Rehavetteyiz

0
85

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bu sabah birkaç öykü var dağarcığımızda… Sevgi ve sağlıkla kalın… Yase

Küçük Çocuk ve Dua

Deniz kenarına oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip: “-Merhaba delikanlı!” dedi. “Bugün deniz çok harika değil mi?” Küçük çocuk, başını çevirmeden; “-Ama rüzgârlı” dedi. “Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.”

Adam, çocuğun yanına oturup: “-Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!” dedi. “Ama şimdi adım bile atamıyorum.”

Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: “-Ümidini hiçbir zaman kaybetme!” dedi. “Bence dua etsen çok iyi olur.” Çocuk, büyük bir sevinçle: “-Dua etsem topum geri gelir mi?” diye sordu. “Denize düştüğü yeri bilir mi?” “-Allah isterse eğer, ona öğretir!” dedi ihtiyar. “Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.”

Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları art arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah’tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın aniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.

Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: “-Avınız inşallah iyi geçmiştir!” dedi. “Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.” Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: “-Zaten ancak o kadarcık tutmuştum” dedi. “Denizde “av” diye bir şey kalmadı.”

“-Dua etmeyi denediniz mi?” diye atıldı çocuk. “Ümidinizi sakın kaybetmeyin!”

Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de “rastgele” derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken: “-Dua ha!” diye mırıldandı. “O zaman tutar mıyım?” “-Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter” dedi çocuk. “Bunu yeni öğrendim.” Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: “-Ben de yeni öğrendim!” diye gülümsedi. “Üstelik de küçük bir öğretmenden.”

Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu… Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: “-Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!” dedi. “Bunu biraz önce denizde buldum!”

Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da… Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: “-Bir daha benden izinsiz gezmek yok!” dedi. “Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?”

Kısmet

Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu. Yanına sokularak: “Hayrola teyzeciğim” dedim. “Bir derdiniz mi var?”

Sıcak bir tebessümle: “Buraların yabancısıyım evlâdım” dedi. “Hastane tarafına gidecek bir araba arıyorum.” “Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz” dedim. “Oraya geldiğimizde size haber veririm.” Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanakları pembe pembe olmuştu. “Torunlarımdan biri menenjit geçirdi” diye devam etti. “Ziyaret saati bitmeden ulaşmak istemiştim.” Saatime baktıktan sonra: “20 dakikanız var” dedim. “Hastane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.” Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara: “İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?” Ön koltukta oturanı: “Hak istiyorsan Hakkâri’ye gideceksin arkadaşım” dedi. “Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.”

Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu. Sakinleşmeye çalışarak: “Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastaneye yetişmesi gerekiyor.” Bu defa şoför lâfa karışıp: “Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim” dedi. “Okuyup üfledi mi hastaneye uçuverir.”

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu. 5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı. Şoför: “Yolun bu durumu hayra alâmet değil” dedi. “Sebebini anlasam iyi olacak.” Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde: “Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.”

Heyecanla: “Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?” “Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.” Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Şoför, koltuğuna yavaşça otururken: “Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye’nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla.”

Günün Fıkrası

Babasını da Söylerim!

Meşhur bir şarap üreticisinin çeşnicibaşısı (degustatör) vefat edince yeni bir çeşnicibaşı bulmak için ilan verirler. Kirli görünümlü, saç baş dağınık bir ayyaş ilan için fabrikaya başvurur.  Patron bu adamı başından nasıl defedeceğini düşünürken onu sınamaya karar verir.

Ona içmesi için bir bardak şarap verirler. Sarhoş adam bardağı kafasına diker ve “Muscatel kırmızı üzüm,  güney yamaçlarda büyümüş, 3 yıllık ve çelik kaplarda olgunlaştırılmış…”

Fabrika müdürü şaşkınlıkla “doğru” der ve ikinci bardağı uzatır. Bizimki yine bardağı kafasına diker, dilini şapırdatır; “Bu da güneybatı eğimli yamaçlarda yetişmiş Cabarnet kırmızı üzümden, 8 yıllık ve meşe varillerde saklanmış…”

Müdür daha da büyük bir şaşkınlıkla “doğru” demiş.  Sekreterine göz kırparak bir şeyler ima etmiş. Patronunun ne dediğini anlayan sekreter doğru tuvalete gider ve beyaz şaraba çok benzeyen bir bardak dolusu idrar ile geri döner.

Bizim sarhoş düşünmeden bardağı kafasına diker ve “Bu bir sarışın, 26 yaşında, üç aylık hamile bir bayan ve bu işi bana vermezseniz aynı zamanda babasının da adını açıklarım…”

Günün Şiiri

Mor Külhani

1.Şiirimiz karadır ağabeyler

Kendi kendine çalan bir davul zurna

Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan

Taşınır mal helalarında kara kamunun

Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

2.Şiirimiz her işi yapar abiler

Valde Atik’te Eski Şair Çıkmazı’nda oturur

Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür

Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta

Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

Dirim kısa ölüm uzundur cennette herhal abiler

3.Şiirimiz gül kurutur abiler

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın

Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga’ya kaçan

Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu

Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler

4.Şiirimiz erkek emzirir abiler

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister

Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun

Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla

Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir

Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

5.Şiirimiz mor külhanidir abiler

Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz

Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde

Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle

Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler

6.Şiirimiz kentten içeridir abiler

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir

Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla

Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?

Ece AYHAN

Günün Sözü

Muvaffakiyet (başarı) üç postacı tarafından getirilen bir mektuptur. Bu postacılar; Liyakat, Gayret, Talihtir.

Abdulkadir GEYLANİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here