Kobe etini hiç tattınız mı veya en azından duydunuz mu? Muhtemelen porsiyonuna 1000 dolar ödeyemeyen büyük bir kesim tatmamıştır ama ‘duymadık bile’ diyenler için biraz bahsetmek istiyorum. Kobe eti, yüzyıllardır Japonya’da, özel çiftliklerde, gürültüden uzak, özel besiyle semirilip yetiştirilen sığırlardan elde ediliyor.
Altın değerinde olmasının tek sebebi tabi ki bu değil. Hayvanlara özel diyet uygulanıyor, hayvanın semizlenmesi için günde 20 litreye yakın bira içiriliyor. Bu da yetmiyor, özel masörler her öğünden sonra, saatlerce, masaj yapıyor hem de klasik müzik eşliğinde. Sebebi de; hayvanları stresten uzak tutup, hareketsiz hayvanın kaslarını yumuşatmak, yağlanmayı arttırmak. Bunca emeğin ve ortaya çıkan tadın altınla ölçülmesine bir açıklık gelmiştir umarım.
Peki, “dünyanın en kaliteli eti” unvanını almış kobe eti ya kötü bir aşçının elinde olsaydı ya da sossuz, baharatsız, yavan servis edilseydi, aynı lezzeti alabilir miydiniz?
Özünde ne kadar kaliteli olursa olsun bir yiyeceğin lezzet eşiğinin sınırlı olacağını bilirsiniz. Tıpkı hayatta başarılı olmasına rağmen, hayatın nimetlerinden, güzelliklerinden yoksun bir bireyin, mutluluk eşiğinin sınırlı olacağı gibi!
İnsan, olgunlaştıkça rutinine ve alışkanlıklarına gereğinden fazla bağlanır. Aynı saatte uyanır, aynı yoldan işe gider, aynı saatte geri döner. Her günü bir öncekinin kopyasıdır. Benzer aktiviteleri alışkanlık haline getirerek monoton bir yaşam tarzına doğru sürüklenir. Bu monotonluğun başlıca sebebi, güvende hissettiği kişisel sınır bölgesinden çıkacak cesareti bulamamasıdır.
Kısaca örnekleyelim, tanıdığım birçok insan, bilmediği halde çiğ balığın iğrenç olabilme ihtimalinden Sushi yememiştir. Birçoğu, hiç yoga deneyimi yaşamadan bu aktivitenin sıkıcı, hatta saçma olduğunu düşünür. Yeteneksiz olduğunu düşünerek resim, dans, tiyatro kurslarına gitmeyi göze alamaz. Bazıları ‘gereksiz’ düşüncesiyle yeni bir dil öğrenmeye bile burun kıvırır.
Her zaman aynı tarifle yaptığı yemeğine, yeni bir baharat eklemeyi gereksiz bulur, sarı ya da pembe tişörtünün ona yakışmayacağını düşünerek siyah giyinmeye devam eder. Bunun gibi sıradan küçük değişiklikleri hayatına eklemeye, denemeye cesaret etmez. Hatta birçoğu yaşam seçiminde denemeden, yaftalamayı seçer.
Küçüğü ya da büyüğü hiç önemli değil. Hayatınızdaki yenilikler, rutin yaşamınıza heyecan katacaktır. Bu yeni bir dil olabilir, nota olabilir, giyim tarzınızı değiştirmek olabilir, spora başlamak olabilir. Ne olursa olsun yeni bir aktivite, yeni bilgiler, ufak değişiklikler bile hayat aromanıza yeni bir tat katacaktır.
En nihayetinde sizde hayat mutfağınızın aşçıbaşı görevini üstleniyorsunuz. Başarılı bir aşçı, klişeleşmiş tatlara, yeniliklerle karşılık vermelidir. Bunu, bilinen tatların yanında, özel soslarla, “kendi aşçılığını sanata dönüştürmesi” gibi; her insan hayatında rutinden sıyrılıp, güzel deneyimlerle, hayatına yenilikler katıp yaşamını sanat eserine dönüştürebilir. Siz sadece isteyin, hayat size fazlasını sunacaktır…
Psikolog ve Aile Terapisti
Mehmet CAN
psikologmehmetcan@gmail.com