Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Sıcaklar ve sıcaklar. Valla kime baksanız hasta; çoğu da böbrek ve idrar yolları enfeksiyonundan mustarip… Onu boğaz, sinüzit, bel ve diz ağrıları izliyor. Her yerden jel ve antibiyotik fışkırıyor sanki. Bu yüzden sıcağın verdiği sıkıntı yetmezmiş gibi ağrı ve yükselen vücut ısısı, manav ve pahalılıkla uğraşmak kadar zorlaştırdı ve kalitesini düşürdü yaşadığımız günleri ve zamanı. Bendenizi sorarsanız uzun zamandan beri çektiğim ağrıların nihayet neden kaynaklandığını anlayabildim. Aslında ben deniz biliyordum ama hiç kusura bakmasın doktorlar çok ta araştırmadan (muayene etmeden) bir tek çözüm sunuyorlar ameliyat. Birisi mikro diyor bir diğeri platin.
Bendenizde diyorum ki bu önceden bildiğim bir sıkıntı değil. Yani belden ve beldeki sıkışmadan gelmiyor bu tamamen bacağımdaki kasların sendromu yani bendenizin algıladığı bu ve sonunda gerçekten Gazipaşa’da gittiğim Ortopedi Travmatoloji uzmanı bir muayene ile bendenizi doğruladı. Ve bu sorunun adı “İlotibal Bant” sendromu dedi. “Yani” dedim “kalça kaslarının dize dek uzanan yan taraftaki en güçlü kasların deformasyonu” dedi. “Aslında sporcu hastalığı, aşırı egzersiz, aşırı yokuş aşağı yürümek, çok yüzmek, çok bisiklete binmek yani her şeyi çok yapmaktan kaynaklanan bir kas sürtünmesi” dedi.
“Tamam, işte bu” dedim. Tam yedi aydır teşhis sadece “belde” dedikleri için ben deniz on binlerce adım attım İstanbul’un yokuş aşağı yukarı yollarında. Beden hareketlerime devam ettim iyi gelecek diye. Ve kendimi ne kadar yorduğumu ancak kendim bilirim. Ve tabi ki bu durumda hem hastalığım arttı hem de hareket kabiliyetim kısıtlandı. Hem de moralim sıfırın altına düştü. Sinirlerim gerildikçe gerildi bu da kaslara zarar veriyordu ancak ne zaman teşhis kondu kendime geldim ve iyileşmek için elimden geleni yapmaya başladım. En sevmediğim şey ise istirahat! Bendeniz öyle istirahattan anlamıyorum ayakta ve hep aktif olmalıyım bu yüzden günlük işlerimi yapıyorum, merdiven inip çıkıyorum ama İlotibal Bant eksersizleri de you tube den bakarak doktorun önerdiği gibi yapmaya başladım. Ve en azından teşhisin verdiği moral ile kendime geldim 7-8 aydan beri çektiğim sıkıntılar sona ermedi ancak rahatladım ve yanlış yaptığım her şeyden vazgeçtim. Saatlerce bilgisayar karşısında kalmakta çok zarar ve tabi ki bu olağan üstü sıcaklarda. Ancak umudum var ve iyileşeceğim Allah’ın izni ile. Hatta bana “yaşlı kadınlara benzedin” diyenlere “bu koşucu hastalığı” diyerek hava bile basıyorum! Yani ameliyat falan olsaydım belden o sevgili doktorlara uyarak bu sıkıntılarım devam edecekti!!!
Ve işte sevgili okuyucularım ne olursa olsun kendi doktorunuz olun. Vücudunuzun sesini dinleyin ve doktor değiştirin özelikle bu günlerde çünkü günümüzde doktorluk artık iki film bir MR. Ve kan tahlili işte o kadar. Yüzünüze bile bakmıyorlar. Bendeniz geç kaldım ama kendimden emin olduğum için “yap şu ameliyatı kurtul” diyenlere kulak asmadım. Hastalığın adını ilk kez duyuyorum ancak sorunun kaslarda olduğunu ilk dakikadan anlamıştım. Her ne kadar “çokbilmiş” damgasını yemiş olmakla birlikte.
