Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bugün? “Ağustos ayının yarısı yaz, yarısı sonbahar” demişti annem bir zamanlar. Oysa bugün ayın 24’ü ne sonbahardan bir esinti ne de bir ferahlık var ufukta. Birde etraf toz duman ya sanki Arizona çöllerindeyiz. Ve sıcaktan depresyon geçirmek üzereyim ya da öyleyim! “Neden geldim” diye yazıklanmıyorum bile…
Halsizlik ya da isteksizlik yüzünden yerimden bile kalkmak istemiyorum, yemek yemek, su içmek bile. Her şey olduğu gibi dursun işte ne olacak diyorum. Ve kendimden korkuyorum. “Sağlam bas” diyorum “sağlam geçecek bu günler.” Ve sağlam tutmaya çalışıyorum kafamı yoksa bedenim çökmek üzere. Günde ne az 2 saat yüzmek, 2 saat hareket ve yürüyüşten sonra bu hareketsizlik çok ama çok kötü oldu.
Atalarımız “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” lafını boşa söylememiş tabi. Peki ama sağlam kafa ne demek? Düşünce kırılmayan kafa mı? Duvara toslayınca kanamayan kafa mı? Yoksa sağlam düşünen, sağlıklı kararlar veren, sağduyulu, mantıklı ve duyarlı olan kafa mı?
Kuşkusuz atalarımızın işaret ettiği ikinci seçenek. Sağlam kafada sağlam karakter de kaçınılmaz bu durumda. Değil mi?
Peki karakter ne demek? Sözlük anlamı ile şöyle. Bir insanın ya da topluluğun, psikolojik manevi ayırıcı özelliklerinin tümüne karakter denir. Bunu açarsak, toplumların yada kişilerin psikolojileri manevi dünyaları, diğerlerinden onları ayıran özelikleri, inançları, kültürleri, yaşam tarzları kendi karakteristik özeliklerini vurgular..
Bir toplumun karakteristik özelikleri, fertlere bazen değişik yansır. Ve kişiye özgüdür. Örneğin inancı, doğruluğu, düşünce yapısı, kültür seviyesi olaylar karşısındaki davranışları.
Cicero, “Sağlam karakterli olan bir insanı görevinden alıkoyacak hiç bir şey olamaz” diyor. Ve kendime hadi sende sağlam karakterlisin ve işinden seni kimse alıkoymasın. Son zamanlarda bazı kendi işlerinden başka her işle uğraşmağı adet edinmişlere inat. Kişilerin karakter yorumlarını yapmak kuşkusuz işim değil. Ben deniz kendi derdimle ilgiliyim. Fakat bana atıfta bulunanların karakterlerini bilmek onları yargılarken, adil olmam bakımından yararlı olur kuşkusuz.
Örneğin, zayıf karakterli olduğunu bildiğim birisi beni etkileyemez. O kendini peşin, peşin harcamıştır başkalarının onu yargılamasına gerek yoktur. Zaten zayıf karakterliler değil midir her rüzgarla yön değiştiren? Kendi değerlerinin ayrımında olmayan?
“Kavak ağacını beğenen ve seven çok az insan gördüm, çünkü dosdoğrudur” demiş Cenap Şahabettin… Dosdoğru olmak çok istenen bir şey değilmiş demek. Bu yüzden bazı insanların rüzgarla yön değiştirmeleri? Sonuçta demek isterim ki, depresyonda bile olsam sıcaklardan yinede acıtmak istemem kimsenin canını. Yargılamak, işim değil, kimsenin de işi olmamalı, atıflar yapılsa da insana insan hoşgörü ile davranmalı.
Döndüm aslıma, az daha depresyon bahane, kuyruk acısıyla, acıtacaktım; canımı yakanları. Ama bilirim ki acı diğer bir acıyla giderilemiyor. Yani intikam aptalca bir şey affetmekse yücelik… Ve şimdi sağlam bir bedende sağlam bir kafayla ve sevgiyle kalalım, hep birlikte sevgili okuyucularım… Yase
& & & & &
Pasta
Fırına geldiğimde, ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı; “Biraz bekleyeceksin hocam” dedi. “İki üç dakikaya kadar çıkarıyorum”
Kenardaki tabureye oturup beklemeğe koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş paltosunun sol yaka altında bir madalya parlıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra; “Ekmeklerimi alayım” dedi. “Benim ikizler acıkmış.”
Fırıncı adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi. ve bir gün önceden kalan ekmeklerden dört beş tane koydu. Ekmeklerden bazılarının altı yanmış,bazılarının şekli değişmişti. Yaklaşıp fırıncıya sordum. “Neden taze ekmek vermiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!”
Fırıncı; “-Bozuk ekmekleri kendisi istiyor” dedi. “Çok fakir olduğundan ona yarı fiyatına veriyorum.”
“Kim bu adam diye sordum.” “Kore gazilerinden” dedi. “Oğlu ile gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor hem çok az bir maaşla.”
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını algılıyor ufak olsa da bir şeyler yapmak istiyordum; “Bu seferlik farkı ben vereyim” dedim. “Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler.”
Fırıncı teklifimi kabul etti ve biraz sonra fırından çıkan taze ekmeklerden büyük bir umursamazlıkla adamın torbasına yerleştirmeğe başladı. Bir taraftan da; “Çok şanslısın hacı amca dedi. Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmek vereceğim”
Yaşlı amca bir evlat gibi sevgiyle kucakladığı ekmek torbasını göğsüne bastırarak; “Allah senden razı olsun evladım” dedi. “Bu günün onların doğum günü olduğunu nerden anladın?”
Günün Şiiri
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk saygılı
Bütün yakınlarınız
Sizi yanış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemediniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde sevgiyi söylemek
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Behçet NECATİGİL
Solgun Bir Gül Dokununca
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.7
Behçet NECATİGİL
Günün Fıkrası
Adam evinin merdivenlerinden çıkarken düşüp, bacağını dört yerinden kırmıştı. Hemen hastaneye kaldırılmış, doktor bacağı boydan boya alçıya almış ve: “Beyefendi bundan sonra daha dikkatli olun, en azından alçınız çıkana kadar merdivenlerden inmek çıkmak yok” demişti. Üç ay sonra kırıklar kaynamış, alçı çıkarılmıştı. Adam bu arada doktora: “Doktor bey artık merdivenlerden inip çıkabilir miyim?” diye sormuş, doktor da: “Tabii, ancak yine de bir süre daha dikkatli olmalısınız” demişti. Adam doktorun bu cevabı üzerine sevinçle bağırmış: “Oh be şükürler olsun, üç aydır eve su borusundan tırmanarak girip çıkmaktan anam ağlamıştı.”
Günün Sözü
Köpeğe atılan bir kemik yardımseverlik değildir. Yardımseverlik en az köpek kadar aç olduğunda etini onunla paylaşmandır.
Jack London
Dostluk iyi kişiler arasında çabucak temelleşir güçlükle yıkılır.
Beydeba
Bir kötülüğü beğenen, onu işleyenden daha kötüdür.
Şemsettin Sami