Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kışı yaşamadan bahara erdi ya zaman. Her sabah kumruların homurtusu ve bana özel geldiğine inandığım Arap bülbülünün neşeli cıvıltılarına uyanıyorum. Ve sevgili limon ağacım tepeden tırnağa çiçeğe bürünmüş, pencereyi açınca tarifsiz, güzel, serinletici, nefis kokusu doluveriyor evin en ücra köşelerine bile. Nar ağacım çiçek açmış. Gelin gibi gururlanıyor. Bendenizde onlarla gururlanıyorum. Ne güzel bir tablo değil mi? Sabah uyanmak için bir neden olabilir bütün bunlar eğer ayrımında olursak.
Arkadaşlarım öykünüyor bendenize. “Alın diyorum bir ağaç koyun balkona” hemen değişiyor tavırları, bahaneleri hazır “balkonda olmaz” benim ağaçlarım bırakın balkonu içerde yaşamaya başladılar bizimle birlikte ve çok mutlular çok şükür. Yalnız isteyin onları, yaşatmak için sevin ve sularını zamanında ve kıvamında verin onlar başka bir şey istemiyor, inanmazsanız deneyin ne kaybedeceksiniz? Diyorum ki bunca pislik içinde yüzerken dünya ve cehennem ateşi sarmışken sağdan soldan, ince serin bir soluk karanlığı delen ufacık bir aydınlık olur hayatımıza bu zarif gencecik ağaçlar. Şimdi olduğu gibi…
Ve sevgili okuyucularım atölyemi seçim bürosu yapmaya karar verdim ve bu bapta sevgili okuyucularım, gazete ailem ve hangi görüşte, hangi fikride, hangi partide olursa olsun herkesi minnacık bir atölyeye resimlerim ve çalışmalarım arasında sohbet etmeye, fikir alışverişi yapmaya davet ediyorum. Çağdaş, modern ve bağnazlıktan uzak, eşit hak ve hukuka saygılı vatandaşlar olarak bunu gerçekleştirebileceğimizden kuşku duymuyorum.
Atölyem şimdi güzel bir temizlik istiyor. Ve tabi izin almam gerekiyor gerekli yerlerden. Açılış gününü her şey hazır olduktan sonra bildireceğim. Ve hayatımıza renk verecek çalışmalar içinde olmalıyız, yoksa bu karanlıklarda kapkara kalmaya devam edeceğiz. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum. Yase
Şubat Güneşi
Ahmet süt bardağını mutfağa götürüp geri geldi. Zeynep derin, derin soluklar alarak uyumaya devam ediyordu. “Bari bende yatayım” diyerek Zeynep’in yattığı koltuğun karşısındaki koltuğa uzandı. Hemen sonra da uykuya daldı. Ve sabaha kadar ikisi hiç uyanmadan uyudu. Bir sürü ipe sapa gelmez rüyalar gördüler.
Ne gök gürültüsü ne de şimşeklerin keskin yırtıcı ışığı onları uyandıramadı. Doğrusu bende uyudum çok gayret etmiştim oysa geceye sığdırmak için bütün öyküyü ama Zeynep’le Ahmet o kadar yorgunlardı ki daha çok uyanık kalmalarına gönlüm el vermedi.
Günün ilk ışıkları pencereden ipileşmedi çünkü hava hala kapalıydı. İlk uyanan Ahmet oldu. İyice gerindi yattığı koltukta, her tarafı kırık döküktü. Geceye dair hiçbir şey anımsamadan öylece sırt üstü yatıp tavana dikti gözlerini. Oya’nın hayali vurmuştu oraya çünkü. Gece kadar siyah saçları omuzlarından aşağı, sırtına doğru iniyordu. Onu ilk gördüğü yerde Eminönü’nde yüzlerce güvercin arasında Yeni Cami’nin merdivenlerine oturmuş. Elini çenesine dayamış gülümsüyordu. Aynen ilk gün ki gibi… O kadar gerçekti ki Ahmet elini uzatsa ona dokunacak sandı. Heyecanla “Oya sen buradasın ha” diye fısıldadı. Hayal o an yok oldu. Ahmet telaşla yerinden fırladı sanki hayali yakalayabilirmiş gibi.
Zeynep’te gözlerini aynı anda açtı. Ama hemen yeniden kapattı. Ahmet’i duymuştu ama uyku ağır bastı ve yeniden derin bir uykuya daldı. Ahmet doğrulup oturdu. Karşısındaki koltukta Zeynep dizlerini karnına doğru çekmiş yüzünü yastığa iyice gömmüş üzerindeki battaniyeler yere doğru sarkmış sırtı açıkta kalmıştı.
Elleri şakaklarında, karşısında yatan kıza baktı. Yeni görüyormuş gibi. Yoksa orada uyuyan Oya mı? Birden diklendi, yeniden dikkatle baktı kıza. Zeynep uykunun vermiş olduğu rahatlıkla yanakları al, al çocuk gibi masum uyuyordu.
Ve gece geldi aklına. Birden doğrulup perdeyi çekti. Yağmur durmuştu. Ama hava kapalıydı. Elektrik düğmesine dokundu elektrik gelmemişti. Salon soğumuş etraf dağılmıştı. Zeynep’in üzerinden düşen battaniyeleri yerden alıp onu yeniden örttü, bu işi yaparken eli eline değmişti Zeynep’in eli buz gibiydi. Elini battaniyenin altına koydu. Sonra eğilip yavaşça dudaklarını alnına değirdi. Kız hala sıcaktı “38 olmalı ateşi sıcak, sıcak yatıyor” diyerek gülümsedi. “Yağmurla gelen kız gerçekten güçlüymüş” banyoya gidip duşunu aldıktan sonra ancak iyice kendine gelebildi. Kendine acı bir kahve yaptı, mutfakta oturup kahvesini içerken düşünüyordu Zeynep’i ve gece yaşananları. Sanki dün gece çok geçmişte kalmış gibiydi ve Zeynep bir yabancıydı!
