırmaktadır. Çin başta olmak üzere gelişen dünya ülkeleri ekonomik olarak ABD’ye yetişmiş, hatta onu geçmektedir. İktisadi ve mali olarak ikinci plana düşen ABD’nin siyasi ve askerî hegemonyasını sürdürebilmesi de zorlaşmaktadır.
Soru şudur… ABD’nin gücünü kaybetmesinin, ikinci plana düşmesinin uluslararası düzeyde ekonomik, mali, siyasi, askerî, ideolojik, kültürel sonuçları ne olur?
Uluslararası sistem boşluk kaldırmaz. ABD’nin yerini yeni bir emperyalistin doldurması ihtimali yok denecek kadar zayıftır. Çin’in süper devlete dönüşmesi de mümkün gözükmüyor. Çünkü dünyamız ikinci bir ABD’yi kaldıramaz. Artık dünyamız, ABD efendiliğinin yerine gelişen ve ezilen milletlerin söz sahibi olduğu çok kutuplu bir sisteme doğru gitmektedir. Hatta toplum bilimcileri ve siyaset adamları 500 yıllık kapitalist uygarlığın sonuna gelindiğini ve yerine “Avrasya Uygarlığı”nın doğmakta olduğunu tartışmaktadır. Ama şurası kesindir ki uluslararası sistemde emperyalizmin efendilik çağı kapanmış, yerine gelişen ve ezilen milletler çağı açılmıştır.
Yeniçağa girerken ABD’nin gerilemesinin en önemli sonuçlarından birisi, gelişen ve ezilen ülkelerin sırtındaki ekonomik ve mali hegemonyanın zayıflamasıdır. Bunun sonucu olarak önümüzdeki dönemde, barajın kapakları açılınca suların fışkırması gibi gelişen ve ezilen milletlerin Bağımsızlık, Özgürlük, Demokrasi, Kalkınma Mücadelesi bütün kıtaları kaplayacaktır.
Ayrıca emperyalizmin inisiyatif kaybetmesiyle, yeryüzünde çok uzun yıllar çözülememiş, kangren olmuş, Filistin sorunu, beslenme, açlık ve gıda yetersizliği, bölgesel savaşlar, ırkçılık, bölücü ve yobaz terörü, krallıklar, şeyhlikler ve emirlikler sorunu, doğa ve çevre sorunu, hatta insanlığın en eski sorunlarından biri olan kadın erkek eşitsizliği sorununun çözümü için uygun iklim oluşacaktır.
Kadın erkek eşitsizliği; mülkiyet hırsı, bireycilik, çıkarcılık, bencillik vb. gibi tarihin en eski sorunlarından ve insanoğlunun utançlarından biridir. İlkel toplumda kadın, görevi ve işlevi gereği başat rol oynamıştır. İlkel toplumun iki temel görevi vardır: Birincisi beslenerek, barınarak yaşamını sürdürmek, ikincisi de üreyerek neslini devam ettirmektir. İşte kadın hem besin toplamakta ve avlanmakta hem de çocuk doğurarak ve büyüterek her iki görevde de etkin rol almaktadır. Bu nedenle kadın, toplumda başrolü oynayan insandır.
İlkel toplumda kadın erkek ilişkileri, cinslerin karşılıklı olarak cinsel arzu ve isteklerine uygun şekilde gerçekleşmekteydi. Üreme faaliyeti, neslini sürdürme ve cinsel ihtiyaçlarını giderme içgüdüsü kapsamı içindeydi. Henüz ailenin oluşmadığı bu topluluklarda, kadın erkek ilişkileri, sevgi, aşk gibi duygulardan ziyade içgüdüsel bir olaydı. O nedenle ilişkiler, çiftleşmeler, üremeler daha “sınırsız” ve “serbest” idi. Ancak doğan çocuklar üzerindeki sahiplik ve otorite tamamen kadına aitti. Çocukların beslenmesi, barınması ve büyütülmesi sorumluluğu esas itibariyle kadının üzerinde idi. Bir toplumda güç ve otorite kimdeyse onun sözü geçer. O açıdan ilkel toplum kadın merkezli toplumdur, anaerkil toplumdur.
Ne zaman insan artı-ürün yaratmaya başladı, o zaman uygarlığa adımını atarak sınıflar, özel mülkiyet, aile ve devlet oluştu. Yeni oluşan sınıflı toplum sisteminde erkek hem üretim hem yönetim alanında başat rol almaya başladı. Görevi ve işlevi gereği hem toplumsal yaşamda hem de aile yaşamında etkin oldu. Kadın cinsi giderek ikinci plana itildi.
Şöyle söylersek daha doğru olur. Ekonomik yaşamdaki artı-ürüne sahip olma ve efendilik sistemi kadını da metalaştırdı. Kadın, yeni oluşan sınıflı toplum sisteminde erkeklerin zevk ve çocuk doğurma aracına dönüştü. Böylece ataerkil toplumun temelleri atıldı. İşte kadın erkek eşitsizliğinin temelinde artı değerin, sınıfların ve sömürünün oluşması vardır. Bu yüzden kadın sorunu çok eski ve tarihsel bir sorundur. (Devam Edecek)
Sadık KARAKAŞ