Zihinlerimizin altını üstüne getiren bir duyumsama: Deja vu! Özel bir anı ya da birtakım koşulları, aynı şekilde daha önceden de yaşamış olduğumuzu hissetme hali.. Deja vu: Ben bu anı daha önceden yaşadım duyumsaması..
Bu gizemli ve sarsıcı sözcüğün Türkçesi: Daha önce görülmüş! Görülmüş öncenin, akıp giden zaman nehrindeki adı: tarih..
Tarih denince her ne kadar geçmiş zamandan romantik fotoğraflar gelse de zihnimize, tarih anlayışı denildiğinde geçmiş, şimdi ve gelecek bütünlüğünden kesintisiz bir gerçeğin fotoğrafları akar bilincimize.. O gerçeği Hz. İsa’dan yüzlerce yıl öncesinde Bilge Heraklit, “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz!” cümlesiyle resimler ve “her şey değişir” yasasıyla çerçeveleyip asar zihnimizin duvarına..
H.Georg Gadamer, “Hakikat Nedir” adlı incelemesine, Roma Valisi Pilatus’un, iki bin yıl önce Hz. İsa’ya sorduğu “Gerçek nedir?” sorusuyla başlar ve yanıtını (cereyan ettiği tarihsel durumun anlamı içinde kendiliğinden anlaşılan) şeklinde paranteze alır.. (s.11, Çev. M. Beyaztaş, Efkar Y.) Cereyan ettiği tarihsel durumun anlamı içinde gerçeğin ne olduğunu anlaşılır kılan olguyu parantez dışı yazalım: Roma Valisi Pilatus sorar: “Sen kral mısın?” Hz. İsa yanıtlar: “Sen söylüyorsun!”
Egemen güçler, “kurulu düzenlerinin değişmemesi” için zihinlerimize trajik “Çarmıh” fotoğrafını çivileseler de, ben değiştirilebildiğini sanmıyorum bu tarihsel gerçeğin.. Ve fakat George Orvell, bilim ve teknolojinin her şeyi kontrol altına aldığı bir gelecekte, insan belleğinin ve geçmişin kayıtlarını tutan egemen gücün, “geçmişin gerçeklerini değiştirilebileceğini” kurgular “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı romanında.. “Gerçeğin, yalnızca yazılı kayıtlarda ve insan belleğinde yaşayabileceği kabul edilir” der ve bu kabulden hareketle gerçeği tanımlar: “Geçmiş kayıtlar ve insan belleği nede birleşiyorsa, gerçek odur. (s.187, Çev. Nuran Akgören, Can Y.)
Orvell’in bu felsefi kurgusundan ilhamla çekilmiş; yaşanmış gerçek bir olayı gerçekleşmemiş hale getirebilmek için, gelecek zamandan geçmişe yapılan gerçeküstü bir yolculuğu konu alan bir film izlemiştim.. Yaşanmamış tarihten gelerek yahut giderek, yaşanmış tarihi değiştirebilmek fantezisi üzerine kurgulanmış filmde, sanal bir gerçeklik aleminde geçen olaylarda, geçmiş, şimdi ve gelecek iç içeydi.. Zaman mekan kaosunda gelecekten gelen filmin kahramanı, geçmişte yaşayan rol arkadaşının “Gerçek nedir?” sorusunu ise hiç duraksamaksızın yanıtlıyordu: “Neye inanıyorsan gerçek odur!”
Sanal ortamlarda “neye inanıyorsan gerçek odur” denilebilirdi belki..Ve fakat gerçek ortamlarda gerçeğe inanmak başkaydı, inandığını gerçek yapmak ise daha başka.. Bu bağlamda mesela Konfüçyüs, “Benim duam yaşamımdır” diyordu.. Duanın yalnız söylem değil aynı anda eylemsel bir yaşam hali olduğunu da Hz. Ömer; “İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar” yargısıyla şerh ediyordu.. Marks da; “Dünyayı anlamak yetmez, sorun onu değiştirmektir” diyor ve öğrencileri de bu yargının şerhini; (değiştirmek ve fakat cereyan ettiği tarihsel durumun anlamı içinde kendiliğinden anlaşılan geçmişin kanıtlarını değil geleceğin kayıtlarını) şeklinde paranteze alıyordu..
Hegel, “gerçekleşmiş olandan gerçekleşmekte olana ve buradan da gerçekleşecek olana doğru diyalektik geçiş bağlantısı kurmak” şeklinde tanımlıyordu tarih bilincini.. Ve ekliyordu: “Bütün büyük olaylar tarihte iki kez yinelenir!” Marks ise, “Hegel eklemeyi unutmuş olmalı” diyor ve ekliyordu: “Birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi!” Artı, tarihsel gerçekler üzerinden toplumsal değişimin gelişim yasasını; “Tarihte belirleyici etken, son kertede gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir” cümlesiyle özetliyordu..
Geçmişin şimdi, şimdinin yarın üzerindeki etkisini yok saydığımız veya her sabah düne uyanıp, bugünümüzde yarını da dün ettiğimiz, özetle, “dünü sorgulamadan yarını yargıladığımız” anlarda mı yaşamaktayız acaba bu duyumsayışı?
Gerçeklerle yüzleştiğimiz bugünümüzde, dünün trajedileri, komedileri bize her ne kadar “Deja vu” duyumsayışını yaşatsa da; son tahlilde insanca gerçek yaşamımızı sevgi, barış, kardeşlikle yeniden üreterek, yarınlara “yaşanabilir” günler bırakabilmek umuduyla..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com