Kendini garip algılıyordu. Yüreği hala Oya’yı arıyordu! Oysa onu çoktan yüreğinden sildiğine inanmıştı. Ne olmuştu da şimdi o külleri karıştırıyordu?
Elindeki kahve fincanının masanın üzerine bırakıp salona gitti. Zeynep’in uyuduğu koltuğun önünde yere oturdu. Ve dikkatle kıza bakmaya başladı. Sanki Oya’yı görüyordu onda. Oysa hiçbir benzerlikleri yoktu. Elini uzatıp kızın alnına düşen saçlarını şefkatle geriye itti. Kız kıpırdandı bu temastan ve gözlerini açtı.
Bir an göz göze geldiler. Zeynep hemen gözlerini yeniden kapattı. Sonra yine açtı. Karşısındaki adamın kim olduğunu anlamaya çalıştı bir an. Sonra kısık bir sesle, “Sabah mı oldu?” Hemen sonrada “Sen beni mi seyrediyorsun ne kadar ayıp” dedi. Ahmet güldü. “Ne gülüyorsun insanları uyurken seyretmek hırsızlık gibidir sen bunu bilmiyor musun?”
“Pardon ya özür dilerim gerçekten niyetim bu değil…” dedi neşeyle. Ve hemen kendine şaştı. Daha iki dakika önce taş gibi ağırdı içi. Ve geceye dair bir şey anımsamıyordu. Ama şimdi kız gözünü açar açmaz onu neşelendirmiş hafifletmişti! “Oh mis gibi kahve kokuyor mutfakta biri mi var?” Zeynep’in sesi uyku mahmuru, kısık, hafif boğuk ve boğazı yırtıyormuş gibi haşınlıydı. Ve bir o kadar cana yakın. Ahmet yerinden kalkmadan; “Ben vardım kahve ister misiniz bayan” dedi.
Zeynep hala bacakları karnına doğru çekilmiş vaziyette yatmaya devam ediyordu. Battaniyeyi boynuna dek çekmişti. “Teşekkür ederim. Belki sonra ama şunu söylemeliyim, kahve kokusu mutluluğun kokusudur ve bu sabah mutluluk kokusuna uyandığım için mutluyum.” “Ne güzel! Peki, yataktan kalkmayı düşünüyor musunuz?” Zeynep kasıldı bu sorudan. Evet, kalkmayı düşünüyordu ama kendini olağan üstü güçsüz algılıyordu. Ayağa nasıl kalkacağının hesaplarını yapıyordu. “Peki, siz hep burada böyle mi oturacaksınız?” Halsizliğini yansıtmamasına özen gösterdiği bir sesle. Karşı atağa geçti.
“Gerçekten pardon ya, yine ve yeniden, pardon ya” diyerek Ahmet koltuğa tutunarak kalktı. Zeynep kalkmak istiyordu ama göz kapakları çok ağırdı onları açmakta zorlanıyordu bedeni de külçe gibiydi sanki birisi onu içeri, içeri çekiyordu. Direnmek istiyordu, gözlerini açık tutmak ama o kadar ağırdı ki göz kapakları direnmekten vazgeçip kendini bıraktı. Yeniden uykunun değil de kendinden geçmiş gibi bir durumun içine yuvarlandı. Aslında gece boyu ateş onu susuz bırakmıştı ve daha çok susuz kalırsa havale geçirebilirdi. Ama bunu ne Zeynep ne de Ahmet biliyordu. Ahmet kızın bu kadar çabuk yeniden uyumasına şaşırmıştı bile “ Zeynep, Zeynep” diye seslendi ama o hiç duymadı çünkü kendinde değildi. Arkası Yarın
Ömer Hayyam’dan Rubailer
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken.
*
Saki, gökler, denizlerce dolgunum;
İçime sığmaz oldu coşkunluğum;
Ak saçlarımla sarhoş ettin beni,
Kış ortasında bahar bulutuyum!
*
Ey kör ! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş !
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş !
*
Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona
Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana
Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık
En boş geçen günün o gündür inan bana
*
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
*
Ovada her kızıl lalenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi.
Yerden biten şu mor menekşe yok mu ?
Bir güzelin yanağındaki bendi.
*
Beni özene bezene yaratan kim ? Sen !
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana :
Öyleyse nedir bu cennet cehennem?
*
İnsan bastığı toprağı hor görmemeli :
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili.
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç ?
Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli !
*
Varlığın sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu :
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.
Günün Fıkrası
Bir adam uçağıyla Afrika’nın üzerinde gezerken birden uçağı arızalanır ve ormanlık bir alana düşer. Adam ne yapayım ne yapayım diye düşünürken birden bir Afrika kabilesinin ona doğru yaklaştığını görür. Adam içinden “İşte şimdi boku yedik” der. O anda düşüncesinde Nur yüzlü dedenin sesini duyar.
“Hayır evladım boku yemedin.”
“Peki ne yapmam gerek?”
“Şuradaki mızrağı görüyor musun?”
“Evet.”
“Al onu öndeki renkli giysili adamın tam kalbine batır. Adam mızrağı alır ve adamın tam kalbine batırır.”
“Evladım işte şimdi boku yedin.”
Günün Sözü
Doğduğunda sen ağlamıştın herkes bayram etmişti. Öyle bir hayatın olsun ki öldüğünde herkes ağlasın, sen bayram et…
Kızılderili Atasözü