Pazartesi Sendromunu Atalım

0
61

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu pazartesi sabahı. Pazartesi sendromunu güzel bir hikaye, bir fıkra ve şiir okuyarak üzerimizden atalım ne dersiniz. Sağlıcakla kalın. Yase

Aynalar Diyarı

Aynalar diyarında ıssızlar sarayında varmış güzel bir prenses. Heybetli mi heybetli bir kralla biraz zavallı olan kraliçenin güzel kızlarıymış. Güzel dememize bakmayın varmış kusurları işte bundandır ki küsmüş aynalara.

Aynalarsa onla dost olmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Bazen bir hizmetçinin elinde ona gözükmeye bazen de babasının elinde onla konuşmaya çalışıyorlarmış. Ama nafile işte, prensesimiz bir kere küsmüş bu dost aynalara.

Ona dost ne demek; düşmanlarmış. Çünkü onun kusurlarını direkt yüzüne gösteriyorlarmış, büyük bir cüretle. Annesi de kaçırırmış aynalardan onu; zavallığından dolayı kusursuz yetiştiremediği prensesini.

Babaya ne demeli; kızı güçlü olsun diye sürekli aynaları kızının dibine koyarak işte sen böyle kusurlu bir insansın dermiş sürekli. Prensesimiz kusursuz olması gerekirken, aynalarla kusurları arasında kalakalmış koskocaman sarayın içersinde.

Çok mutsuzmuş. Ama çok. Acı da çekiyormuş. Acıları kusurlarını,kusurları acılarını büyütürken, o da onların arasında yaşamaya çalışıyormuş. Bir yandan birşeylerin olmasını ve kurtarılmasını bekliyormuş. Bunun içinde her gece dua ediyormuş.

Peki ya aynalar; prensesleriyle barışıp onu ömür boyu mutlu kılabilmek için, onlar da tüm güçlerini toplayarak dua ediyorlarmış. Prensesimizin duası,aynalarımızın duası öyle bir güç oluşturmuş ki; Aynalar Diyarı’nın baş perisi, Ayna Perisi kendini birden prensesimizin başucunda buluvermiş.

Sormuş prensesimize; niye küstüğünü aynalara. Prensesimizde, hadlerini bilmeyen aynaların, küsmeyi hakettiklerini söylemiş, periye. Aynalara çıkışmış peri;nasıl bir cüretle koca krallığın mükemmel prensesine hadsiz davranabildiklerine dair. Aynalar da yine büyük bir cüretle prensese dönerek,”Hadsizlik duygusu değil bizim sana vermek istediğimiz; kusurluluğun kusursuzluğu hissini vermek istedik sadece.”

Prenses pek birşey anlamamış. Prensesin tek bildiği kusurluysan prensesliği haketmediğinmiş. Bunu söylemiş, ısınmaya başladığı aynalara.

Yüzleri gülmeye başlayan aynalar da;”Bize daha dikkatli bak. Biz sadece çerçevelenmiş bildiğin aynalar değiliz. Anneniz, babanız, hizmetçileriniz; etrafındaki herkesiz. Onların kusurları var ya işte biziz onlar. Sen bizi reddettikçe biz büyüdük ve sarmaladık seni. Çünkü sana göstermek istedik kusursuzluğun kapısını açan anahtarın kusur olduğunu. Kusurlarındır sana güçlü olmayı, mücadeleci olmayı, istekli, komik olmayı öğreten. Bizi reddetmeye devam ederek, asıl büyük cüretkarlığı sen gösterip, acılı prenses olmaya mı devam edeceksin yoksa hala?” diye prensesi uyarmaya çalışmışlar.

Prenses bir mum yakmış, aynalara iyice yaklaştıktan sonra. Burnuna bakmış; şimdiye kadar büyüklüğünden şikayet ettiği burnuna. Bakmış bakmış ve anlamış ki; yüzüne o sempatikliği veren, asıl o koca burnuymuş.

Dudaklarına bakmış; inceliklerinden, küçüklüğünden dert yandığı dudaklarına. Onlar da birden gözüne kibar, narin, tatlı, hoş gelmeye başlamış. Sonra gözlerinin tam içine; ruhuna giden yola doğru bakakalmış. Bakmış bakmış ve ruhunu görmüş. Ruhunda da prensesliğini görmüş. Anlamış ki ister kusurlu olsun ister kusursuz, o prenses olmak için doğmuş bu dünyaya.

