Adana, Aydın, Tarsus ve birçok belediye, tabelasında yabancı isim bulunduran işyerlerini kapatma kararı aldı. Geç de olsa yerinde alınmış bir karar.
Doğrusu bunu hep düşünmüşümdür belediyelerin neden böyle bir karar almadığını. Burası Türkiye, dilimiz Türkçe… İşyerlerine de Türkçe isimler koymalıyız, koydurmalıyız. Yerel yönetimlerin buna yetkileri ve imkânları var. Bu yetkilerini kullanmaları gerektiğini zaman-zaman köşemde de yazdım. Tabii bizim bu uyarılarımız dikkate alınmadı. Ancak görüyoruz ki, bazı belediyeler bu konuda duyarlı davranarak Türkçemize sahip çıkmaya başladılar.
Atatürk’ün en güzel sözlerinden biridir “Ne mutlu Türk’üm diyene” vecizesi. Çoğumuzun kullandığı bu vecizenin bir de baş tarafı var. Bunu da ilave ettiğimiz zaman cümlenin tamamı “Türk demek Türkçe demektir, ne mutlu Türküm diyene” şeklindedir. Nedense vecizenin sadece son dört kelimelik kısmı kullanılır, tamamı kullanılmaz. Acaba diyorum, bunda bir kasıt mı var? Bence var!. Birileri bu vecizenin kullanılmasından rahatsız oldular ki, sadece son kısmı dayatıldı.
“Türk demek Türkçe demektir, ne mutlu Türk’üm diyene” cümlesinin tamamı aynı zamanda “Ne mutlu Türk’üm diyene” denilmesinin de gerekçesini ve “Türkçe”nin önemini açıklamaktadır. “Türk demek Türkçe demektir” Türkçe olmadan, yani Türkçe konuşmadan Türk olunamayacağını anlatan, Türk Milleti için Türkçenin ne denli önemli olduğunu açıklayan bir ifadedir…
Kendi dillerini konuşmayan milletlerin asimile olmaları bir vakıadır. Mesela Suriye’de altı buçuk milyon Türk yaşadığı halde, bunların yarıya yakını Türkçe bilmemektedir. Asimile olmuşlardır. Rusya geçmişte bunu yapmıştır. Birçok insan Türk oldukları halde, Türkçe konuşmadıkları için, Türk olduklarını bilmemektedir. Dünyanın birçok yerinde bu böyledir.
Son zamanlarda güzel şeyler olmuyor da değil. Macar’lar “Attila’nın torunları” olduklarını ifade etmeye başlamışlardır. Bu söylem aynı zamanda Türklüğe sahip çıkmaktır. Bunun arkasının gelmesini bekliyoruz. Anavatan Partisi iktidarı zamanında “Yakut Türkleri” Türkiye’den İslam’ı öğrenmek için yardım istemişlerdi. Bu çağrıya ne yazık ki yeterince ilgi gösterilmedi.
Hiç uzağa gitmeğe gerek yok. Gözlerinizi bağlasalar ve bir arabaya bindirip İskenderun’un Şehit Pamir Caddesinde tekrar gözlerinizi açıp bıraksalar, eminim kendinizi yabancı bir ülkede zannedersiniz. Çünkü bütün tabelalar yabancı isimle dolu. Gençlerimizin gittiği kafeler, konfeksiyon mağazaları hatta gençlerimizin giydiği tişörtlerin baskıları…
Belen arabasına bindim eve gidiyorum. Para toplayan muavinin tişörtü bu türden… Çocuğa tişörtünü üzerinde ne yazdığını bilip bilmediğini sordum. Sırıtarak bilmediğini söyledi. Ona bu yazının “küfür” içeren bir ifade de olabileceğini söyledim. Bunu oğluma anlattığımda, geçmişte kendisinin de böyle bilmeden “İtalyan”ca küfür yazılı bir tişört giydiğini söylemişti.
Bu yabancılaşmaya bir anlam vermek çok zor. Küçük kardeşim bankacı… Bazen yanına gider, telefon konuşmalarına şahit olurum. Son kelimeleri “tamam, okeydir.” Kendisini sürekli ikaz ederim. Epeyce düzeldi. Fakat “okey”i kullanan insan sayısı az değil Türkiye’de. Geçenlerde bir doktor’u aradım, görüştüm, doktor sonunda “bay-bay” demez mi? Çocuklarımıza daha bebekken öğretiyoruz bunları. “Hayırlı günler, hoşça kal, Allaha ısmarladık” gibi güzel cümleler varken, öğretmeni bile “bay bay”…
26 yaşında Kanada’da kürsü sahibi olmuş değerli Profesör Oktay Sinanoğlu’nun çok güzel bir eseri var. Okumayanlara tavsiye ederim. Mutlaka okunmalı. Adı “bay-bay Türkçe!”
Sözün özüne dönecek olursak İskenderun Belediyesinden de aynı girişimi bekliyoruz. Bu vecize aynı zamanda Atatürk’ün bize vasiyetidir. Sayın Civelek ve belediye meclisini bu mücadeleye davet ediyoruz. Lütfen aynı özveriyi sizde gösterip gereğini yapınız.