Başlık, ‘itiraz’ performansı düşük bir ses tonuyla; “Sözlüye kalkan öğrencinin tasaları” veya “sözlüye kalkıp sözsüz kalmak” “şeklinde de olabilirdi.. Nerden çıktı bu ‘sözlü’ konusu? Önce söz konusu ‘sözlü’ ile ilgili haberi okuyalım: Özeti şu; “Sözlülerin kaldırılması sonrasında yerine konulan performans ödevlerinin zor olduğu ve aileler tarafından yapıldığına yönelik şikâyetleri değerlendiren Bakan Nabi Avcı, ‘performans ödevlerini kaldıran yeni bir düzenleme yaptıklarını’ söyledi.. 2 Şubat tarihli söz konusu haberde; yeni uygulamayla ailelerin “performans tasasından” kurtarılacağı vurgulanmış, eski uygulama ‘sözlüye dönüleceği’ rivayetine de yer verilmişti..
27 Ocak günlü tuzlu sularda, ‘performans ödevlerinin veliler tarafından veya kes yapıştır marifetiyle internetten yapıldığını’ belirtmiş ve “birisi benim adıma yapsın” türü davranışların ifadesi ‘Oblomovlaşmak’ kavramı üzerinden konuyu, haber söz konusu olmadan önce irdelemiştim.. Dolayısıyla performans ödevlerinin kaldırılmasına itirazım yoktu.. İtirazım (rivayet olsa da) sözlü sınavlara yeniden dönüşün söz konusu olmasınaydı..
Hatırlayalım! Neyi? Öğretmenlerimizin ‘kara kaplı’ not defterini açıp bizi sözlüye kaldırdığı zamanki tasalarımızı.. Hangimiz, “terleme, çarpıntı, daralma” hissetmedi? Sıra arkadaşımızla konuşmaktan niçin acayip bir şekilde korkardık? Çünkü olası duyulacak sesimizin, hocanın öznel yasasının cezai karşılığı anlamıyla, “sözlüye kaldırılıp sözsüz bırakılarak” temelli kesilmesi söz konusu olabilirdi! Sözlüde sözsüz bırakılmak ‘acayipten de öte ‘ucube’ bir haldi elbette.. Bu ihtimal, sözlü sınavların kaldırılmasıyla kalkmış, yerini ders işlenişine “sesli” katılım ve grup çalışması içindeki kendini “sözel” ifade edebilme ‘başarımına’ bırakmıştı.. Ve fakat bu başarım yöntemi de uygulamada performans adı altında acayip değerlendirme şablonlarıyla yeni bir ‘ucubeye’ dönüştürülmüştü!
Ucube, zihinlerimizde norm dışı anormal halleri resmeden bir kavramdı.. Değerlendirme yapmak, bir anlamda “hüküm” vermek demekti.. Hükmün kıymeti ise belirli bir “norma” diğer ifadeyle ilke, kural, yasaya, özetle bir kaideye dayanmasıyla oluşmaktaydı.. Bu halde; belirli bir kaide üzerinde yapılan değerlendirmelerin normal, kaidesiz değerlendirmelerin ise “anormal” olduğu açıktı.. İyi de bizim sözlü veya performans değerlendirmelerimizdeki öznel hükmümüze kıymet veren normlarımız “acaba” nesnel normlara uygun muydu? Diğer ifade ile “normalimiz, acaba ne kadar normaldi?” Soru belki biraz “acayip” oldu fakat ben, yazının giderek bir “ucubeye” dönüşme ihtimalini de hesaba katarak, normalin ne kadar normal olduğuna ilişkin değerlendirme kaidemin, “ifrat ve tefrite düşmemek” hükmünde olduğunu ve acayiplikleri de, bu hükmün bütünsel algı kıymetiyle değerlendirmeye çalıştığımı söylemek istiyorum ..
Tam da burada, bütünsel algının kıymetini sanatsal bir değerlendirme hükmüyle zihnime resmeden, Hatay Eğitim Enstitüsünden Süleyman Erbek öğretmenimi saygıyla anıyorum.. Hemen söylemeliyim ki iyi bir ressam da olan hocamız derslerini, içeriksel kaidesi “ifrat ve tefrite düşmemek” olan kürsü üzerinde fikri bir “forum” disiplini içinde işlerlerdi.. Derslerini “bu içerikte” işleyen hocalarımızın kürsülerinin “formsal” bir kaidesi de vardı.. Bu kaide, zeminden biraz yüksek ahşap bir seki idi.. Ki zaten seki üzerindeki masa/sandalye birliğinin adına kürsü denilmekteydi.. Kürsünün bu normatif tanımı kural olarak benimsenmişti.. Zamanla, kürsülerin “kriterleri” değişti.. Önce ahşap kaideler, bayağı betonla donduruldu.. Sonra dümdüz edilerek kaldırıldı.. Devamında önce çelik, sonrasında plastik iskeletli sandalye ve masalara kürsü denilir oldu.. Dolayısıyla kaidesiz veya dümdüz ya da sığ yahut pespaye portatif plastik kürsülerin bir hükmü kıymeti de kalmadı..
Erbek hoca, girdiği ilk derste tahtaya; “Resim çizen insanın tasaları” başlığını yazmış, “önce gözlem sonra tasvir” çerçevesi içinde söz konusu tasaların resmini çizmiş devamında ”kürsüye” çıkarak “çerçeveyi bırakıp resme bakan yasaları görür, tasalardan kurtulur” demişti.. Söz konusu resim ise şöyleydi: “Romandan resme, öyküden besteye, şiirden heykele sanat eserleri, doğa ve toplum gözlemlerinden elde edilen verilerin “öznel” yorumlanmasıyla oluşturulur. Öznel yorumlarında “nesnel” olanı tasvir edebilenlere sanatçı denir. Burada nesnellikten kastedilen anlam, başka coğrafyalarda ve toplumlarda da sanatçının öznel yorumunun, aynı veya benzer hassasiyetlerle hissedilebilmesidir.”
Son tahlilde ben, kaldırılan performans ödevleri yerine (rivayet muhtelif de olsa) ihtimal tekrar getirilmesi düşünülen sözlü sınava yönelik itirazın, “sözlüye kalkan öğrencinin tasaları” hassasiyetiyle hissedileceğini umuyorum..
Selam ve saygılar…