Sanat Yazısı
Değerli okurlarım, size de ilginç gelebilir. Nasıl mı? Yazılan bazı şiirler sanki herkesin gözü önünde yazılır gibidir, öyle anlaşılır. Tahmin ettiğiniz gibi, evin kapısı da, sokağa açılan cümle kapısı da açıktır. Her şey enine boyuna görülebilir.
Bazı şairler bunun tam tersini yaparlar ama düşünceleriyle, anılarıyla, becerisiyle, tuzuyla, suyuyla, karakteriyle günün ilk saatlerinde şiir yazma coşkusunu yaşar.
Hazan mevsiminde çiseleyen yağmurun cama yapışan damlalarından ve uzun yıllar geriye de gider. Rahmetin bir damlasını avucunda hapseder, nedenini söylemez de. Bulutların şekillerinden, ormanın varlığından, çam ağaçlarından gelen rehavetin etkisiyle beyni dolar ve bu güzellikleri kâğıda dökmeye özen gösterir. Bunda başarılı olur da…
Şiir aslında bir paylaşımdır. Şair duygularına can verirken çok şeylerden ilham alır. Rüzgardan uçuşan yaprakları izler sonuna kadar. Acımasız fırtınanın etkisiyle toprağa secde eden ağaçları, camlara yapışan yağmurun hoyratlığını, korunmak için bir sığınak arayan kedilerin ve kuşların arayışlarını hayranlıkla ve biraz da endişeyle takip eder.
Şair sessiz olmalı ama gördüklerinden de pay çıkarmak zorundadır. Baktığını, duyduğunu, gördüğünü anlatırken yukarıda sözünü ettiğim aşamalardan geçer.
Birbirinden farklı sayısız şiirler olsa da, sonuç olarak şiir duyguların tezahürüdür ve paylaşmaktır. Her okur okuduğu şiirlerde kendini görür.
Şiir yazmak kolaydır veya zordur diyerek bilgiçlik taslamayacağım. Ancak şunu da samimi olarak belirtmek isterim ki; şair sevmiş olmalı, yüreği dopdolu olmalıdır. İster toprağa versin, ister elini bile tutamamış olsun, sonuçta gönlünden sevgi fışkırmalıdır. Gönlü boş ve hayvanları sevmemiş bir şair duymadım. Yani kısacası tıngır-tıngır şair olmaz.
Sevdiğinden aldığı yarayla savrulurken, başka-başka yaşam, değişik şehirler ve birçok vazgeçişlerin beklediği yıllarca süren bir savrulur, yakalandığı sonsuz aşkın yanı sıra bitmeyen bir yalnızlık verir ve sanırım bu yalnızlık ölünceye kadar da devam eder.
Şair üşümez ya da yazarken bu olguyu hissetmez.
Bildiğiniz gibi Ocak Ayı mevsimin dondurucu günlerini içerir. Ben ise bu soğuk günlerde buram-buram terliyorum. Çünkü 6 Ocak’ta doğan bir dostuma naçizane şiir yazıyorum da ondan…
Bu şiir senin için! Doğum günün kutlu olsun, Rızkullah Terbiyeli…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Aceleye Gerek Yok!
Az gittik, uz gittik,
Geriye baktığımızda
Her şeyi unuttuk ama
Epeyce yol kat ettiğimizi
Heyecanla, Sevinçle,
Biraz da endişeyle
Fark ettik…
Ne gam efendim,
Bizim kuşak;
Arada bir fire verse de
Biz,
‘Yere sağlam basanlardanız’
Dedim…
Bunu daha önce de söylemiştim…
Bize ihtiyacı olanlara
Medet umanlara
Beklentisiz koşa-koşa gideriz
Onlara….
Bu bizim kuşağın
Şanında, varlığında
Asaletinde…
Şu yaşlı evrende
Gerek duymuyoruz aceleye
Şimdilik
İşimiz yok o melekle
Hele yüz yaşına gelsin;
Gazetemiz de
Israr ederlerse
En uzun yoldan
Ve de
Gideriz aheste-aheste…
Bir Dost
Öcal ÇULCUOĞLU
Günün Nabzı
Terbiye Nedir?
Terbiyeyi yukarıdakilere de sormak lazım ama yine de ben söyleyeyim… Elle tutulmaz, gözle de görülmez. Sadece hissedilir. Hani terbiyesizlik işin içine girince, kimlikler, parlak unvanlar, kariyerler bir anda tuzla buz oluyor ya.
O nedenle; Terbiye her zaman için merhametten de cömertlikten de, samimiyetten de daha güvenilir bir hadisedir. Hak yemenin, eşit şans tanımanın, hayatımızdaki adalet kavramının daha yalın ve de olması gibi.
Bu gösterişli ve adı büyük değerler baskı altına girdiğinde, türlü mantık oyunlarıyla çözülür, hiç yaşanmamış gibi olurlar. Fakat terbiye, terbiye olarak kalır.
Günün Sözü
Her Şey Değişir; Terbiye, Terbiye Olarak Kalır
Öcal’dan İnciler
Terbiyeli Olmak En Önemli Servettir!