Türkiye’nin Suriye politikası ile ilgili 12 Ocak 2012 tarihinde yine bu sütunlarda belirttiğimiz gibi, durum gittikçe kötüye gitmektedir. Türkiye uluslar arası sularda dümeni kilitlenmiş gemi gibi istenmeyen bir hedefe doğru hızla seyretmekte ve milletin savaş karşıtı duruşu karşısında da yalpalayıp durmaktadır. Türk Milleti savaş istemiyor. Yüzlerce yıl birlikte yaşadığı, komşu olduğu ve aynı dine mensup bir millete karşı yapılacak bir savaşı Türk milleti istemiyor. Türkiye’nin zırnık menfaati olmadığı halde, tamamen Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği ve bilhassa İsrail’in ortaklaşa tezgâhladıkları bir savaşın ortasına doğru hızla sürüklendiğini görüyoruz.
Bilindiği gibi geçtiğimiz gün Urfa’nın Akçakale ilçesine bombalar düştü ve beş vatandaşımızı kaybettik. Onlarca yaralı var. Türk Ordusu hemen cevap verdi ve Suriye’de bazı hedefler bombalandı. Akabinde TBMM, askeri harekât konusunda görüşme ve hükümete askeri müdahale ile ilgili karar almak için toplandı. Görüleceği gibi kurulan tezgâh ilmek-ilmek örülüyor. Başlangıçta ABD ve diğerleri Suriye’ye müdahale için tam tekmil hazır iken şimdi hepsi geri çekildi. Türkiye ile Suriye’yi baş başa bıraktılar.
Tabii Suriye birçoklarının zannettiği gibi yalnız bir ülke değil. Arkasında Çin, Rusya, İran gibi hatırı sayılır ülkeler var. Suriye’ye herhangi bir askeri müdahale sonucu karşınızda bu ülkeleri bulursunuz. Dünya’yı satranç tahtası kabul ederseniz, her taşın kendine göre bir gücünün olduğunu ve diğer taşlarla da ilişkili olduğunu bilmeniz gerekir. Oyun öyle bir hale gelir ki bazen bir piyon bile şahı mat edebilir. Onun için kimseyi küçümsemeden, küstürmeden ama mili menfaatlerinizden de hiç taviz vermeden dış politikanızı yürütmek zorundasınızdır.
Dış politika dâhisi büyük Atatürk Ortadoğu’ya ve Balkanlara büyük devletleri sokmamıştı. Büyük devletlerin girdikleri bölgelerde neler yaptıklarını çok iyi biliyordu. Bunun için de Sadabat ve Balkan paktlarını kurdu. Türkiye Atatürk zamanında gerek Ortadoğu’da ve gerek Balkanlarda hiçbir devlet tarafından rahatsız edilmedi. Aksine bu bölgeleri hep kontrol altında tuttu. Hatırlarsanız geçenlerde Dışişleri Bakanlığının bir belgesi yayınlandı: Atatürk, İngiltere destekli Suudi Arabistan kralına bir ültimatom verdi. Bu ültimatomda aynen şunları söylüyordu büyük Atatürk: “Duydum ki Hz. Peygamberin kabrini yıkacakmışsınız. Şayet Hz. Peygamberin kabrinin bir taşı ile dahi oynarsanız, ordularımla derhal oraya gelirim…” İşte bu sert tavır sonucu, İngiltere’nin kurduğu ve desteklediği vahabi mezhebine mensup Kral Suud geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Dış politika zekâ ve cesaretle yürütülmelidir ama dış politikanın olmazsa olmaz şartı tarihi bilmekten geçer. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Staratejik Derinlik” kitabını yazana kadar tarihin derinliğine inebilseydi şartlar çok daha değişik ve Türkiye’nin lehine olurdu. Türkiye 1950’lerde de yine bu emperyalist güçlerin Lübnan’ı, Mısır’ı işgal etmelerine destek vermiş, İran’da Türk asıllı Musaddık’ı devirmelerine ve Türk düşmanı Şahın başa geçmesine sessiz kalmıştı.
Tarih tekerrür ediyor. Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder mi idi.” Demek ibret alınmamış ki bizim çevremizde aynı hadiseler sürüp gidiyor. Başkan Obama’nın bizim Dışişleri Bakanını tıpkı bir garsonu çağırır gibi işaret parmağı ile çağırmasını gördükten sonra anladım ki, aleyhimize süregelen olaylar bir süre daha tekerrür edecek…