1991 Körfez Savaşı’nda bir milyon Iraklı, sınırımızı aşarak Türkiye’ye sığınmıştı. Canlarını zor kurtaran sığınmacılara yarım yamalak olsa da sahip çıkıldı, yardım eli uzatıldı. Körfez Savaşı’nda Türkiye henüz o yıllarda damdan düşercesine bir ana yüz bilerce sığınmacıyı ağırlayacak kapasite ve tecrübeye sahip değildi. “Çıraklık” dönemi yaşanmıştı.
20 yıl aradan sonra bu kez Suriyeli sığınmacılara umulduğundan fazla kucak açıldı, aşırı ilgi gösterildi. Geçmişten ders çıkartılacağı yerde, yine aynı hatalar tekrarlandı.
Koordinasyon bozukluğu, beceriksizlik, sorumsuzluk ve ihmaller birbirini kovaladı. Bu işin gizlisi saklısı kalmadı. Her şey meydanda toplumun gözü önünde cereyan ediyor. Çeşitli illerimizde sığınmacılarla vatandaş arasında patlak veren istenmeyen olaylar fazla söze gerek bırakmıyor.
Sığınmacı akınının başlangıcında kimlik tespitleri yapılsaydı ve sığınma kamplarının dışına salıverilmeleri engellenseydi, bu sorunlar yaşanmayacaktı. Sığınmacı “misafirlerimiz” şu anda yurdun dört bir yanına dağılmış durumda. Kimin nerede ne yaptığı belirsiz!
Anlaşılan o ki, Körfez Savaşı’ndan kalan “çıraklık” dönemi alışkanlığı hala atlatılamamış, “ustalık” dönemine geçiş yapamamışız.
Giriş yapan sığınmacıların pasaportu olmayabilir. Can derdine düşmüş alelacele sığınmışlardır. Kimlik bilgileri kayıt altına alınması gerekirdi. Yanlış uygulamalarla “kaş yapayım derken, göz çıkardık.” Şimdi “pirincin taşını ayıklamakla meşgulüz.”
Sığınmacıların barınma, beslenme, sağlık ve eğitimlerine 5 milyar dolar (12 katrilyon) civarında para harcandı. Birkaç yıl içinde Türkiye’ye maliyeti 10 milyar dolara (23 katrilyon) dayanacak.
BM’nin ve kendilerini sözde “cömert” gösteren batılı ülkelerin maddi katkısı “devenin yanında pire” kalır. İncir çekirdeğini doldurmayacak kadar yardımlarla işi geçiştirme yolunu tercih etmişlerdir. Sığınmacılara harcanan yüklü paralar bir yana, ihracatımız olumsuz etkilenmiştir. Milyarlarca dolarlık kayıpların faturası çok kabarmıştır.
Birleşmiş Milletler, ayakta uyuyor aslında “uyur” gibi görünüyor. Sorunlar Türkiye’nin üzerine yığılmıştır. Hâlbuki “sığınmacılık” dünyanın bir sorunudur, tek bir ülkeyi kapsamaz. Önde giden dünya devletleri, iki milyon sığınmacıya sahiplenmemizden dolayı, ha bire bizi gazlıyor, sırtımızı sıvazlıyor, alkış tutuyor, takdir ve teşekkür ediyor.
“Bravo, aferin” sesleriyle yer gök çınlıyor. İş maddi yardımlara dayanınca “tık” yok. “Bravocular, alkışçılar” sıvışıyor, kaçışıyor, köşelerine çekilip olayları izlemekle yetiniyorlar. Ceplerinde akrep var sanki. Teşekkür ediyorlarmış. Bu çağda “teşekkür” artık karın doyurmuyor. Önemli olan “elini taşın altına” koyup katkı sağlamaktır. Ebola virüsü dünyaya dalga-dalga yayılıyor. Ucu “Bravocu” devletlere dokununca, dünyayı ayağa kaldırıp bu belalı hastalıkla mücadele için, “haydi pamuk eller cebe” çağrısıyla “seferberlik” ilan ettiler.
Sığınmacılık, Ebola hastalığı gibi evrensel bir sorundur. Acı bir tablo ile karşı karşıyayız. Türkiye bu çaresiz, umutsuz ve bezgin insanların yükünü tek başına çekemez. Kaldı ki, hiçbir zengin ülke aynı şekilde bu ağır yükü tek başına kaldıramaz.
77 milyon vatandaşın hakkından, kısmetinden feragat etmek? Fedakarlık, nereye ve ne zamana kadar sürdürülebilir?