Sendromdan Uzak Bir Gün Olsun

0
86

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah… Üzerimizde olan ağırlık bir de pazartesi sendromundan biraz uzaklaşıp hikâye, şiir ve fıkra okuyalım bugün ne dersiniz? Sağlık ve sevgiyle kalın… Yase

& & & & &

Sessizce Kara

Sessizce geldi katıldı aramıza. Bir sandalye verdiler hemen, oturup dinlemeye başladı konuştuklarımızı. İşte, bu kızın annesi babası öldü. Adın ne senin? Gamze, Gamze Kara. Kara ha Evet, karaydı saçları, karaydı gözleri, karaydı teni. Ya şimdi? Ya bundan sonra? Kara mı olacaktı bahtı. Senin de fotoğrafını çeksin abla, hadi! Çeksin mi? Omzunu silkti sadece, sessizce baktı gözleri. Sessizce ve kırık… Umutsuzluğuydu objektife takılan. Kömür gözleri parlamıyordu, içten içten ağlıyordu bu kara yüz, dudakları gülmeyi unutmuştu. Yine de sessizce baktı gözleri objektife, sessizce ağladı. Dokuz yaşında kendisine can verenleri kaybetmişti Gamze. Toprağın öfkesiydi onları uzaklara götüren. Kayaların, dağların, taşların öfkesi… Olsun anneannesi vardı ya, ona bakardı. Nereye kadar?

Farkındaydı ölümün soğuk elleri anne babasını seçmişti. Beni görüyorlardır, değil mi? Yanımdalar biliyorum. Beni seviyorlar. Tek üzüldüğüm, keşke uzaklara gitmeselerdi. Sessizce baktı gözleri yine, sessizce sordu. Bir de kardeşi vardı Gamze’nin yedi-sekiz yaşlarında, Kara soyunun tek temsilcisiydi Barış, bırakır mıydı amca onu öyle çadır kentlerde.

Aldı, götürdü Afyon’a. Ya Gamze? O sadece ve sadece bir kız çocuğuydu, amcaya yaraşmazdı! Sessizce baktı gözleri o anda… Anne, acıktım, yemek yiyelim diyemeyecekti artık. İş başa düşmüştü, kendi kendini doyurmak zorundaydı. Aldı eline kovaları, doğru aşevine. Hey, küçük kız nasıl taşıyacaksın o yemekleri? Çadırımız uzakta tekrar tekrar gelemem, hem ben yalnızım, annem babam yok ki. Sessizce baktı gözleri kadına, sessizce yürüdü. Kara Gamze, bir küçücük hayat işte, taşların, molozların, demirlerin arasından sıyrılan. Toprağın öfkesine yenik düşmeyen bir küçücük yürek, öfkenin bağışladığı bir küçücük can… Okula gidecek büyüyecek. Silinmeyecek elbet bu öfke zihninden, sarstıkça sarsacak Kara Gamze’yi. En derinde bir yerlerde o uğultu hep duyulacak. Sessizce baktı gözleri arkamızdan, sessizce el salladı.

& & & & &

Önce Kendi Çizgini Uzat

Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye: “Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.

Öğrenci, bir süre düşündükten sonra, “Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım.”

Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak, “Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.

Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.

Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti. “Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.

Öğrenci utana sıkıla, “Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.

Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi: “Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir…”

& & & & &

Kusur Bazen Bizden Kaynaklanır

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.

“Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla”

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş “Hayatım bu akşam yemekte ne var?” Cevap yok Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış “Hayatım bu akşam yemekte ne var?”

Gene cevap yok Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş “Hayatım bu akşam yemekte ne var?” Hala cevap yok.

Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış “Hayatım bu akşam yemekte ne var?” Gene cevap alamamış. Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş “Hayatım bu akşam yemekte ne var?” “Hayatım beşinci kez söylüyorum, tavuk”

& & & & &

Yanmak

Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve: “Bu ateş aydınlatıcı bir şey!” demiş..

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş; Demiş ki: “Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!”

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş, şöyle demiş: “Ve bu ateş yakıcı bir şey!”

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş. Ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek “poff!” diye ortadan kayboluvermiş…

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş; Çünkü o kaybolmuş ateş içinde ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!!

Günün Şiiri

Güzel Gemi

Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,

Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;

Çizmek isterim resmini tez,

Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz.

 

Andırır havada savrulan eteklerin,

O ince, upuzun, güzel gemilerin

Vuruşunu açığa, uzak;

Ardından bir uyumun, bezgince, yumuşak…

 

Üstünde boynunun, omuzlarının, dimdik,

Yükselir başın bir alımla görülmedik;

Taçla süslü bir bakış soğuk,

Yürür gidersin yolunda sen, göksel çocuk.

 

Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,

Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;

Çizmek isterim resmini tez,

Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz.

 

Göğsün ki başlar ve yuvarlaklaşır gittikçe,

Göğsün ki görülmedik en eşsiz çekmece,

Aydınlık ve yuvarlak bir düş,

İki kalkan onlar, şimşekler vurmuş;

 

O çıldırtan göğsün süslü pembe güllerle,

Saklandığı gizlerin, dolu nelerle,

Eskimiş şaraplar ve ıtır,

Orada duymak ve düşünmek sayıklamaktır.

 

Andırır havada savrulan eteklerin,

O ince, upuzun, güzel gemilerin

Vuruşunu açığa uzak

Ardından bir uyumun, bezgince, yumuşak…

 

 

O soylu bacakların senin avlamakta,

Çılgınca istekleri, etekler ardında,

Aranan özsuyudur aşkın,

Süzülmüş tortulardan karanlıkların.

 

Kolların, yeni yetme erkekleri saran,

Başka mı ki uzun ve parlak yılanlardan,

Sarar âşığını sımsıkı,

Hep sende duracak o iz, çıkartma tıpkı.

 

Üstünde boynunun, omuzlarının, dimdik,

Yükselir başın bir alımla görülmedik,

Taçla süslü bir bakış soğuk,

Yürür gidersin yolunda sen, göksel çocuk.

Charles BAUDELAIRE (Çeviri: Sabahattin Kudret AKSAL)

Günün Fıkrası

Mübalağanın Böylesi

Mübalağalı konuşan biri demiş ki: “-Ağrı Dağı’nın tepesinde bir deve katarı gördüm.” Topluluktan biri de: “-Bir çalının dibine gizlenmiş beş yüz çakal gördüm” deyince, öteki: “-Bir çakının dibine hiç beş yüz çakal gizlenebilir mi?” demiş. “Gel şunu yüze indir.” Adam: “Sen deveyi düze indir, ben de çakalı yüze indiririm” deyivermiş..

Günün Sözü

Bir kişinin sözleri önemli değildir; iki yanı da dinlemeli.

GOETHE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here