Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sonbahar gelmiş, bulutlar hüzün yüklü. Hava serinlemiş, gökyüzü yumuşak gri. Sokaklar sessiz. Seçim heyecanı, okullar açıldı, kitap defter alma telaşı hiç yok gibi? Hepimiz ağır hüzün bulutları taşıyoruz gözlerimizde her an taşmaya hazır. “Savaşıyoruz” diyor komutan evet savaş var sevgili cennet ülkemizde. Mehmetçikler bir bir şehit ediliyor, evlere ateş düşerken. Komşumuzun kedisi doğurmuş herkes bebeklere bakıyordu, feryatlar yeri göğü inletirken. Bir arı aşılıyordu domates çiçeklerini, bombalar patladığında. Duru bebek “arkadaşım küsmüş bana” diye şarkı söylemeyi öğreniyordu. Ve ülkenin bir tarafı yangın yeriyken bir tarafı yangının sıcağından büyük bir öfke ve isyanla patlamaya hazır bomba gibi olduğu halde sessizce dolaşıyor darmadağınık hayatını yaşamaya devam ediyor.
Arkadaşım kızını evlendiriyor, ağır bir telaş var üzerinde şimdi bu da nerden çıktı dercesine. Ağır bir hastalıktan kalmış olan kuzenim dünyaya yeniden dönmenin nasıl bir şey olduğunu anlatıyor peltekleşen dilinin döndüğünce.
Ve sonbahar gelmiş, yapraklar dökülmüş, gece yağmurları başlamış, doğa renk değiştiriyor ne gam!!. Ne gam yarabbim!! Eskiden olsa, yumuşak bir battaniye gibi sarılırdık sonbahar hüznüne. Yaprakları toplardık kurutmak için, boğazımız yanardı erkenden bastıran serinlikten dolayı hep, hemen üşütürdük. Hep gözlerimiz parlardı ateşten, özlerdik yitirdiklerimizi, şefkatli bir kanat sarsın omuzlarımızı isterdik. Çok değil bir kaç yıl öncesine kadar böyle yazılar yazardık üstelik. Ama ya şimdi? İnsanlıktan umut kesmek üzereyiz. Bir haber dolanıyor her yerde ceset sürükleniyormuş, iş aracının ardında, diğeri yakılmış? Bunlar bir söylence bile olsa insanlıktan umut kesmek için güçlü bir neden ve dünyaya sonbahar gelmiş yumuşak bir hüzün sarmış yeri göğü “arkadaşım küsmüş bana” diye şarkı söylese Duru bebek ne gam, kuzenim yeniden dönmüş hayata dili hala peltek, kediler doğurmuş ne gam? Radyoda “Eylülde gel” diyen Alpay’ın yumuşacık sesi yankılanıyor! Ne gam?
Ve ülkemiz cennet ülkemizde sokaktaki insan mutsuz derin bir sessizlik var her yerde. Sonbahar gelmiş ne gam? Kuzenim hayata dönmüş ne gam? Durumları yaşıyor olsak da. Tek canlı olan dileğimiz Allah’tan dilimizde her an yurtta sulh cihanda sulh, her ne kadar sarsakta umutlarımız bu dilek dilimizin pelesenki olmaya devam edecek. Ve birlikte hep beraber ayrımsız gayrımsız, sevgiyle, sağlıkla, saygıyla, yaşam dileğimizde. Yase
Günün Şiiri
Çocuksun Sen
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Çocuksun sen, çocuğumsun
Ahmet Telli
Günün Sözleri
Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç.
AIbert Einstein
Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.
Bailey
Ne kadar yükselirsen, uçmayı bilmeyenlere o kadar küçük görünürsün.
Nietzche
Rubailer
Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır,
hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük,
yürü bakalım hala.
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da ya
Ömer Hayyam