Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ülkemizde ve dünyada hayat devam ederken, Almanya’da bütçe 13.5 milyar fazla vermiş… Bizde faizler düşmüş, Libya serüveni başlamış, hakları yenmiş, binlerce öğrencinin geleceğine ne olmuş diye düşünülürken, Mehmetçik yine şehit olurken, Hakkâri şehidine ağlıyor, yürekler deliniyor derken sanı ile düşürülen uçakta 178 kişi can veriyor. Okullar tatil edildi, çocuklar bilgisayar başında, sokakta çıt yok.
Oblamov sevgilisini terk etti, Sözcü Gazetesinin Kurucusu Burak Albayrak hakkındaki yakalama kararı kalktı, nasıl, niçin, kırmızı bültenle aranıyordu hiç bilmiyorum. İngiltere’de kraliyet ailesinden ayrılan Prens Harry ve eşi Meghan olay olmaya devam ediyor. Bir tarafta fırtına, bir tarafta yeni keşifler ile dünya dönüyor ve saat öğleni buluyor. Şu anda kapıcı çöpleri almadı, bir çok evde öğle yemeği yendi, bu arada belki birileri aşık oldu, başka birileri mahkemeden boşanmış olarak çıktı, Allah bilir kaç bebek şüpheli öldü? Ve rahmetli büyük insan Karaoğlan lakaplı Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit eşinin yanına gitti. Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’e yazdığı ‘Elele Büyüttük Sevgiyi’ şiirini hatırlayalım…
El Ele Büyüttük Sevgiyi
Birlikte öğrendik seninle
avucumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi
elele duyduk kumsalda denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi
tırtılları tanıdık seninle baharda
tırtılken daha sevmeyi öğrendik
sevgiden üreyen kelebeği
toprağı evimiz gibi sevdik seninle
birlikte sevdik kuru toprakta
ev küren köstebeği
köstebeğinden toprağına taşına
tırtılından kelebeğine kuşuna
elele sevdik bu dünyayı
acısıyla sevinciyle sevdik
yazıyla kışıyla sevdik
köy-köy ülke-ülke
gökler gibi sardı dünyayı
yağmur gibi sızdı dünyaya
dünya kadar oldu sevgimiz
elele büyütüp elele derdik
elele derip insana verdik
verdikçe çoğalan sevgimizi
Bülent ECEVİT
Ve bendeniz hala ruhumun dönmesini bekliyorum! Evet, çoktan beri ruhum benimleydi iyi kötü geçiniyoruz işte ama dünden beri bendenize küsmüş gibi bir gitti pir gitti bir türlü dönmek bilmiyor… Soğuk suyla duş bile aldım, parmağıma iğne batırdım, cin biber yedim yok kardeşim “dönmem” diyor da “dönmem.” Hala uyurgezer gibi dolaşıyorum, yazımı da sanırım rüyada yazıyorum ama şunu öğrendim yani ruhtan bağımsız da bazı işleri yapabiliyormuşuz? Valla biz insanlar garip yaratıklarız! “Dayanamam” dediğimiz birçok şeye sanki hep onlarla yaşamışız gibi dayanırız “yapmam” değimiz her şeyi yaparız. Ruhumuz firarda iken bile uykuya yatmadan yazı yazabilir resim yapabiliriz.
Peki, ruhumuz neden bize küser ki?
Onu taşıyan bedenimize çok mu yükleniyoruz?
“Asla dayanamam” değimiz şeylere dayanınca çok mu canını acıtıyoruz?
Ya da Oblomov gibi hayatımızı hep ertelediğimiz için mi onu incitiyoruz?
Donkişot gibi yel değirmenleri ile savaşmadığımız için mi?
Valla bu sorulanların devamı gelirde gelir ama bendeniz biliyorum ki herkes ruhunu neden üzdüğünü içten içe bilir, kendine itiraf etmek istemese de. Ve o gelene dek uyumakta!
