Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bugün? “Ağustos ayının yarısı yaz, yarısı sonbahar” demişti annem bir zamanlar. Oysa bugün ayın 18’i ne sonbahardan bir esinti ne de bir ferahlık var ufukta. Birde etraf toz duman ya sanki Arizona çöllerindeyiz. Ve sıcaktan depresyon geçirmek üzereyim ya da öyleyim! “Neden geldim” diye yazıklanmıyorum bile… Halsizlik ya da isteksizlik yüzünden yerimden bile kalkmak istemiyorum, yemek yemek, su içmek bile.
Her şey olduğu gibi dursun işte ne olacak diyorum. Ve kendimden korkuyorum. “Sağlam bas” diyorum “sağlam geçecek bu günler” Ve sağlam tutmaya çalışıyorum kafamı yoksa bedenim çökmek üzere. Günde ne az 2 saat yüzmek, 2 saat hareket ve yürüyüşten sonra bu hareketsizlik çok ama çok kötü oldu.
Atalarımız “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” lafını boşa söylememiş tabi. Peki ama sağlam kafa ne demek? Düşünce kırılmayan kafa mı? Duvara toslayınca kanamayan kafa mı? Yoksa sağlam düşünen, sağlıklı kararlar veren, sağduyulu, mantıklı ve duyarlı olan kafa mı?
Kuşkusuz atalarımızın işaret ettiği ikinci seçenek… Sağlam kafada sağlam karakter de kaçınılmaz bu durumda değil mi? Peki karakter ne demek? Sözlük anlamı ile şöyle. Bir insanın ya da topluluğun, psikolojik manevi ayırıcı özelliklerinin tümüne karakter denir.
Bunu açarsak, toplumların ya da kişilerin psikolojileri, manevi dünyaları, diğerlerinden onları ayıran özelikleri, inançları, kültürleri, yaşam tarzları kendi karakteristik özeliklerini vurgular…
Bir toplumun karakteristik özelikleri, fertlere bazen değişik yansır. Ve kişiye özgüdür. Örneğin inancı, doğruluğu, düşünce yapısı, kültür seviyesi olaylar karşısındaki davranışları.
CİCERO, “Sağlam karakterli olan bir insanı görevinden alıkoyacak hiç bir şey olamaz” diyor. Ve kendime hadi sende sağlam karakterlisin ve işinden seni kimse alıkoymasın. Son zamanlarda bazı kendi işlerinden başka her işle uğraşmağı adet edinmişlere inat. Kişilerin karakter yorumlarını yapmak kuşkusuz işim değil. Ben deniz kendi derdimle ilgiliyim. Fakat bana atıfta bulunanların karakterlerini bilmek onları yargılarken, adil olmam bakımından yaralı olur kuşkusuz.
Örneğin, zayıf karakterli olduğunu bildiğim birisi beni etkileyemez. O kendini peşin peşin harcamıştır başkalarının onu yargılamasına gerek yoktur. Zaten zayıf karakterliler değil midir her rüzgarla yön değiştiren? Kendi değerlerinin ayrımında olmayan?
“Kavak ağacını beğenen ve seven çok az insan gördüm, çünkü dosdoğrudur” demiş Cenap Şahabettin.. Dosdoğru olmak çok istenen bir şey değilmiş demek. Bu yüzden bazı insanların rüzgarla yön değiştirmeleri?
Sonuçta demek isterim ki, depresyonda bile olsam sıcaklardan yinede acıtmak istemem kimsenin canını. Yargılamak, işim değil, kimsenin de işi olmamalı, atıflar yapılsa da insana insan hoşgörü ile davranmalı. Döndüm aslıma, az daha depresyon bahane, kuyruk acısıyla, acıtacaktım canımı yakanları. Ama bilirim ki acı diğer bir acıyla giderilemiyor. Yani intikam aptalca bir şey affetmekse yücelik… Ve şimdi sağlam bir bedende sağlam bir kafayla ve sevgiyle kalalım hep birlikte sevgili okuyucularım… Yase
& & & & &
PASTA
Fırına geldiğimde, ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı; “Biraz bekleyeceksin hocam” dedi. “İki üç dakikaya kadar çıkarıyorum” Kenarda ki tabureye oturup beklemeğe koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş paltosunun sol yaka altında bir madalya parlıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra; “Ekmeklerimi alayım” dedi “Benim ikizler acıkmış.”
