Şarkı Söylemeyi Özledik…

0
26

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen bir şarkıyla uyanırız hiç ilgisi olamayan. Ne sözlerini biliyoruz önceden ne tınısını. Ama nasıl oluyorsa oluyor adını, tınısını ve sözlerini bilmediğiniz  o şarkıyla uyanıyoruz? Avaz, avaz söylemek istiyoruz.

Küçükken, kardeşimle radyoculuk oynardık. Bazen spiker bazen ses sanatçısı bazen yorumcu olurduk. Ve radyomuzun sesi en yüksek perdeden yankılardı arka bahçede. Sesimiz akardı su gibi. Hiç şaşmazdı sözler makamlar!!

Şimdi o zamanları çok özlüyorum, arka bahçemizi ve kardeşimi ve avaz, avaz şarkı söylemeyi. Özellikle şimdi, içimden avaz, avaz söylemek geliyorken. Ve kendimi tutmakta zorlanıyorken… Köpeklerimiz vardı ve kedilerimiz. Onları da özlüyorum. Tasma muhabbetti varken en üst perdeden. Tasmasızdı hepsi. Teklifsizdi inip çıkmaları iki taraflı merdivenlerden. Tavuklarımız vardı her gün yumurtlayan… Ve yumurtadan çıkmalarını beklediğimiz civcivlerimiz vardı. Kuluçka günlerini sayardık. Tam 21 gün. O gün okula gitmezdik eğer tatil değilse.

Ya da geç giderdik. Yumurtayı kırıp teker, teker çıkışlarını izlerdik. Islak yapış, yapış ve minnacık. Asla dokunamazdık anneleri tetikte olurdu. Normal zamanlarda  olmadığı gibi…

Onları beslerdik ilerleyen zaman içinde, anneleri emanet etmeyi öğrenmiş olsa da yine en ufak bir şeyde  tırnaklarını ve gagasını hazır tutardı… Ve ağaçlarımız vardı çiçeklerimiz. Ve bize bunları sevmeyi, korumayı, saygı göstermeyi öğreten büyüklerimiz vardı. Şarkımıza asla karışmayan… Pamuk var şimdi öğrencilerimle gelen onunda tasması yok. Ona “kızım” diyor. Can, sevgiyle bakıyor yüzüne. Onlarda şarkı söylemek istiyorlar mı merak ediyorum? (soracağım geldiklerinde)

Acaba kapımın önünden geçip giden insanların içinden şarkı söylemek geliyor mu? Biraz önce kapıdan başını uzatan ve garip, garip sorgulayan her şeyi inanılmaz gibi süzen, buz gibi soğuk cümleler kuran, siyah gözlüklü siyah kot pantolonlu ve lacivert penye bluz giyen, saçları arkada gelişi güzel toplanmış genç hanım  hiç ömründe şarkı söylemiş mi? Ya tam şu anda arabasını kapının önüne park eden  yakışıklı adam? Acaba bir şarkı mırıldanıyor olabilir mi  içinden şimdi?

Belki!!! İnşallah!!! Herkes şarkı söylesin istiyorum… Biz küçük olmaktan çıktığımızda. Artık özeldi minik hayatlarımız. Odalarımız ayrılmış ama kilitsiz kapılar. (şimdiye dek kilitlemem kapımı) Kimse kimsenin odasına girmezdi patadak. Saygısızlıktı öyle pat kapı girmek, şunu bunu karıştırmak. Nettik hiç sağa sola kaykılmadan konuşurduk.

Haksızlığa karşı koymayı, insanları  ve hayvanları  aşağılamamayı, ayırmamayı, şu, bu, o diye. Bize kimse öğretmedi. Büyüklerimiz yapmıyordu bizde yapmadık. Bütün bunları yapanları gördükçe aynen civcivlerini korumaya alan tavuğumuz  gibi tırnaklarımızı hazır tutardık. Vicdanımız vardı.

Ve şarkı söylemeyi özlüyorum, radyoculuk oynamayı kardeşimi ve eski evimi  ve çocukluğumu ve çocukken sevdiğim her şeyi. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte. Yase

& & & & &

Gizli Yüz

Yıllar önce çalışkan bir adam, ailesini avantajlı bir iş imkanı sağlamak için Newyork’tan Avusturalya’ya götürdü. Adamın ailesinden biri, sirke trapez artisti olarak katılmak veya aktör olma tutkusu olan genç ve yakışıklı oğluydu. Bu genç adam zamanını bir sirk işi ya da herhangi bir sahne işi gelene kadar kasabanın sınırındaki batı bölümünde yerel bir tersanede çalışarak geçirdi. Bir akşam, işten eve gelirken, onu soymak isteyen beş haydut tarafından saldırıya uğradı.

Genç adam, parasından vazgeçmek yerine onlara karşı koydu. Bununla birlikte onu kolayca alt ettiler ve onu feci şekilde dövmeyi sürdürdüler. Botlarıyla yüzünü parçaladılar ve tekmelediler, vücuduna sopalarla acımasızca vurdular ve onu ölüme terk ettiler. Aslında polisler, onu yolda uzanmış bir şekilde bulduklarında, onun öldüğünü sanmışlardı. Morg yolunda, polislerden biri, adamın zorlukla nefes aldığını duydu ve onu hemen hastanedeki acil bölümüne götürdüler.