Biliyorsunuz Kızılderililer insan uykuya dalınca ruhunun kendisini terk ettiğine inanırlar. Bendenizde inanırım uykuda iken ruhumuz “oh ya” der “kurtuldum bedenin kıskacından, şöyle bir dolanıp geleyim sahilde ya da dağ, taş, kır çiçeklerinin, ağaçların, börtü böceklerin arasında” bazen bu geziden sonsuza dek geri dönmez, bazen de gecenin bir yarısı gelir, özlemiş gibi bedenin sıcaklığını, bazen de işte böyle kızar bir köşede durur eli çenesinde inatla “dönmemde dönmem, gitmemde gitmem” diyerek sessizce bekler… Eh ne yapalım bizde bekleriz artık dönüşünü hayırlısı ile.
Ve sevgili okuyucularım gerçekten de ruhum kızmış gece geç saatlere dek gülümseyerek başladığım sonra ufak ufak kızmaya başladığım Obolomov kitabını bitirmek için. Akşam çok kızdım ona daha doğrusu hepimizin içinde güçlü bir Oblomov olduğunu bildiğim için daha çok kızdım, hayatını erteleyip yaratılışın dışına çıkamadığı ve bu yaratılışın aile gelenek ve görenekleri de desteklemesi ve aşka rağmen bunu değiştirecek enerjiyi kendinde bulamaması, bunun için çabalamaması çok ama çok canımı sıktı ve tabi birde duygudaşlık yapınca daha çok kızdım ve kızgınlıkla olunca ruhumda gitmek istedi, sabaha doğru kaçtı gitti ve daha dönmedi! Hadi hayırlısı Oblomov’u daha geniş zamanlarda yeniden ele almayı düşünüyorum ne de olsa şimdi uykuda yazıyorum. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız, gayrım sız… Yase
& & & & &
Nazlı
O kış sadece telefonla görüştüler yarıyıl tatilinde Güneş eve döndü. Nazlı’yı aradı Arsuz’dayım dedi. Bir saat sonra buluşalım. Bir saat sonra birbirlerini gördüklerinde yıllarca ayrıymış gibi sımsıcak kucaklaştılar.
Yarıyıl tatilinde ancak bir hafta görüşebildiler. Güneş’in annesi çok hastaydı ameliyat olması gerekiyordu sonrasında uzun bir kimyasal tedavi gerekecekti. Oğluna çok düşkün olan hasta anne onu yanında istiyordu doğal olarak Güneş annesinin yamacından ayrılmadı. Ama Nazlı’yı sık sık telefonla aradı.
Okullar kapanana dek yalnızca telefonla görüştüler iki iyi dost gibi. Güneş’in annesi iyiydi kimyasal tedavi karşılık bulmuştu, bu yüzden kardeşi ile birlikte Nazlı’yı görmeye geldiler, Nazlı da onlara gitti. O yaz Nazlı’nın ablası evlendi. Güneş’le Ayla düğüne geldi. Nazlı’nın annesi ile tanıştılar. Kadın hiçbir şeyden kuşkulanmadı.
Mevsim dönünce ve okullar yeniden açılınca artık Nazlı Güneş’i sevdiğini biliyordu. Güneş de Nazlı’yı seviyordu.
Nazlı’nın okulu açıldığında Güneş daha Kıbrıs’a gitmemişti. Bu yüzden gençler bol bol buluşuyorlardı. Nazlı dersleri ekiyor Güneş’le el ele dolaşıyordu. Hiç alışık olmadığı bir şekilde birileri görecek mi diye korkmadan ancak korkması gerekiyormuş o bunu herkesten iyi biliyordu. Arkası Yarın
Günün Şiiri
Unutamadığım
Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı – berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri…
Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?
“To be or not to be” değil.
“Cogito ergo sum” hiç değil…
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz’ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.
İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?
Canımın gizlisinde bir cân idin ki
Kan değil, sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellâd,
Kemendi…
Duymak,
Gözlerinde duymak üç – ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi…
Gözlerin hani?
Ahmed ARİF
Yalnız Değiliz
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık,
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgâhlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibali’de.
Zehirli kör yılanları
Ye sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağ’da çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
– Ayak bileğinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş, üşümüş,
Minicik bir aşiretin kızının,
Damla – damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider…
Ahmed ARİF
Günün Sözü
-Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.
-Cevap vermemek aslında bir cevaptır.
-Gözün ile değil, yüreğin ile hüküm ver.
Kızılderili Atasözleri