Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Şehit haberleri gelmeye devam ediyor, ciğerlerimizi söke söke. Yurdun bir bölümü yangın yeri, her yer yıkık dökük, sokağa çıkma yasağı var. Dün acıdığımız ülkelerin başına gelen bizim de başımızda dolanıyor. Gelecek korkutucu görünüyor. Karamsar olmak istemiyoruz kuşkusuz ancak iyimser olmak içinde bir neden bulamıyoruz. İşletmeler kapanıyor, işçiler sokaklara döküldü. Nedeni hala bilinmeyen yangınlar kocaman bir pazar yerini yuttu yok etti, 250’den çok dükkan bir anda kül oldu. Ortalıkta kocaman yüreğe lök diye oturmuş bir acı, kan ve yoksulluk hüküm sürüyor. Bu ortamdan medet umanlar zenginleşiyor, imar ömründe artmadığı kadar çoğaldı. Bizim İskenderun bile canım güzelliğini o aptal, devasa ultra binalara sattı. Kendini bir şey sananlarda sürekli konuşup dursunlar. Herkes birbirini suçluyor, gerçek suçlular bundan muaf, Nasrettin hocanın fıkrasındaki gibi suçluyu dışarıda arıyor.
Ve bir keşmekeştir almış başını gidiyor. Kör oldu gözlerimiz sanki ileriyi göremiyoruz. İçinde bulunduğumuz ortamı doğru algılayamıyoruz. Çok rahat bir şekilde birbirimizi en ağır suçlarla yargılayabiliyoruz! Din, mezhep, laiklik kavramları darmadağın. Konunun uzmanı olması lazım gelen insanlar laikliği tarif ederken kendilerine göre yorumlayarak tarif ediyor ve suçluyor. Mezhep ayrımı, milliyetçilik körüklenmiş nerdeyse amacına ulaşacak seviye gelmiş ve bütün bunlar sadece birileri daha zengin olsun diye planlanmış! Ve biz bunu biliriz ama bilmeyiz ve daha dün komşumuz Suriye’den kaçan halkı, kendini kışkırtmalara karşı koruyamadığı sağduyuya sarılıp vatandaşlar el ele vermediği için suçluyorduk. Ama şimdi biz aynı durumdayız ne yazık ki. Ve en acısı bütün bu olup biten birkaç baronun cebi biraz daha dolsun diye yapılıyor ne yazık ki bu kadar basit!
Ve bu neden bütün dünyanın kaderini değiştiriyor? Para, para, para diyen Napolyon’u şimdi daha iyi anlıyorum. Ne kadar doğru söylemiş meğer? Güç parada. Adalet onda, vicdan onda, kafa onda… Her şeyi kendi kurallarına göre uyguluyor. İster beğen, ister beğenme, sağduyu, kan bağı, havayla cıva, kutsal değerler paran varsa onlarda var korkma! Ama ya hesap günü? O gün para ve bütün bağlantıları havayla cıva olacak! Mendil satan ayağı çıplak, pantolonu delik deşik, saçları pislikten kirden yapış, yapış minik çocukların soğukta titreşmelerinin, kıyıya vuran Aylan bebeklerin vebalini birileri muhakkak bir gün ödeyecek. Bu kadar basit olmamalı her şey!
Ve sevgili okuyucularım kara tablolar çizmek hiç hoşuma gitmiyor ancak gerçek bu. Hatta çok daha kötü! Yazmak hoşuma gitmiyor ancak yazıyorum artık uyanalım rahat uykumuzdan diye. Dizilerden, ne giyineceğim, kiminle evleneceğim, kiminle boğuşacağım saçmalığı ile dolu büyük uyuşturucu tv’nin egemenliğinden ve o aptal akılı telefonların bağımlığından. Kendimizi kuşanmalıyız artık. Biz kimdik sahi?
Ve kendimizi yeniden güncellemenin zamanı geldi geçiyor sevgili okuyucularım, sağlık ve sevgiyi ilerde bulamayacağız yoksa. Ancak biz her zaman bunu dileyeceğiz, sağlık ve sevgiyle kalalım birlik beraberlik içinde sağduyu ve en önemlisi artık kendimizle. Yase
& & & & &
Mısır ülkesinde İslamiyet’in ilk dönemlerine ünlü sufi bilge Dhu Nun yaşarmış. Dhu Nun ve diğer bilge sufiler hakkında genç cahil bir adam bilip bilmeden ileri geri konuşuyormuş. Dhu Nun adama küçük bir ders vermek için genç adamı yanına çağırmış. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp adama vermiş ve demiş ki; “Al bu yüzüğü pazara git ve 1 dirheme (gümüş sikke) sat!”
Genç adam sufinin dediğini yapmış. Pazara gitmiş yüzüğü 1 akçeye satmaya çalışmış gel gör ki kimse yüzüğe 1 dirhem dahi vermemiş. Genç adam üzgün bir şeklide Dhu Nun’un yanına geri dönmüş ve pazarda olanları anlatmış. Bunun üzerine Dhu Nun ona şöyle demiş: “Şimdi bir de kuyumcuya git ve yüzüğün değerinin aslında ne kadar olduğunu sor!”