Fırıncı adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi. Ve bir gün önceden kalan ekmeklerden dört beş tane koydu. Ekmeklerden bazılarının altı yanmış, bazılarının şekli değişmişti. Yaklaşıp fırıncıya sordum; “-Neden taze ekmek vermiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!”
Fırıncı; “-Bozuk ekmekleri kendisi istiyor” dedi. “Çok fakir olduğundan ona yarı fiyatına veriyorum.”
“-Kim bu adam” diye sordum.
“-Kore gazilerinden” dedi. Oğlu ile gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor hem çok az bir maaşla.
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını algılıyor ufak olsa da bir şeyler yapmak istiyordum; “-Bu seferlik farkı ben vereyim” dedim. “Hiç olmazsa bu gün taze ekmek yesinler.”
Fırıncı teklifimi kabul eti ve biraz sonra fırından çıkan taze ekmeklerden büyük bir umursamazlıkla adamın torbasına terleştirmeğe başladı. Bir taraftan da “-Çok şanslısın hacı amca” dedi. “Çocuklar için sana bu gün pasta gibi ekmek vereceğim.”
Yaşlı amca bir evlat gibi sevgiyle kucakladığı ekmek torbasını göğsüne bastırarak; “-Allah senden razı olsun evladım” dedi. “Bu günün onların doğum günü olduğunu nerden anladın?”
Günün Şiiri
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemediniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde sevgiyi söylemek
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Behçet NECATİGİL
Tahta, Kürsü, Çocuklar
Tahta sınıfa karşı
Kürsü tahtanın yanında
Sınıfta otuz çocuk vardı.
Tahtanın önünde silgi
Üç dört tebeşir
Öğretmen içeri girdi
İlk ders cebir.
Tahta tahtadır ama
İnsanlardan anlayışlı
Hiç sevmediği halde
Tahta cebiri kavradı.
İkinci dersin öğretmeni
Geçti kürsüye oturdu
Tahta yan gözle ilgili
Öğrendi Auguste Comte’u.
Üçüncü derste tahtaya
Bir öğrenci kalktı fakir
Yaz dedi öğretmen yazdı:
“Hayata neş’e güneştir
Melal içinde beşer
Çürür bizim gibi…”
Tahta şairin halini
Çocuğunkine benzetti
Üzüntüler, yoksulluklar elinde
Çocuk da çürüyüp gitmişti.
Dördüncü ders boş geçti
Zil çalsın bekle çalmaz
Tebeşiri kaptığı gibi
Bir çocuk geldi haylaz
O canım mısralara
İki çizgi çizdi çapraz
Yazdı iri iri:”Yuha!”
Kayboldu tahtanın nuru
Kayboldu tahta
Sonraki çizgiler altında.
Behçet NECATİGİL
Nilüfer
Ben oraya koymuştum, almışlar,
Arasına sıkışık saatlerin.
Çıkarır bakardım kimseler yokken;
Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar.
Kışken ilkyaz, sularımda açardı;
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde sararırmış yaprak.
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.
Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık-
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.
Behçet NECATİGİL
Günün Fıkrası
Delinin birisi bilmeden havuza düşmüş. Bunu da bir başka deli görmüş ve omu kurtarmak için havuza atlamış ve de kurtarmış. Doktorlar sonra kurtaranı çağırmışlar ve tebrik etmişler ve de “Havuza düşeni çağır da, onunla konuşalım” demişler. Kurtaran deli de; “Olmaz, onu kurusun diye astım” demiş…
Günün Sözü
Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkûm olmaktır.
Gibbon
Köpeğe atılan bir kemik yardımseverlik değildir. Yardımseverlik en az köpek kadar aç olduğunda etini onunla paylaşmandır.
Jack London
Dostluk iyi kişiler arasında çabucak temelleşir. Güçlükle yıkılır.
Beydeba