Kusursuzluk da işte tam buymuş; ne olduğunu bilip kabul etmek.

& & & & &

Ve güzel bir fıkra okuyalım neşelenmek için…

Yaşlı Tanık

Bir mahkeme salonu düşünün… Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır… “Bayan Jones.. Beni tanıyor musunuz?” Yaşlı teyze cevap verir: “Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum.. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız.. Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız…”

Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar: “Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?” Kadın yine cevaplar: “Elbette tanıyorum.. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor..”

Yine herkes şokta.. Bütün salonu bir uğultu kaplar.. Hakim kürsüye tak, tak, tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır.. Ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar…

“Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım.”

Günün Şiiri

Benim Bu Şiirimi Yüreğinle Ezberle

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle;

kitaplar yalnızca geçmişten küçük bir zaman

ve ödünç aldıkları, geçmişin izini taşımakta,

Macar sınır muhafızlarının yaktığı,

kütüphaneden kaçmış, sırtından vurulmuş,

kağıtları kurumuş, buruşuk ve çatırdamış,

kurtlar yemiş, tozlarla örtülü,

ya da yavaşça karartmakta ve kendini tutuşturmakta

tırmanırken Fahrenheit

451′*e, nasıl da sarıyor sıcaklık

kasabanızı kaplarken alevler  her yandan.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Geleceğin kitapları uçacak ve bulacaksın

orada ne şiir ya da ne de dize

ya da otomobil ya da otobüs için benzin

-ya da cenaze arabasına-

ne keyif için içki yaşlanmaya

içki dükkanları yıkılmış ya da kilitli,

para yalnızca ödeşmekten vazgeçmek için,

o gün dilin kilitlendiği için

TV ciddi ciddi yayın yaparken

Ölüm saçan ışınlar yerine moda filmleri

ve ne bir can yardım etmekte

ve ne de her şey son ermekte

ama usunu sarmalayan aklın,

bulacak bir boşluk bu dizeler arasında

ve benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle;

ezberle onu bu kokuşmuşluk sürüp giderken

ki çürümenin kokusu yataklarından saçılırken,

emekçiler ordusu kusarken

ve yeryüzünün her yanını kaplarken,

öldürülürken tüm göller ve göletler,

Yıkılış yükseldi koltuk değneğinden destek alarak,

kara mürekkep yaprakları her dalda;

arıtılmamış çalkalama suları Hazan’ın boğazında

ve şafağın esintisi zehirli, koy

yüzüne gaz maskeni ve dize

dize karşı koymaktadır benim bu şiirim.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle

sanki, ölü, ben hâlâ sorumluyum çağımdan

sen dayanamazken evinde

susuz, ışıksız ya da gazsız kalmaktan,

ve düşe kalka bir mağarayı bulmaya çalışırken

kökler, meyveler, yemişler hâlâ yaşamakta,

bulacaksın bir sopayla, bulacaksın iyice,

bir diş kara, ve eğer o sararsa,

Öldürür sahibini, cesedini yer.

Yorularak yürüyeceğim ikircikli adımlarının ardından

virane yıkık kayaların arasında,

Fısıldayarak “Sen ölüsün, sen bittin!

Nereye gidebilirsin? O ruh senin

donuk toprağın kasabanı terk ederken.”

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

belki bir sen kalacaksın, yeryüzünde,

her şey bitmiş olacak ve sen, aşağıda,

sığınağının derinliklerinde, sor bakalım

zehirli hava sızmakta mı aşağıya

kurşun ve beton katları arasından. Hiç

bir iz kalmış mı İnsan’dan

nasıl gerçekleşmeli bu son?

Huzurlu sözcükler mi sana Söylediğim?

Ekleyebilecek miyim aklını doldurabilecek miyim

hesapsız yıllar için, zulmedici karanlığın

körlüğü arasından, acı ışığın,

uzayan ölümün ve bitti işte, acım

Ve eskil gözler gözler mi seni hâlâ?

Var mı orada bana söylemek istediğin

bir şey, zamanın düzenleyen yüzü,

Bulamayacak ne yaşamı ne zamanı?

Unutmalısın benim bu şiirimi.

György FALUDY

Günün Sözü

Yağmuru sevdiğini söylüyorsun ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. Güneşi sevdiğini söylüyorsun ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. Rüzgârı sevdiğini söylüyorsun rüzgâr çıkınca pencereni örtüyorsun. İşte bundan korkuyorum çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun!

William Shakespeare

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here