Acil bölümünde yatarken,bir hemşire korku içinde bu genç adamın uzun süre bir yüze sahip olamayacağını fark etti. Göz yuvaları parçalanmış, kafatası, bacakları ve kolları kırılmış, burnu askıda kalmış, bütün dişleri kırılmış ve çenesi hemen hemen kafatasından ayrılmıştı. Yaşama imkanı az olmasına rağmen, bir yıla yakın zamanını hastanede geçirmişti.

Sonunda hastaneden ayrıldığında, vücudu iyileşmişti fakat yüzü bakılamayacak kadar biçimsiz ve iğrençti. Artık herkesin imrenerek baktığı yakışıklı genç değildi. Genç adam, yeniden iş aramaya başladığında, herkes tarafından geri çevrildi. Bir iş veren, ona sirkte “Yüzü Olmayan Adam” adında tuhaf bir şov önerdi ve bir süre bu işi yaptı. Bu olanlar boyunca o, hala herkes tarafından reddediliyor, işyerinde hiç kimse onunla görünmek istemiyordu. Genç adam intiharı düşünmüştü. Bütün bunlar beş yılda gelişmişti.

Bir gün, kiliseye uğradı ve bir teselli aradı. Kiliseye girerken onu, kilisenin sırasına diz çökmüş, hıçkıra hıçkıra ağlarken gören bir rahiple karşılaştı. Rahip ona acıdı ve onu uzun uzadıya konuştukları odasına götürdü. Rahip büyük ölçüde etkilenmişti, onun yaşamını ve gururunu tekrar kazanabilmesi için elinden gelen her şeyi yapabileceğinin mümkün olduğunu söyledi. Ama genç adam, iyi bir katolik olabileceğine söz verecek ve olacaktı.

Genç adam her gün ibadet için kiliseye gidiyor ve ibadet ediyordu ve Allah’a onun hayatını bağışladığı için dua ettikten sonra, beyin huzurunu sağlamasını istiyor ve onun gözünde, iyi bir insan olması için şükran duasını ediyordu.

Rahip, kişisel ilişkileri sayesinde, Avusturalya’daki en iyi plastik cerrahla görüştü. Genç adam hiçbir ücret ödemeyecekti. Çünkü; doktor, rahibin en yakın arkadaşıydı. Doktor genç adamdan çok etkilenmişti. Onun hayata bakış açısı, tüm kötü tecrübelerine karşı mizah ve sevgi doluydu. Cerrah harika bir şey başardı. En iyi diş ameliyatlarını onun için yaptı. Genç adam, Tanrı’ya söz verdiği her şeyi yerine getirdi.. Tanrı da onu harika ve çok güzel bir eş, yedi çocuk ve ileride kariyer için düşündüğü iş hayatındaki başarı ile ödüllendirdi. Eğer Allah’a şükretmezsen ve sana değer veren insanları sevmezsen, toplumda kabullenilemezsin.

Bu genç adam ünlü aktör Mel Gibson’dı…. Onun hayatı “Yüzsüz Adam” filminin prodüksiyonuna ilham oldu. O hepimizi kendine imrendirdi. Cesareti olan her insana örnek oldu…

Günün Şiiri

Yine Ölüme Dair

zevcem,
ruhu revanım
hatice pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
başlıyor bende…
bir gün
kar yağarken,
yahut  bir gece,
yahut bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl ve nerde öleceğiz?
nasıl ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,

son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü
ilk yediği yemek?
belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
haber
çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp gidecekler…
ve kalan

karışacak kalabalığa.

yani efendim, hayat…
ve bütün bu ihtimâlât
1900 kaç senesinin
kaçıncı ayı
kaçıncı günü
kaçıncı saatinde?

zevcem,
ruhu revanım
hatice pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
geçen ömrümüzü düşünüyorum.
kederli
rahat  ve hodbinim.
hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük dâvasını sevebildik

-dövüştük onun uğruna-
«yaşadık»

diyebiliriz.

Nazım Hikmet RAN

İstanbul
geldi dört güvercin
suda yıkanmak için.
su mahpushane yalağındaydı.
ve güneş
güvercinlerin
gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.
girdi dört güvercin
yıkanmak için
suyun içine.
ve kederli toprakta dört insan
baktı dört güvercine.
güvercinler hep beraber
güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
uçabilirler.
durdurmaz onları demir ve duvar.
güvercinlerin yumuşak kanatları var.
ve kanatlar
şimdi bur da, şimdi damın üzerinde.
insanların kanatları yok
insanların kanatları yüreklerinde.
dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan.

Nazım Hikmet RAN

Mevlana Sözleri

Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.

Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.

Sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör!

-Nasibinde varsa alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters.

-Yürürken başımın yerde olması sizi rahatsız etmesin. Benim tek derdim; yere düşen edebinize takılmamak.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here