Ve sevgili okuyucularım. Bir bilgi olarak yazmak istiyorum, susam yağı, avokado, kekik yağı, kantaron yağı hepsini eşit şekilde karıştırıp bacağıma sürüyorum, kimyasal jeller ve ağrı kesicilerin hiç birini kullanmadan baya iyi geliyor sizin de aklınızda kalsın.
Ve bu günkü yazım, sıcakların ve aşırı pahalılığın, vahşice öldürülen sokak köpeklerinin, kedilerin -ki artık apartmanın içine saklar olduk hayvanları- gölgesinde kaldı kendi hastalığımızı unuttuk, içimiz nefretle, dehşetle doluyor. Nasıl ve ne zaman bu kadar vahşileştik? O sadık dostlarımızı, o iğrenç naylon ve çuval torbalarına dolduracak kadar. İnsan olmaktan utanır olduk. Bir taraftan büyüklerimiz “cibilliyetsiz” diye ki onları biz seçtik bize hakaret etsinler diye. Bir taraftan da çarşı Pazar, manav, çiftçi, sütçü, emekli yangın yerinde. Zeytinlikler, koylar, denizler hep tehdit altında ve bizler hastalıklarımızdan söz edebiliyoruz.
Valla bize çok ayıp gerçekten. Ancak sağlık her şeyden önce gelir ki mücadelemiz sürsün değil mi? Aman siz siz olun kendinize dikkat edin ve bilmediğiniz şeyler için muhakkak bir kaç bilir kişi bulun. Birisi ile yetinmeyin, aklınızın yatmadığı şeyleri yapmayın ve vücudunuzun ve vicdanınızın sesini dinleyin. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım, hep birlikte hep beraber, ayrımsız gayrımsız malumların dışında. Yase
& & & & &
Nefis Tezkiyesinin Zarûreti
Ata binmiş bir emîr, ağaç altında uyurken ağzına kara bir yılan giren bir kişi görür. Bunun üzerine uyuyan adamı kurtarmak için, bütün mahâretini kullanmaya başlar. Adama var gücü ile birkaç kamçı vurur. Adam, acıyla yerinden sıçrar ve dayak yediği emîrden kaçmaya başlar.
Emîr, adamın peşini bırakmaz, onu bir elma ağacının altında yakalar. Ağaçtan düşen çürük elmaları adama zorla yedirir. Bir taraftan da: “Ey dertli bîçâre, hepsini yiyeceksin! Bu çileye katlanacaksın!” der. Adamcağız ise, dehşet içinde: “Ey emîr! Ben sana ne yaptım? Bu zulmün sebebi ne? Canıma kastın varsa, bir kılıç vur da kanımı dök! Seni gördüğüm an, ne uğursuz bir zamanmış!.. Senin yüzünü görmeyenler ne bahtiyar insanlarmış!.. Ey Rabb’im, bu zâlimin cezâsını sen ver!…” diyerek lânetler yağdırır.
Fakat emîr, bu sözlere aldırmaz. Onu kamçılayıp koşturmaya devam eder. Adamcağız, emirin korkusundan ve kamçı acısından rüzgâr gibi koşmaya başlar. Artık adamcağızın yorgunluktan adım atacak tâkati kalmaz. Sıhhati bozulur, safrası kabarır ve kusmaya başlar. Yediği her şey zoraki bir tazyikle ağzından çıkar. Nihâyet çürük elmalarla beraber, içindeki kara yılan da dışarı fırlayıverir.