Genç adam kuyumcuya gitmiş. Kuyumcu böyle değerli bir yüzüğü nerden buldun diye sormuş ve yüzüğe tam 10 dinar ( altın sikke) değer biçmiş. Genç adam şaşkınlık içinde Dhu Nun’un yanına geri dönmüş ve kuyumcuda olanları anlatmış. Dhu Nun genç adama son olarak şu sözleri söylemiş: “Senin sufiler hakkındaki bilgin pazardaki insanların bu yüzük hakkındaki bilgisi kadardır.”
Hayatın akışında bilginiz olmadığı konularda dahi fikir yürütüp gerçek değerini bilmeden önyargılarla insanları yanlış değerlendirebilirsiniz ya da siz ne kadar bilgili de olsanız cehaletin hakim olduğu bir toplulukta size hak ettiğiniz değer verilmeyebilir.
& & & & &
Papatyanın Hikâyesi
Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya… Aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana… Bir ümit bekliyormuş… Yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin, buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş. Sadece ona değsin makası, sadece ona gülsün dudakları…. Kıskanıyormuş bahçıvanı. Kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden, zambaklardan… Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş bembeyaz yapraklarını… Bir gün aşkı öyle büyümüş ki yapraklarını taşıyamaz olmuş… Eğilivermiş boynu… Toprağa bakıyormuş artık…. “Buna da şükür” diyormuş… Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek… Zaman akıp gidiyormuş… Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. “Ne var sanki boynumu kaldırsa, bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş… Ve işte bir gün, bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış, incecik bedenini ellerinin arasına almış, elindeki sopayı köklerinin yanına toprağa sokmuş, bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya…
Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı…. Hala göremiyormuş onu ama bedeni kurtulmuş… Uzun bir müddet sonra bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye… Gelen giden yokmuş. Kahrından ölecekmiş papatya… Ama işte bir sabah hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış… Derin bir oh çekmiş… Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş… Başka birisiymiş… Adamın elinde bir de makas varmış… Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru…”Ne güzel açmışsın sen böyle” demiş…
Bu gencecik yakışıklı bir delikanlıymış… Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış… “Ama gövden seni taşımıyor” demiş… Elindeki makası papatyanın boynuna uzatmış ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış… Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini… O ak saçlı, ak sakallı yaşlı mı yaşlı bahçıvanı… Birde o gencecik yakışıklı delikanlıyı düşünmüş… Ve o an anlamış neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O herşeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Ona hiçbir zaman güzel olduğunu, onu sevdiğini söylememiş ama, aslında onu hep sevmiş… Papatya anlamış artık. SEVGİ EMEK İSTERMİŞ… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini…. Teşekkür etmiş ona içinden… Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık… GERÇEK SEVGİNİN, SÖYLEMEDEN, YAŞAMADAN VE ASLA KAVUŞMADAN VAROLABİLECEĞİNİ…
Günün Şiiri
Sen Ki Anlarsın
Kendini bir suyun akışında
Ve suları kendi bakışlarında
Bulabilenler bilir bu türküyü.
Sen ki anlarsın
Bir türkü uğruna
Çileler çektin yıllar boyu.
Soluğunda
Yaban menekşelerinin kokusu.
Gözlerinde
Serin pınarların uğultusu.
Dağlar seni yaşardı her gün
Ormanlar sıcak dostluğunu.
Ne zaman çatlasa bir kaya
Bir çığlık düşse sulara
Irmaklar
Adını çizer toprağa.
değil mi ki
Hep o yangınların adına
Adına belasına
Özlemi duyulunca özgürlüğün
Öfkesini göklere çalan
Bir şimşek gibi dalardın yaşama.
Sen ki anlarsın bu yaşamı
Aşklar şimdi hücrelerde tutsak
Düğünler kelepçeli
Doğumlar
Ve çocuklar zindanlarda.
Bunları nasıl anlatayım sana
Bu türküleri nasıl çağırayım
Bu ninnileri nasıl.
Ölüme
Kapkara bir kaygu değil artık
Bembeyaz
Bir kitap diyoruz koltuğumuzda.
Kitapların göğüslerinde kan
Bu kanı nasıl okuyayım sana.
Şimdi devleşen bir öfkenin
Ve sınırlar ötesi bir özlemin
Bildirisi okunurken her gün
Her saat, her dakika,
Can çekişen
Bir çağı yaşıyoruz dünyada.
Sen ki anlarsın bu yaşamı
Okul yolunda telaşlı bir öğrenci
Bir grev sözcüsü işyerinde
Okunan kitap
Yazılan defter
Yükselen bilinç
Ve eriyen cevher
Şimdi sabahın ala şafağında
Doludizgin
Bir at gibi giriyor sulara.
Adnan YÜCEL
Günün Sözü
Uyanık bir tek adam, uyuyan binlerce kişiden daha güçlüdür.
S. Carnot
Her yeni fikir, başlangıçta diğerleri arasında azınlıkta kalır.
Thomas Carlyle
Soyulduğu halde gülen adam hırsızdan bir şey çalmış demektir, boş yere üzülen ise kendi kendini soyar.
William Shakespeare