Bu Sokakların Çilesi Hiç Bitmeyecek mi?

0
100

Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Atama bekleyen öğretmenler ve işten el çektirilen öğretmenler, yeni öğretim yılına başladığımız bu günlerde gündemden düşmeyen çok önemli konular. Atanmayı bekleyenler ki aralarında kardeşimin oğlu  Emre’de var. İşten el çektirilenlerin arasında da arkadaşlarım. Her iki tarafta kuşkulu, ağır bir bekleyiş içinde, umutları var mı bilmiyorum ama bendeniz umut etmek istiyorum. Ancak Emre’ye her baktığımda yüreğim sıkışıyor. Her yönden iyi yetişmiş genç bir insan en güzel okullarda okumuş, ondan en iyi şekilde faydalanmak gerekmiyor mu? Ama çocuk bekliyor onun gibi bekleyen binlerce öğretmen adayı gibi. Ancak genç insanlar işsiz güçsüz oturamaz bu doğalarına aykırıdır. Bu yüzden başka arayışlar içine giriyorlar. Kendi dalları ile ilgisi olsun olmasın herhangi bir işe girmek istiyorlar onu bile bulamayınca, depresyon kapıda bekliyor! Huzurları yok, umutları yok, gelecekten beklentileri de, tabi hanelerde de de durum aynı. Bir evde huzur yoksa, umut yoksa, mutluluk nereden süzülüp girsin oraya? Girmediği için de toplumca huzursuz, sıkıntılı ve yoksul olduk!

Oysa biz böyle mi büyüdük? Kimse zengin değildi ama kendini öyle hissederdi. Herkes elindekini paylaşırdı iş olsun aş olsun. İnsan gibi insanlar değil gerçek insanlar vardı. Öyle parayla oynayan, kendinden elli yaş küçük kızlarla evlenen sözde din adamları yoktu. Kimse kimseyi sokakta giysisi yüzünden tekme tokat dövemezdi. Maazallah biri böyle bir şey yapmaya kalksa anında  mahalleyi karşısında bulurdu. Ayrım gayrım yoktu. Bütün inançlar iç içe yaşanırdı, kimse kimsenin inancını, milliyetini bilmezdi. Çünkü onu ilgilendirmezdi. Herkes o sokağın insanıydı o kadar… Acısıyla tatlısıyla ortaktı hayatlar. Okuyanlar hemen işe girer  ailelerine yardıma başlarlardı. Kimse işsiz güçsüz, avare değildi. Ve bu yüzden mutsuzluk uzaktı hanelerden.

Yüzyıl öncesi değil eski dediğim. Ancak on beş  ya da daha az bir zaman öncesine dek böyleydi  ama şimdi M.Ö. imiş gibi geliyor artık her şey. Ne zaman  bu duruma geldik, nasıl geldik ya da getirildik bilemedik?

Şimdi şehit haberleri FETÖ cinneti, PKK vahşeti ile cebelleşmenin dışında Suriyeli göçmenler, atama bekleyenler işe yeniden alınmayı bekleyenler ve aile içinde yaşanan hastalıklarla  huzursuzluklarla  uğraşıyoruz depresyonun dışında.

Şimdilerde üç yaşına basan Minik Duru’ya  Helga’nın  ilkokula başlayan küçük kızına ve ablasına bakıyorum. Hepsinde ne tatlı bir telaş var. Biri ana okula başlayacak, biri birinci sınıfa, diğeri  dördüncü sınıfa… Hepsi de geleceğin onlara ne sakladıklarından habersiz masum  tatlı bir telaş içindeler. Tabi bizde öyleyiz ancak bu birer dünya olan çocuklarımıza en azından bizim gördüğümüz gibi bir gelecek vaat edebilecek miyiz bilmiyoruz? Onlar Emre gibi bekleyecek mi ya da Ali gibi dolmuş şoförü mü olacaklar? Aileleri  “Her şeye rağmen ülkem” diyerek çocuklarını dost yüzlü düşmanların ülkesinde okutmak istemedikleri için cezamı çekecek bu çocuklar?

Ve sevgili okuyucularım. Bütün sıkıntıların üzerine delik deşik bütün yollar. Bari okul yolunu düzeltin. Yağmur yağınca çamur, güneş doğunca korkunç bir toz bulutu. Okul dağılınca korkunç bir curcuna başlıyor bu sokakların çilesi hiç bitmeyecek mi?

iskenderun çukur yollar ile ilgili görsel sonucu

Sevgili okuyucularım kul sıkışmayınca Hızır yetişmez diye bir söz vardır ya daha ne kadar sıkışmamız gerekiyor acaba? Ama her şeye rağmen bu söze inanıyorum. Aynen çocukluğumuzdaki ayrım gayrımsızlığa inandığım gibi. Birlik ve beraberliğe inandığım gibi. Ve hep böyle kalalım sağlıkla, sevgiyle sevgili okuyucularım. Yase

& & & & & &

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.

Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.. “Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı..

“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi.. “Kahveme koymak için..” Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı.. Kahveye tuz!.. Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var” dedi..

Delikanlı anlattı: “Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar… Onları ve evimi öyle özlüyorum ki..”

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının.. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri.. Kız da konuşmaya başladı.. Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak.. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii.. Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.. 40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti.

“Ölümümden sonra aç” diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.. Şöyle diyordu, satırlarında..

“Sevgilim, bir tanem.. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok.. İşte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da..”

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında bir gün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey” diye soracak oldu.. Gözleri nemlendi kadının.. “Çok tatlı!..” dedi..

Günün Şiiri

Seni Saklayacağım

Seni saklayacağım inan

Yazdıklarımda, çizdiklerimde

Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek

Ve kimseler görmeyecek seni,

Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin duyacaksın

Parıldayan bir sevi sıcaklığı,

Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor

Gelen günler geçenlere,

Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak

Bir yaşam harcamaktır,

Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,

Yaşayacağım gözlerimde;

Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya…

Bakacaksın,

Gözlerimi kapayacağım…

Anlayacaksın.

Özdemir ASAF

Kendisini Unutmuş

Bütün aşkların kitabı elinde

Sevilmemiş yinlerin balosuna gitti.

Öylesine kalabalıktı ki,

Sevdiğini anlamadı.

Bütün kapıların anahtarı elinde

Öpülmemiş dudakların balosuna gitti.

Öyle aydınlıktı ki,

Öptüğünü anlamadı.

Işıklarla örtünmüştü çıplaklık,

Renklere uzandı susamış,

Beyazlıklar arasında kayboldu bakışları.

Gözleri yaşamıyordu artık.

Şekilleri çağırmaya gitti, kandıracak.

Elleri aranıyor tutamıyordu.

Elleri, elleriydi kurtaracak,

Artık yaşamıyordu.

Bir yanda gelen o dinmeyen aydınlık,

Aldıkça alan.

Bir yanda giden bir noktaydı karanlık,

Ellerinde başlayan, gözlerinde biten.

Bağırdı, kan gibi aktı sesi,

Aşamadı dişinin duvarından.

Elinde bütün aşkların kitabı,

Anlatıyordu aldanan aydınlıklarından.

Elinde bütün kapıların anahtarı,

Ve unutulmuş bir duvarda, kendi kapısı…

Varamadı.

Ora öyle karanlıktı ki.

Öldüğünü anlamadı.

Özdemir ASAF

Günün Sözü

Dünyayı değiştirmek istedim, ama sonunda fark ettim ki, değiştirmeye gücümün tek yettiği şey kendimdim.

Aldous Husoley

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here