Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bu sabah yine bir öykü var dağarcığımda. Sevginin önemini, Tanrı’ya giden yolun sevgiden geçtiğini anlatan çok güzel bir hikaye. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım… Yase
Seviyorum Tanrım!
İnanç Tarihi dersimin öğrencilerinden biriydi Tommy. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oydu. Tanrı’ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana imalı, imalı; “Günün birinde Tanrı’yı bulacağıma inanıyor musun hocam?” dedi. “Hayır” dedim, yavaşça. “Yaaa” dedi. “Oysa senin, bu derste Tanrı’yı pazarladığını sanıyordum hocam…” Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım: “Tanrı’yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak bir gün, eminim.”
Tommy, omzunu silkip yürüdü… Mezuniyetten sonra izini kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana… Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde; zayıflamış, çökmüştü… Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü… Ama gözleri halâ pırıl pırıldı… “Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam” dedi. “Sana bir şey sorabilir miyim?” dedim. “Tabii” dedi, “Ne öğrenmek istiyorsun?” “Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?” “Daha kötüsü olabilirdi… 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla beraber olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak, sanmak gibi…”
Sonra niye geldiğini anlattı… “Okulun son günü sana Tanrı’yı bulup bulamayacağımı sormuş; “hayır” yanıtını alınca şaşırmıştım. Sonra, “ama o seni bulur” dedin… İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söylediklerinde; Tanrı’yı aramayı ciddiye aldım birden… Habis ur, diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca, sabahlara kadar dualar etmeye başladım… Hiçbir şey olmadı. Bir sabah uyandığımda; ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim aniden. Ömrümün geri kalan vaktini; Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm… “En büyük mutsuzluk, sevgisiz bir hayat sürmektir, bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine ‘Seni seviyorum’ diyemeden gitmektir” demiştin… Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte… En zorundan başladım… Babamdan…”
Oğlu yanına geldiğinde, babası, gazete okuyormuş. “Baba, seninle konuşmam lazım” demiş Tommy. “Peki, konuş oğlum” “Yani, çok önemli bir şey…” Babası, gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı; “Neymiş o bakalım?” “Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim.” Tommy, gülümsedi, arkasını anlatırken… Babasının elinden yere düşmüş gazete… Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış. Tommy’ye sarılmış ve ağlamış… Sabaha kadar konuşmuşlar. Babası, ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde… “Annem ve kardeşimle daha kolay oldu” diye devam etti Tommy… “Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar. Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece… Ölümün gölgesi üzerime düşünce; kalbimi açıyordum, bana, aslında çok daha yakın olması gereken insanlara…”
Nefes aldı Tommy… “Bir gün baktım, Tanrı, orada… Hemen yanı başımda duruyor… Ona yalvardığım zaman, bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı, kendi bildiği gibi yapıyordu. Gerçek olan şu ki, haklıydın…
Ben, onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelip, beni bulmuştu.”
“Tommy” dedim. “Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa… Sen, Tanrı’yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu, sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz… Ama hayatını sevgiye açarsan o, gelir seni bulur. Bunu anlatıyorsun farkında mısın?” Devam ettim; “Tommy, bana bir iyilik yapar mısın, bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?”
Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün… Ölümle hayatı sona ermemişti tabii… Şekil değiştirmiş, büyük bir adım atmıştı sadece… İnanmaktan, görmeye geçmişti… Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk. “Söz verdiğim derse gelemeyeceğim, halsiz ve bitkinim hocam” demişti… “Anlıyorum Tommy!” “Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam, sen anlatır mısın? Herkese, bütün dünyaya, benim için anlatır mısın?” “Anlatırım Tommy” dedim. “Anlatırım, merak etme!”
İnsanlara; “Seni seviyorum” demek için, ölümü beklemenize gerek yok, şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz… Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin… Hem, şimdi başlamazsanız, belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir…
Şubat Güneşi
“Tamam, hadi birlikte yapalım o zaman” demişti Zeynep. Ama kız o kadar halsiz ve hasta görünüyordu ki. “Sen şurada yanımda otur. Söz bir şey devirmeyeceğim” diyerek kızı yakındaki bir koltuğa oturtmuş sonra kuzeninin boynuna sarılıp ıslak, ıslak öpmüştü, gözlerinden akan yaşları kıza göstermeden çabucak silmişti…
“Hoş geldin, hoş geldin yeniden dünyaya” demişti tıkanarak. Sonra kahvaltıyı hazırlamış ekmek kızartmıştı. Ekmeğe tereyağını sürüp Zeynep’e verirken içeri teyzesi girmişti.