Adamcağız, midesinden çıkan yılanın korkunçluğu karşısında dehşete kapılır. Derhal o sâlih emirin önünde yerlere kapanır: “Hakîkaten sen, Cebrâil’in rahmeti gibi gelmişsin! Meğer benim velî-nîmetim olmuşsun! Seni gördüğüm zaman, ne mübârek zamanmış! Sen olmasaydın ben çoktan hazin bir şekilde ölmüş gitmiştim. Cehâlet ve gafletim, sana karşı ne kadar saçma-sapan sözler söyletti bana. Onlardan dolayı beni affet! Söylediklerimi gafletime ver!” der.
Emîr de der ki: “Eğer ben o vakit, senin iç âlemindekilerden bir parça söyleseydim, ödün kopardı. Korku, seni helâk ederdi. Eğer sen, seni Cehennem’e sürüklemek isteyen o nefs canavarının mâhiyetini bilseydin, ne elma yemeye kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusarak o kara yılanı çıkarmaya…
Ben senden işittiğim uygunsuz sözlere sabrediyor, içimden de sürekli; «Yâ Rabbi! Yılanın çıkmasını kolaylaştır! Bu bîçâreyi halâs eyle!» diye duâ ediyordum. Sen bana acı şeyler de söylesen, benim gönlümdeki merhamet, seni o hâlde bırakmaya râzı olmadı. Çünkü benim fıtratım merhamet mayasıyla yoğrulmuştur…”
Günün Şiiri
Bir Büyük Karamsar Üzerine Düş
(Patates kıtlığı sırasında)
Bir düş gördüm:
opera binası karşısında Badanacı*
tam patlatacakken o büyük söylevini,
birden bir patates belirdi, kocaman,
orta boy bir tepedn iri,
ve bekleşen kalabalığın karşısına çıkıp
başladı o da söylev vermeye.
Ben, dedi alçak sesle,
sizi uyarmaya geldim.
Biliyorum, patatesten başka bir şey değilim,
küçümen, önemsiz bir kişi,
pek öyle yüzüne bakılmaz cinsinden,
tarih kitapları anmaz adımı,
tepedekilere hele hiçbir etkim yok.
Büyük şeyler olunca söz konusu,
yani şan, şeref, namus falan filan,
gerekir benim kenarda kalmam.
Çünkü asalete hiç uygun düşmezmiş
beni şan ve şerefle bir tutmak.
Ama gene de yaptım ben bana düşeni.
Yardım ettim insanların bu gözyaşı vadisinde
yaşamlarını sürdürmelerine.
Şimdi, benimle şuradaki adam arasında
bir seçim yapma vakti geldi.
Haydi, ya o ya ben!
Onu seçerseniz yitirirsiniz beni.
Ama ille de ben gereksem size,
onu burdan siktir etmelisiniz.
Onun için, bana kalırsa,
daha fazla vakit kaybetmeyin dinleyerek onu,
çünküz az sonra yakapaça o atacak beni burdan.
Ona karşı ayaklanırsanız öleceğinizi söylese bile
unutmayın şunu sakın:
bensiz de ölürsünüz çocuklarınızla birlikte
İşte patates böyle konuştu
Ve badanacı böğürürken operada,
ve hoparlörler ilettikçe bu böğürtüleri halka,
o yavaş yavaş,
sanki ne dediğini göstermek istermiş gibi,
tüm halkın görebileceği tuhaf bir gösteriye başladı,
Badanacının ağzından çıkan her sözcükle
içine çekile çekile,
küçücük oldu,
biçimsiz, bumburuşuk.
Bertolt BRECHT
Ölüme Yakın
“Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük su fani dünyada
Kötülükten gayri?
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.”
Cemal SÜREYA
Yağmur
“Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
Dam saçak demeyecek, yağacak
Yağacak bir hışım gibi canevine kentin
Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
Patladı patlayacak
Alacak sonunda kendi rengini.”
Edip CANSEVER
Günün Sözü
Öğretmek, iki defa öğrenmek demektir.
J.Joured