“Aman tanrım ne görüyorum. Zeynep nihayet uyandın mı kızım oh çok şükür” “Zeynep çok acıkmış ona kahvaltı hazırladım” demişti Yusuf. Can kapıyı çalarken, Zeynep kızarmış ekmekleri tıktırtıyordu. “Evet, çok acıktım sanki yüzyıllardır bir şey yemedim.” “Tabi acıkırsın bir tanem ama lütfen hemen yumulma sakin, sakin ye olur mu? Yoksa miden kötü olur” demişti Can kapının önünden… “Can” diye yerinden sıçramıştı Zeynep sanki onu yıllardır görmemiş gibi hasretle. Kucaklaşmışlar bir müddet birbirlerinin kollarında kalmışlardı. Yusuf sevgiyle, gıptayla onları izlemişti. Daha sonra hepsi kahvaltı masasının etrafında toplanmış güzel bir kahvaltı yapmışlardı. Zeynep in gözleri sık, sık doluyor ama akmalarına izin vermiyordu. Sonunda “Annemin mezarına gitmek istiyorum. Can beni götürebilir misin?” demişti. “Tabi tatlım ama biraz daha iyi olunca gidelim olmaz mı?” “Hayır, ben iyiyim hemen gidelim lütfen…” “Ama kızım” demişti teyzesi. “Lütfen teyze gitmek istiyorum”
İki genç mezarlığın ürkütücü havasında paltolarına iyice sarınmış çamlar arasında yürümüşlerdi. Hava çok sertti. Ve can kızı paltosunun içine almıştı. Kız çok zayıflamış hap kadar kalmıştı. Annesinin mezarı, abisinin mezarının hemen yanındaydı. Zeynep iki mezar arasına yeni sulanmış toprağa diz çöküp oturmuş annesinin ve abisinin kokusunu almak ister gibi avuçladığı toprağı koklayıp öpmüştü.
Ağlamamış, yanıp yakılmamıştı, yalnızca dua etmişti annesine, abisine ve bütün orada sessiz yatanlara. Annesi abisinin ölümü ile yıkılmıştı adeta ama şimdi yan yana yatıyorlardı. “İkinize de söz veriyorum. İstediğiniz gibi bir kız olacağım, okulu da bitireceğim. Asla doğru olmayan bir şey yapmayacağım, gözünüz arkada kalmasın. Her zaman sizinle kalacağım” demişti.
Sonra dizlerini silkeleyerek kalkmıştı. Fakat aniden tekrar diz üstü çöküp kırağı düşmüş ıslak toprağa kapanmış hıçkıra, hıçkıra ağlamıştı. Can biraz uzağında durmuş onu seyretmişti. İyice ağlasın içini boşaltsın istiyordu fakat kız bir türlü susmak bilmiyordu, bunun üzerine, yaklaşıp kızın koluna hafifçe dokunmuş. “Hadi gidelim artık. Zeynep üşüyeceksin canım sonra yine geliriz” demişti. Kız bunu bekliyormuş gibi anında susmuştu. Sonra çocuğun yardımı ile kalkmış, Can mantosuna bulaşan toprakları eliyle silkelemiş koluna girip onu mezarlardan uzaklaştırmıştı. İşte ilk o zaman Zeynep hafifçe sızlanmış. “İçim acıyor Can içim çok acıyor” demişti.
“Biliyorum tatlım, biliyorum, istediğin gibi ağlayabilirsin ama şimdi hemen gidelim çok soğuk ikimizde üşüyeceğiz.” Selvi ağaçların ağır hışırtıları arasında mezarlıktan çıkmışlardı. Arkası Yarın
Günün Şiiri
2. Sone
Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
Bencil utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
“Benim güzel çocuğum beni kurtarır” dersen
“Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra.”
Güzelliğin onda sürdüğünü göstersen!
O, sen yaşlandığında yeniler varlığını
Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.
William SHAKESPEARE
Günün Sözü
KORKMAK
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için…
William SHAKESPEARE